120) ONUNCU SÖZ 5.HAKİKAT DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

ONUNCU SÖZ 5.HAKİKAT

DERS – 1

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.

-: Ebu’l as Abdurrahman ibn-i Cabiri ensari radiyallahu anh’ın salat-ı Cumaya giderken Nebi (S.A.V.)’in “Her kiminin ayakları Allah yolunda toza bulanırsa onun vücudunu Allah’u Teala cehennem ateşine haram eder.” Buyurduğunu işittim dediğini senedi sahih-i mütakki ile rivayet olunmuştur.

Müjde, Elhamdülillahi Haza Min Fadli Rabbi.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

فَانْظُرْ اِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Ayetinin tefsiri ve ahirete iman ve haşre inanmanın hakikatlerinden beşinci hakikati okuyacağız ve izahına çalışacağız. Buyur.

-:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Beşinci Hakikat: Bâb-ı şefkat ve ubudiyet-i Muhammediyedir (Aleyhissalâtü Vesselâm). İsm-i Mücîb ve Rahîm’in cilvesidir.

Hulusi Bey: İsm-i ?

-: İsm-i Mucib

Hulusi Bey: Mücîîîb

-: İsm-i Mücîb ve Rahîm’in cilvesidir. Hiç mümkün müdür ki:

Hulusi Bey: Şimdi evvela buraya kadar olan kısmı kavrayalım.  Haşrin ispatına dair bir kapıya götürdü ki Allah’ın rahmetinin kapısına. Evet, o kapılarından bir kapıda şefkat-i Muhammediye (A.S.M). Evet.

-: İsm-i Mücîb

Hulusi Bey: Şefkat-i Muhammediye

-: şefkat ve ubudiyet-i Muhammediyedir (Aleyhissalâtü Vesselâm)

Hulusi Bey: Tamam şefkat ve ubudiyet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm. Yani Hz. Muhammed (A.S.M.)’ın ümmetine şefkati, belki bütün mahlûkata karşı, canlılara karşı, bitkilere karşı şefkati ve ubudiyyeti. Yani bir abd olmak itibariyle Cenab-ı Hakka karşı Onu ma’bud tanıyanların içerisinde yine imam vasfına haiz, mürşit vasfına haiz, bir zat-ı mübarek. Şimdi onun şefkati, onun ubudiyyeti neye götürüyor bizi? Hangi ismin tecellisine? Rahim ve Mücîb, ha. Rahim, yani Rahim ismi sanki şefkat-i Muhammediye’de tam tecellisini bulmuş. Onun ümmetine karşı ve saydığım hayvanlara ve nebata ta karşı evet, gösterdiği şefkat, kavminin; hayatına kast etmesine karşılık onlara kahr ile dua etmeyip; “Ya Rabbi kavmim cahildir onlara hidayet buyur” diye duada bulunması onun şefkatini ne derecede olduğuna bir işarettir ki sure-i Tevbe’nin son ayetinde Cenab-ı Hak; “Ey Habibim re’fetine karşı, muhabbetine, merhametine karşı, kulak asmayanlara karşı ne yapıyor?

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُۘ لآَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

Habibini teselli ediyor. “Senin bu kadar şefkatkârene muamelene karşı, bunu anlamayanlara, seni dinlemeyenlere senin gösterdiğin hidayet yoluna koşup gelmeyenlere karşı, müteessir olma. Onları çör çöp nev’inden say. Ehemmiyet verme ve deki; bana Allah kâfidir. O arş-ı azimin sahibidir, Rabbıdır. O bana yeter. Siz bana itaat etmezseniz, benim bu şefkatime karşı dinlemekle, o şefkatimin kadrini bilmekle muamele etmezseniz, Cenab-ı Hak sizin yerinize beni dinleyecekleri halk eder, onlara benim sözümü dinlettirir, onları hidayete getirir. Sizi de helake götürür.” diye Cenab-ı Hak habibinin o sonsuz şefkatkarane hissiyatını ki Rahim isminden gelen şeysini ne yapıyor? Teselli buyuruyor “Merak etme, ehemmiyet verme. Onları insan bile sayma, hayvandan da sayma, haşarat nev’inden say geç.” diye teselli ediyor. Şimdi biz bunun içerisine giriyoruz işte bakalım daha ne buyuruyor. Dikkat edelim ki Cenab-ı Hak bir şeyler ihsan etsin, bir varidat olsun. Evet, bu sözler öyle kafayı kazıyarak yazılmış şeyler değil ki, şu kitaba bakayım, bu lügata bakayım değil. Belki ilham ile Cenab-ı Hakkın ihsan buyurduğu, ikram buyurduğu, evet ikram buyurduğu sözlerdir. Meşgul olmayın. Herhangi bir şey araya girerse bilin ki sizi meşgul etmek için. Taraf-ı İlahiden değil. Yalnız buraya, bütün dikkatinizi buraya verin ki bir şey istifade edesiniz. Evet, Buyurun.

-: Hiç mümkün müdür ki: En edna bir haceti, en edna bir mahlûkundan

Hulusi Bey: Hiç mümkün müdür ki: En edna bir haceti, evet en edna

-: En edna bir haceti, en edna bir mahlûkundan görüp, kemal-i şefkatle ummadığı yerden is’af eden

Hulusi Bey: Yani onun hacetini is’af ediyor, yerine getiriyor. İs’af demek yerine getirmek demek. Ne isterse onu vermek.

-: ve en gizli bir sesi, en gizli bir mahlûkundan işitip imdad eden, lisan-ı hal ve kal ile istenilen her şeye icabet eden nihayetsiz bir şefkat ve bir merhamet sahibi bir Rab; en büyük bir abdinden, en sevgili bir mahlûkundan, en büyük bir hacetini görüp bitirmesin, is’af etmesin;

Hulusi Bey: Mümkün değil.

-: (Haşiye): Evet 1350 sene saltanat

Hulusi Bey: Acele etme,

-: Haşiye vardı da.

Hulusi Bey: Acele etme, acele etme, oraya gitme. Şimdi yukarıdan bir daha al.

-: Hiç mümkün müdür ki: En edna bir haceti, en edna bir mahlûkundan görüp kemal-i şefkatle ummadığı yerden is’af eden ve en gizli bir sesi, en gizli bir mahlûkundan işitip imdad eden, lisan-ı hal ve kal ile istenilen herşeye icabet eden nihayetsiz bir şefkat

Hulusi Bey: Orda kal. Şimdi en edna bir haceti, en edna bir mahlûkundan işitmek ve is’af etmek. Evvela bunu kavrayalım. Buna misal olarak ne diyecek? İnsan yavrusu, hayvan yavrusu dünyaya geldikten sonra, onu anasının memesinden sütü ihsan etmek suretiyle, ona merhamet buyuruyor. O lisan-ı haliyle “Beni dünyaya getirdi, yaşatmak için beni yeme içme, yani beslenmeye muhtacım ben. Bunu da sen biliyorsun.”

Çünkü:  قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ٭ اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ  Evet, herkesin ihtiyacını bilir ve ihtiyacını da ummadığı yerden de yetiştirir. Bütün muhtaçların ihtiyaçlarına cevap verecek rahmet hazinelerine malik bir Sultan-ı Zülcelal. Evet, bu yavruları insan olsun, hayvan olsun artık zat-ı aczin en son kertesine gelmiş vaziyetteyiz. Onları nasıl besliyor. Ve nerede ve ne surette onlara o süt çeşmesini gönderiyor. Evet, işte zatlara söylediğim gibi, geçen ay içerisinde gelen iki asistan. Evet, Kur’an da öyle bahis ediyor. Kanla fışkı arasından birden bu mana inkişaf etti, onlara söylediğim zaman. Şimdi siz dedim aklınıza göre bunu şey etmiyorsunuz fakat ayettir. Ayette Cenab-ı Hak böyle buyuruyor; yani yediğimiz şeyler bize hem kan oluyor, hem süt oluyor. Kan ile sütün münasebeti var mı? O gıdadan geliyor. Esası oradan. Daha esası Allah’tan. Yediğimiz şeylerin ister et cinsinden olsun, ister ot cinsinden olsun bunların hepsi onun mülkünde yetişiyor. Ve bize rızık olarak nasip oluyor. Midemize girdikten sonra ondan evvela kanı, sütü bir birinden tefrik ederek sütleri memeler yoluna gönderiyor. Oraya. Kanı kalp vasıtası ile tasfiye ediyor, damarlara gönderiyor. Geriye kalıyor posası, posasını da midenin öteki deliğinden bağırsaklar yolu ile dışarıya atıyor.

İşte ona fışkı diyor. مِنْبَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ  fers fışkı demek.  مِنْبَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ  buyuruyor ayet. İşte fışkı ile kan arasından size, dedim şimdi bizim yediğimiz şeyde işte bu da var o da var. Hepsini o yediğimiz şeyden çıkarıyor bunu. Peki, hatıra gelir ki çocuk olmazdan evvel, ister hayvan dişisi olsun, isterse insan anaları olsun, yavru meydana gelmezden evvel, bu süt ne oluyor. O depolarda iddihar ediliyor. Lahm, şahm suretini alıyor. Onları orada saklar ne zamana kadar? Vücut zaafa uğradı mı o depodan onu besler. Bazı hastalar var ki yiyemezler. Yani hastalık onun iştihasını kapatır, lokmayı alsa tükürür dışarı atar. Yahut istifrağ eder.

Evet, işte o depolardaki gıdalar ona bir hayli müddet kâfi gelir. Mahlûkunu rızıksızlıktan öldürmez. Rahmetine bak! Rahmetinin cilvesine bak! Nereden neyi yapıyor ve nereye gönderiyor. Böyle bu kadar lezzetli ve şifalı bir gıdayı ne surette istihzar ediyor. Peki, şimdi o annenin yediği eti, otu verelim. Bu gün fende çok terakki etmiş, bak füzelerle şeye gidiyor. Hep dillerine almışlar füzelerden aya gidiyorlar. E gitsinler ne bulacaklar. Bir de sana taş mı getirecekler? Altı milyara. Bu şimdi Apollo 14 şimdi altı milyara mal oluyormuş, Hacı Sabri sen hesabını tut. Peki, ne getirecek?

-: Taş

Hulusi Bey: Ne ise sen Karakoçan’dan gönder. Zahmet etmesinler. Peki efendim! Evet, ne dedik?

-: O gıdayı çıkartması

Hulusi Bey: Şimdi verelim o annenin yediği yemeği etini, otunu verelim. Fende alsın bunu kan çıkarsın, süt çıkarsın bakalım. Ondan sonra posasını da bir tarafa atsın. Efendim her şeyi yapıyorlar. Şimdi yerden biten şeyi götürüyor, sana şeker diye getiriyor. Yerden biteni değirmene, fabrikaya götürüyor sana güzel un diye veriyor.

-: Fabrika onun değil ki yapa. Onu o irade etmiş onunkini yapıyor.

Hulusi Bey: Onun fabrikası canlı, onun fabrikası canlı, işte ineğe yedirir öyle, koyuna yedirir öyle, insana yedirir böyle, onların fabrikalarından o halis sütü alır.

Çünkü o fabrikanın sahibi de O.  Zaten لَهُ الْمُلْكُ   nedir? Mülk umumen onundur. Sen nesin? Hem onun mülküsün hem memluküsün hem de mülkünde çalıştırılıyorsun. Bu söz başka şey bırakmıyor, yani her şeyi halletmiştir.  Bak istediği yerden neyi çıkarıyor. Peki, her ağaç da meyvelerine su veriyor farkındayız. Ağaçlara su yürümesi diye. İncire bakıyoruz ki yavruları demek olan meyvelerine süt veriyor. Ona nasıl bir şey bulacağız? Fennin bu hususta ki beyanı nedir acaba? Ağaçlara su yürüdü, bu ağaca bu nasıl bir kabiliyet vermiş ki meyvelerine süt olarak gidiyor. Şimdi sakız çiğnemesini bilirsiniz değil mi? Evet, ekseri biz şeyde dağlarda otlardan onu yapardık.

-: Kenger sakızı

Hulusi Bey: Değil mi? Yayla sakızı, içerisinden süt akıyor, şeye taşın üzerine dökerdik olurdu sakız. Bidayette biraz acımsıdır, ondan sonra tatlılaşır. Ondan sonra ipe diz yayla sakızı, yayla sakızı diye sat. Ve bu bitkiyi efendim tabiat böyle. Hay tabiat başına patlasın hangi tabiat ya hu. Cenab-ı Hakkın kudretinin nişaneleri bunlar ya hu. Birine su yürütür öyle yapar ötekine su yürütür su çıkarır, süt çıkarır. Onunla meyvelerini besler yahut senin neyse. Onların işte bilhassa sakız çiğnemelerine vesile olur. Hadi bakalım. “Söz uzanır ger kalanın der isem.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَٓى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

-: Lisan-ı hal ve kal ile istenilen her şeye icabet eden nihayetsiz bir şefkat ve bir merhamet sahibi bir Rab; en büyük bir abdinden en sevgili bir mahlûkundan en büyük hacetini görüp bitirmesin, is’af etmesin.

Hulusi Bey: Şimdi lisan-ı hal hayvanların, nebatatın lisanıdır. Lisan-ı kal insanların bilhassa, insanlar dilleri vardır o dilleriyle Cenab-ı Haktan isterler. Nedir istedikleri? En çok ihtiyacımız neyedir? Aciziz, muhtacız, kimden ne istenir bu vaziyette olan bir adam aciz olursa, fakir, muhtaç olursa, sahipsiz, kimsesiz kalırsa

Naçar kalacak yerde.

 Nagâh açar ol perde.

Derman eder ol derde.

Mevlâ görelim neyler.

 Neylerse güzel eyler.”

Evet, şimdi burda ne oldu? İnsan naçar kaldı mı? Aman Ya Rabbi diyecek. Onun merhametine sığınacak. Bu diliyle yapar, öteki hal diliyle, gerisi kal diliyle. Yani söylemek kabiliyetini ihsan buyurduğu evet şu dil ile kemiksizdir onu konuşturur. Evet.

-: (Haşiye): Evet binüçyüz elli sene saltanat süren ve saltanatı devam eden ve ekser zamanda üçyüzelli milyondan ziyade raiyeti bulunan ve her gün bütün raiyeti onunla tecdid-i biat eden ve onun kemalâtına şehadet eden, kemal-i itaatle

Hulusi Bey: Ne yapıyoruz tecdid-i biat?

اَشْهَدُ اَنْ لآَاِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ

İşte tecdid-i biat. Şehadet ederiz ki; Allah’tan başka Allah yoktur. Hazreti Muhammed (A.S.M.) onun kulu ve resulüdür.

-: Evet, binüçyüz elli sene saltanat süren ve saltanatı devam eden ve ekser zamanda üçyüzelli milyondan ziyade raiyeti bulunan ve her gün bütün raiyeti onunla tecdid-i biat eden ve onun kemalâtına şehadet eden ve kemal-i itaatle evamirine inkıyad eden ve Arzın nısfı ve nev’-i beşerin humsu o zâtın sıbgı ile sıbgalansa, yani manevî rengiyle renklense ve o zât onların mahbub-u kulûbu ve mürebbi-i ervahı olsa; elbette o zât, şu kâinatta tasarruf eden Rabb’in en büyük abdidir.

Hulusi Bey: Niye oraya kadar getirdi? Yani en edna bir haceti dedi. En edna bir mahlûkundan kabul etsin yerine getirsin, ister lisan-ı hal ile ister lisan-ı kal ile. Ki onun kuvvetçiği ile bunun hiç birisine yetişmesine imkân yokken kemal-i keremi ile rahmeti ile onun arzusunu yerine getirsin de, en büyük bir abdi olan, iki cihan severi olan Hazreti Muhammed (A.S.M.)’ın beka, ahiret, haşir hususundaki temennisini, duasını, niyazını kabul etmesin. Bunu hiç akıl kabul eder mi? Hiçbir akıllı bunu kabul etmez diye bilir mi? İmanı var aklı var elbette diyecek ki; Her kesten evvel onun bu büyük hacetini, bu büyük dileğini O merhametli padişah yerine getirir.

-: Arzın nısfı

Hulusi Bey: Arzın yarısını diyor. Burda, buradaki manaya işaret. Sebebi, arzın yarısı Müslüman mı? Değil. Arzın yarısı beşte biri Müslümanlığı kabul etmiş amma yarısı da onun getirdiği ahkâma dinleri Yahudi, Nasara olduğu halde uymuşlar. Hatta müşrik oldukları halde onun getirdiği Kur’an’ın ahkâmına uymuşlar. Yalnız eksikleri var. La ilahe illallah Muhammed ün Resullah demiyorlar, diyemiyorlar, Allah hidayet etmemiş. Bunu deseler Müslümanlıkla aralarında hiçbir şey kalmaz. Hiçbir mucib-i niza bir hal kalmaz.

-: Arzın nısfı ve nev’-i beşerin humsu o zâtın sıbgı ile sıbgalansa, yani manevî rengiyle renklense

Hulusi Bey: Ne demek manevi bir renk? Şimdi onun getirdiği Kur’anın bir ayetinde

وَاَنْ لَيْسَ لِـْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَاسَعٰى

Buyuruyor.  İncil’e bakın böyle bir ayet var mı? Yok. Tevrat’a bakın yok. Onlar daha ziyade vaz’ı nasihat ediyor. Böyle dünyaya ehemmiyet verdirmiyor. Hâlbuki ki bu din, hem dünyayı, hem ahireti o muazzam bedi Sallallahu Aleyhi Vessellem; “Yarın ölecekmişsiniz gibi ahiretinize, daima dünyada yaşayacakmışsınız gibi dünyanıza çalışınız” diyor. Buyuruyor. Hangi dinde bu var. Tasavvuf ciheti değil.  Umuma söylenecek söz budur, umuma. Zaten umum bunu almış. İşte dediğim gibi eksikleri var. La ilahe illallah Muhammed ün Resulullah deseler. Aldıkları ahkam İslam. Elinde kitap diye taşıdıkları ne İncil, ne Tevrat. Böyle bir ahkâm göstermiyor. Böyle bir yol göstermiyor onlara. Hâlbuki dünyaya sarılmışlar. Bu kadar himmetlerini dünya için sarf ediyorlar. Ama muvazene yok. İslam dini dünya kadar, ahirete de, hatta bazı müfessirler

وَاَنْ لَيْسَ لِـْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَاسَعٰىۙ

yı dünyada kalacağın kadar dünyana, ahirette kalacağın kadar da ahiretine çalış. Dünyada ne kadar yaşayacaksın?  Hele şu ümmetin ömrü kısa, diğer ümmetler gibi değil. Üç yüz sene, dört yüz sene, bin sene yaşayan yok. Yani yüzü geçen ender.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 119) ONYEDİNCİ SÖZ - DERS -3 başlıklı makalemizde 17.söz ve ONYEDİNCİ SÖZ hakkında bilgiler verilmektedir.