اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Sual: Veliler neden Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın nübüvvetinin sırrına mazhar olamıyorlar?
Cevab: Sırrın lügat manası; gizli iş, herkese söylenmeyen şey, müşahedetullahın mahalli bulunan kalpteki latife, insanın aklının ermediği şey, Allah’ın hikmetidir. Eğer veli nübüvvetin sırrına mazhar olsa, o da nebi olmak lazım gelir. Nübüvvet ve risalet zamanla mukayyeddir. Velayet zamanla mukayyed değildir. Bazı büyük veliler gelmiş ki, uyanık iken Zat-ı Risâlet’le sohbet etmişler. Fakat Varis-i Nebevi olan sahabe derecesine çıkamamışlar. Bundandır ki, hiç bir veli sahabe derecesine çıkamıyorlar. Sahabeler Hazret-i Peygamber Aleyhisselatü Vesselamın hayatına, sohbetine ve risalet vazifesi zamanına yetişmişler, vasıtasız feyiz almışlardır. Vefatından sonraki sohbetler velayetin sırrına bakıyor. Nübüvvet, velayetten ne derece yüksekse, nübüvvetteki sohbet de velayetteki sohbetten o derece yüksektir.
Mühim bir nokta: Hazret-i Muhammed Aleyhisselatü Vesselam Hatem-ül enbiyadır. Getirdiği şeriat kıyamete kadar bâki, son kitap olan Kur’an da hıfz-ı İlahi ile mahfuzdur.
İkinci Sualiniz: لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ sırrını taşıyor. Yani bu Hadis-i Kudsi ile Cenab-ı Hak, Habib-i Ekrem’ine hitaben “Eğer seni halk etmek murad etmeye idim, mükevvenat ve mevcudatı halk ve icad etmezdim.” buyuruyor. Demek âlemin hilkatine sebep; Hazret-i Muhammed Aleyhisselatü Vesselamdır. Onun getirdiği Nur, yani Şeriat ve Kur’an bir Nur’dur. Eğer onun getirdiği ahkâma riayet edilmezse, o zaman bu âlemin bekasına lüzum kalmaz. Kâinatın Hâlıkı tarafından bu âlem sarayı yıkılır, tahrip edilir. Sualinizdeki Nur’un ve Kur’an’ın çıkıp gitmeleri, o Nur ve Kur’an’ın bu kâinattaki nizam ve intizamın devam ve bekasının sebepleri olduğuna ve onların çıkıp gitmeleri demek te, beşerin büyük ekseriyetle Kur’an, İman ve İslamiyet’in icablarını terk etmeleri demektir ki, beşer o hale gelince kıyametin kopacağına işaret edilmektedir.
Üçüncü sualiniz:
Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir. Yani; zihinde evvelen tasarlanmamış hakaik-i Kur’aniyeden olduğu için doğruluğu kabul ve tasdik edilmiştir.
Teslim değil imandır. Yani; itaat etmek değil, kalben tasdik ve bilfiil inandığı gibi harekettir.
Marifet değil şehadettir. Yani; cüz’i inanmak değil, yakîn-i imani demek olan şehadettir.
Taklid değil tahkiktir. Yani; benzemek değil, doğru olduğunu meydana çıkarmaktır.
İltizam değil iz’andır. Yani; taraftar olmak değil, hak olduğunu akla kabul ettirmektir.
Tasavvuf değil hakikattir. Yani; kalbi dünyanın fani şeylerinden ayırıp, Allah sevgisi ile bağlamak değil, hakikatleri delilleri ile bilmek ve bildirmek, imanı taklidden kurtarıp tahkike yetiştirmektir.
Dava değil dava içinde bürhandır. Yani; bir fikri ileri sürmek değil, o fikrin içindeki davayı ispata vasıta olan bürhandır, delildir.
Sual: Tasavvuf hakikat değil midir?
Cevab: Hakikattir. Fakat tasavvuf umuma bakmaz, havassa bakar. Avamın imanını taklidden kurtarmaz. Hâlbuki bu zaman umumun imanını taklidden kurtarıp, tahkike yetiştirmesi gereken bir zamandır. Bunun için ehl-i tasavvufun ayları ve güneşleri hükmünde olan İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibend ve Şah-ı Geylani gibi zatlar eğer bu zamanda bulunsalardı, bütün himmetlerini imanları taklidden kurtarıp tahkiki yapmaya sarf edeceklerdi, denilmiştir.
Öyle ise ehl-i tasavvuf yani ehl-i tarikat da خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ (İnsanların hayırlısı insanlara menfaati olandır.) Mealindeki Hadis’ine muvafık olarak halkın imanlarını taklidden kurtarıp tahkike yetiştirmelerine himmet etmelidirler. İşte Nur’lar bu hakikati umuma ders verdikleri için umumun muhtaç olduğu derstir manasında tasavvuf değil hakikattir, denilmiştir.
El Baki, El hubb-u fillah,
Muhibb-i Muhlisiniz, İbrahim Hulusi
Orjinali indirmek için tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 117) HAZMOLMAYAN İLİM TELKİN OLUNMAMALI başlıklı makalemizde manayıharfi ve manayıismi hakkında bilgiler verilmektedir.