SEKİZİNCİ SÖZ VE TEFEKKÜRAT TALİMİ – DERS 1
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَللّٰهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ ٭ اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّٰهِ اْلاِسْلاَمُ
-: Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini ve eğer din-i hak olmazsa, dünya bir zindan olması ve dinsiz insan, en bedbaht mahluk olduğunu ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran يَا اَللّٰهُ ve لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ olduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:
Hulusi Bey: Bunları yazmalı. Merak olacak, merak efendiler merak! Yalnız dinlemekle olmuyor. Mademki Cenab-ı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz menfaatli bir şeyi öğrendiğiniz zaman onu kitabetle kaydedin diyor. Yani yazın ki zayi olmaya, zail olmaya buyuruyor. Öyle ise, bizde bunlar bulunmaz akçeler, bulunmaz metalar. Cenab-ı Hak lütfetmiş. Bir esas var. Esas orda. Cenab-ı Hak bizlere nasip etmiş, takdir etmiş ha. Bunları duyurmak için şu sıkışıklık bize, şimdi burada değil başka yerde ne buyuruyor? Şimdi öyle ise söyle bakayım neyi öğrenmek istiyorsak!
-: Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda
Hulusi Bey: Dünya. Dur, dünya ve dünya içindeki
-: Ruh-u insanî
Hulusi Bey: Evet.
-: Ve insanda
Hulusi Bey: Evet.
-: Dinin mahiyet ve kıymetlerini
Hulusi Bey: Evet.
-: Ve eğer din-i hak olmazsa,
Hulusi Bey: Ve eğer din-i hak, din-i hak
-: Olmazsa
Hulusi Bey: Evet. Din-i hak olmazsa
-: Din-i hak olmazsa, dünya bir zindan olması
Hulusi Bey: Dünya bir zindan olması
-: Ve dinsiz insan, en bedbaht mahlûk olduğunu
-: Eğer din-i hak olmazsa
-: Dünya bir zindan olması
Hulusi Bey: Olmasını ve dinsiz insan, en bedbaht mahlûk olduğunu
-: Ve dinsiz insan, en bedbaht mahlûk olduğunu ve şu âlemin tılsımını açan ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran
Hulusi Bey: Ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran
-: Ve şu âlemin tılsımını açan,
-: Ve dinsiz insan, en bedbaht mahlûk olduğunu
-: Ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran Ya Allahu
Hulusi Bey: Ya Allah
-: Ya Allah ve Lailahe illallah
Hulusi Bey: Ve Lailahe illallah
-: Lailahe illallah olduğunu anlamak istersen;
Hulusi Bey: Olduğunu anlamak istersen
-: Zulümattan kurtaran Ya Allah ve lailahe illallah olduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:
Hulusi Bey: Temsilî hikâyeciğe bak, dinle:
Şimdi temsili bir hikâye anlatılacak. “Şimdi bize dünya, dünya içindeki ruh-u insan, Dünya ve dünyanın içindeki insanın ruhu, insanda dinin mahiyeti evet ve kıymetlerini eğer din-i hak olmazsa, hak din olmazsa dünya bir zindan olmasını, dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran Ya Allah ve Lailahe illallah olduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle” diyor. Ha.
Şimdi dünyayı anlamak istiyor muyuz öyleyse istiyorsak soralım? Yani dünyanın manasını, mahiyetini, iç yüzünü anlamak istiyor muyuz? Peki.
Dünyanın içindeki şu ruh-u insani, insanın ruhu da var. Onu da anlamak istiyor muyuz, öğrenmek istiyor muyuz?
-: Evet.
Hulusi Bey: Peki. Şimdi dünya niye halk edilmiş? Bak, şimdi birer birer maddeler üzerinde şöyle bir göz gezdirelim. Dünyanın kaç veçhi vardı?
-:Üç
Hulusi Bey: Üç. Birisi?
-: Esma-i ilahiye
Hulusi Bey: Esma-i İlahiyyenin tecelligâhı. Yani şu mülk, şu dünya bir olan Allah’ındır, esmasının tecelli yeridir burası. Burada bu âlemde biz Cenab-ı Hakkı gözle görebilir miyiz?
-: Göremeyiz, hayır.
Hulusi Bey: Göremeyiz. Fakat esmasının tecellisini görebilir miyiz?
-: Görürüz.
Hulusi Bey: Esma tecellide olmazsa görebilir miyiz?
-: Göremeyiz.
Hulusi Bey: Demek ki burada, esmasının tecellisi var. Biz esmasının tecellisini göreceğiz. Dikkat edersek görürüz. O tecelliden o ismin müsemması olan Rabbımızı tanıyacağız, O’nu seveceğiz, O’nun emrine itaat edeceğiz. Dünyanın birisi esma-i İlahiyenin tecelligâhı olması. Bir ciheti bu. İkici vecih; “ Ed-dünya mezraatül ahire ” sırrınca dünya ahiretin mezrası, yani dünya onun olmazsa ahirete gidecek bu kafile-i beşer, nerede ahireti kazanacak ameller yapsın, işler yapsın? Bu dünya onun için de lazım. Bu iki vecih, bu iki cihet güzel mi, değil mi?
-: Güzel.
Hulusi Bey: Güzel, bunlar iyi. Birde dünya mı aman, aman, aman yani yakasını silker. Keşke gelmeyeydim, elinde mi, bilmem ki? Şimdi dünyanın kötü tarafı var mı, yok mu?
-: Var
Hulusi Bey: İnsanın nefsine, hevesine, insanı kötülüklere çeken
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ
Fermanı iktizasınca insanı kötülüğe götüren ciheti de var. İşte bu dünya makbul yüz değil, bundan sakınmak gerek. Nefsimizin hoşuna gidecek şeylerde var. Fakat öbür iki cihet var ki; Esma-i İlahiyyenin tecelligâhı, ahiretin mezrası, çiftliği, tarlası olması bunlar iyi. Bir de nefsin oynayacağı, eğleneceği, saz, söz edeceği işte bak, bir frengi gecesi gelirken söylediğim gibi, bi frengi gecesi için bize yılbaşı olmuş. Lillahil hamd o frengi gecesini, biz Kur’ani bir geceye, Cenab-ı Hakkın takdiriyle, tensibiyle çeviriyoruz. Lütuf kendisinden. Erhamurrahimin O’dur. Bizde bundan zevk-i manevi duyuyoruz. Allah sebebinden de razı olsun.
-:Amin.
Hulusi Bey: Cenab-ı Hak daima ehli imanı hayra saik, şerlerden müctenib, sakınır bir vaziyette bulundursun. Temennimiz budur. Peki, efendim! Dünya ve içindeki ruh-u insanı, insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini. İnsan, din kıymetli mi, değil mi acaba? İnsanda din olması kıymetli mi? Mahiyeti nedir acaba, din ne yapar? İnsanda, insana din verilmezse, insan dinli olmazsa ne olur, dinsiz olursa ne olur? Din insanı ahlaklı eder. Din demek ahlak demektir. Ne demek yani böyle böyle böyle oturuyor, bu mu demek? Beşeri cemiyetin içerisinde, çeşitli işlerde bulunur insan. Çünkü birbirimizin muhtaç olduğumuz şeyleri, birbirimizin yardımını kendi işlerimizle yapacağız. Cenab-ı Hak işleri taksim etmiş. Herkes bir iş yapıyor. Dün dediğim gibi. Mesela Sabri Efendi kardaşımız da bizim mest’imizin doktorudur. O da onu tamir ediyor, ihtiyacımız var. Diğeri başa bir işi. Sende bu motorize işlerinin lastiklerini tamir ediyorsun. Hulasa işsiz insan yok. Efendim benim bir dükkânım var işte, biraz sabun, mabun, şeker. Buna ihtiyacı var mı mahallenin?
-: Var.
Hulusi Bey: Etrafındakilerin ihtiyacı var mı? Onların her birisi bunlar ayrı ayrı yerlerde olsalar, evinden çıksa, şeker almaya şarka, çay almaya garbe, bu seferde et almaya Hacı Sabri’den daha yukarıya. Böyle gitse, her birisi ayrı yerde olsa. Hâlbuki Cenab-ı Hak çoğunu mahdut insanlarda, mağazalarda toplatıyor. Onu o işe sevk eden ne? Zahiri bir menfaat. Hâlbuki hiç farkında değiliz ki fail-i hakiki Cenab-ı Hak. İnsanları birbirinin yardımına koşturan kim? Bir sevk-i idare var. Yahu bir karakol kumandanı mı Allah? Haşa, haşa. Bütün cinn-ü insin amir-i mutlakı, Kumandan-ı Azamı. Hepsinin ihtiyaçlarını üzerine almış, tekeffül etmiş, müteahhidi. İşte efendim mahalle bakkalları da iyi oldu. İşte uzaklara gitmiyoruz. Mahalle bakkalı da halinden memnun oldu. O da diyor ki “Adam çarşıya kim gide işte, komşu bakkaldan alırım.” Diyor. İşte bizim artık, bu sohbette bulunanların, bu derste bulunanların işi böyle tesadüfe, “olağan şeylerdir, bunlar faideli ki yapılıyor” deyip de, sathi nazarlı olmayalım. Bu işleri taksim eden, tevzi eden bir zat var. Fail-i hakiki O’dur. Yapan, eden O’dur. Onu düşünmek lazım. Evet, berikine teşekkür et. Allah senden olsun ki buraya bu dükkânı açtın. Bizim bir mesela on kalem işimizden dört kalemini senden alabiliyoruz. Bunlara da çok ihtiyacımız oluyor. “Bir daha burdan çarşıya nasıl gideyim.” Yanımızda bir bakkal bulmuşuz, birçok işleri oraya getiriyor. Hemen gidiyoruz, burda var diyoruz. Olmayınca mesela bizim bakkalla artık yüz göz olmuşuz, ona boyna şey ediyoruz. “Yav senin bakkal diye geliyorum, niye ötekini bulundurmuyorsun.” diye ona söylüyor. O da bakıyor ki müşteriler bunu da istiyor, alış veriş yapan odur, karını, ziyanını düşünür. Burda geçer, burda geçmez. Bundan az bir şey bulunsa belki birkaç kişi isteyen olur. Mesela yüzde beş ister, bazı maddeler var ki bazısını yüzde sekseni ister. Ona göre o maddeleri oraya istif eder, getirir. Hulasa eğer bu aradaki vasıtaları görmezsek, göreceğiz ki Cenab-ı Hak şu cemiyeti birbiriyle anlaşacak, birbiriyle yardım edecek vaziyette halk etmiş. Kur’anda
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلاَ تَعَاوَنُوا عَلَى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ
Fermanı var. Yani şimdi biz fikrimizi değiştirsek, desek ki bakkal, kasap yakında olmasıyla benim bu işlerimi görüyor. Fakat bunu böyle yapan, bizim her umurumuzu, her işimizi bize kolaylaştıran, şu insanları birbirinin yardımına koşturan kimdir? İşte Cenab-ı Hak burada kendisini gösteriyor. İşte insan fikriyle niyeti ile nedir? İnsan, hakiki insan bu olur. Şeyde Hazreti Mevlana’nın “Ey birâder tû hemân endîşeî Mabâkayi tû üstuhân u rîşeî.” Dediği gibi. “Ey birader sen hemen fikrinden, niyetinden ibaretsin, düşüncenden ibaretsin. Üst tarafı et, kemik, kıl.” Demek sonra hadisler var. Cenab-ı Hak insanın nesine bakar? Endamına mı bakar? Kendi yaratmış daha niye baksın. Kalbine, niyetine bakar. Niyetin ehemmiyeti var. İşte insanları birbirine yardımcı yapan. Acaba yardım eder miydik bu surette olsa? Şimdi bakkalımız, kasabımız şu düşüncede olsa. Beni Cenab-ı Hak şuradaki halkın ihtiyacını temin için bir vasıta olarak burda bulunduruyor. Bende maişetimi, geçimimi sağlamak için şu işte iştigal ediyorum. Fakat hakiki saik, hakiki fail kimdir? İşte o işte çalışan, ona gidip ihtiyacını temin eden kimse Allah’ı düşünmeden yalnız ona minnettar olsa, o zat da Allah’ı düşünmeden yalnız müşterilerin kendisine akın etmesinden memnun olsa, kâfi gelir mi? Yani bundan matlub hâsıl olur mu? Bir işte ki Cenab-ı Hak düşünülmüyor, Cenab-ı Hak hatırlanmıyor o iş kıymetten sukut eder. Kısmetsizliğe düşer. Peki efendim! Eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması. Şimdi eğer hak bir din, yani hakkı tanıtacak, hakkı bildirecek, hakkı gösterecek, hakka çağıracak bir din cari olmazsa, mevki-i tatbikte olmazsa dünya nedir? Bir zindan. Yani şimdi biz dinin mahiyetini görüyoruz. Dinin faidelerini anlıyoruz. Eğer bu din hak din olmazsa, bu memleket karanlıkta kalır. “Efendim bazı musibetler geliyor, bazı hadiseler oluyor çok üzülüyoruz bundan. Bizi çok endişelendiriyor, buna ne dersiniz?” diye hatırınıza gelirse. Evet, bunlar gelirse, o zaman geldi demeyeceğiz de biz ne ettik ki geldi de hiç demeyeceğiz. Ya ne diyeceğiz? Demek ki nimetin kadrini bilmedik ki mün’im-i hakiki nimetinin kadrini bilmediğimize ceza-i acil olarak bize, bu musibeti gönderdi. Demek o musibet, o bela, o hastalık sebepsiz olarak gelmiş değil. Ya, sebepli olarak, hikmetli olarak hakîm-i mutak tarafından, bizi gafletten uyandırmak için ne yapmıştır, gönderilmiştir. Ha. Yine bak söz nereye gitti? O işte bile Allah’ı düşündük. Öyle ise kusur bizde imiş. İnsan kusurunu anladıktan sonra Rabb-ı Rahimine ne yapacak? Ya Rabbi kusur ettim, kusurumu affet. Sen kullarına zerre kadar zulüm yapmazsın. Biz bu azaba kendimizi müstahak ettik. Sen de bunu gönderdin bizi terbiye etmek için, anladık işi. Bizi affet, bizi bağışla. Bundan sonra yapmayacağız, inşâallah yapmayacağız. Diyebildikse o amirimizin o biraz bizi sıkan, terleten memuruna karşı “Merhaba hoş geldin sen Rabb-ı Rahimimin beni uyandırmaya memur ettiği fakat zahirde biraz sıkıcı bir memurusun. O şefkatli ve son derce merhametli olan Rabbim zulmetmez. Bana kusurlarımı hatırlatmak, kendisinin rahmet, rahmet-i bi nihaye sahibi olduğunu düşündürüp, O’na iltica ettirmek için seni göndermiştir. Ehlen ve sehlen, aler-re’si-vel-ayn. Hoş geldin, sefa geldin.” Yaa. Nedir bunlar? Bunlar hepten şeylerde geçen, bildiğimiz derslerde geçiyor değil mi? Yani afaki değil ha. Yine içinde olan şeyleri münasebetini getirip burda söylüyoruz. Var mı okumadığınız, bilmediğiniz bunların içersin de bir şey, zannetmem. Fakat yerinde şimdi bunu söylemekle şimdi içerinizden ne diyorsunuz, evet diyorsunuz. Hakikaten öyle, derslerimizde bunlar perakende bir surette vardı, sık sık geçiyordu. Fakat bir kere daha müzakere edilmesi hoşumuza gitti.
-: Tekrarında fayda vardır.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 107) YİRMİBİRİNCİ LEM'A/BİRİNCİ VE İKİNCİ DÜSTURLAR DERS - 3 başlıklı makalemizde 1. 2. düstur ve 21.lem'a.ihlas hakkında bilgiler verilmektedir.