ONSEKİZİNCİ SÖZ DERS – 2
-: Hem siz birer perde yaratılmışsınız. Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd
Hulusi Bey: Şimdi bazı şeyler var ki zahiri çirkindir, onun bahsini yapar. Mesela baharın haşin rüzgârı, şiddetli sağanak yağmuru gibi. Eyvah, beş dakikalık yere gitmeden sırılsıklam eder insanı değil mi bazen? Hâlbuki bizi ıslatır ama o seslerde hoşumuza gitmez ama neticesi toprağın, bazı hayvanların, hatta susuz mıntıkaların suları için, kuyuların suları için artmasına vesile olmak gibi çok hayırlı işleri var. Biz yalnız burdan camiye gidinceye kadar ıslandım yahu, ta sular topuğumdan çıktı, biz şekvaya hazırız. Bize karşı vaziyeti böyledir ama hakikatte öyle iyilik tarafı da var. Öyleyse bir şeyin iyi veya kötü, hayır veya şer olduğunu zahir yüzüne bakarak hükmetmek doğru olur mu?
-: Olmaz.
Hulusi Bey: Ne diyeceğiz? Neticesini düşünmek lazım. Neticeleri biz bilebilir miyiz?
-: Bilemeyiz.
Hulusi Bey: Şimdi ehliyetsiz liyakatsiz bir adam memleketimizin bir amir mevkiine geçer. Onun yüzünden memlekette bir hayli bozukluklar da olur. Bize de zararı dokunabilir. Fakat bu hal eğer bizi ya Rabbi bizim başımıza, bize layık değil, senin rahmetine uygun bize lütfile, örfile değil lütfile muamele edecek bir baş gönder, bir idare edecek adam gönder demek, bizi buna götürecekse o adamın bulunması nedir, rahmet olur. Hâlbuki ehliyetsizdir, liyakatsizdir, işi karmakarış eder, fakat bize eğer onun o vaziyetini ya Rabbi, Allah dedirtiyor mu bize? Allah’ım bizim başımıza bu adam gibi değil, bizim layık olduğumuz bu adam gibi değil, belki senin lütfuna merhametine layık birini gönder de bizim vaziyetimizi düzeltsin dedirtirse o hayırsız adamın başta bulunması hayırlı mı hayırsız mı? Bu sözü dedirtirse bize hayırlıdır. Neticedir ama. Netice bizim üzerimizde tesiri böyle olur. Evet, bir zalim amir başa gelir, zulmeder. Fakat netice sana da Allah dedirtir mi? Şimdi onun bu tarafı iyi mi değil mi? Seni Allah’a dehalet ettirdiği için iyi. İşte böyle acib cilveleri var. Cenab-ı Hak sana Allah dedirtmek için, bana ya Rabbi deyip dehalet ettirmek için böyle bir zalimi başımıza koyabilir. Cenab-ı Hak bizi bu surette terbiye etmesin. Bu surette kendisine dehalet etmesin. İster, genişlikte ister, darlıkta daima ya Rabbi beni affet, affı seversin diyenlerden eylesin. Evet.
-: Hâlbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz.
Hulusi Bey: Ya çünkü iyiliği kendine mal ediyorsun, temellük ediyor da, benimdir bu, bunu ben yaptırdım, öyle değil mi, ben de sana soruyorum Hüseyin Bey, bunu ben yapmadım mı? Sen de evet evet. Galiba sende de başladı benlik.
-: Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.
Hulusi Bey: Bak bu sözler de ağırımıza gidiyor ha. E biz tabiatperest miyiz? Tabiatperest miyiz?
-: Evet
Hulusi Bey: Yok yok haşa. Aman yahu ne ediyorsun Hacı? Tabiatperest olmayız inşallah. Sana vahiy geliyor mu? Allah nasip ede diyor. Hacı Nuri geçen gün, bazen öyle şey yapıyor ki
-: Vahye layık mıyız?
Hulusi Bey: Sana vahiy geliyor mu? Allah nasip ede diyor. Yani beni peygamber nasip ede. Allah hayır vere. Ama sonra anlaşıldı, estağfirullah dedi.
-: Hem deme ki: “Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir.” Zira temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun.
Hulusi Bey: Şimdi sen ben, herkes kendi hesabına, mademki bizi Cenab-ı Hak bu işe layık, demek ki biz layığız ki bizi bu işte bulunduruyor dememiz doğru olur mu?
-: Olmaz.
Hulusi Bey: Fakat Allah’a atfederiz, Cenab-ı Hak bize lütfediyor, sanki verdiği nimetler azmış gibi bu nimetleri de bize tattırıyor da bizden fazlasına şükür istiyor ha, bahası da şükürdür, Elhamdülillahtır. Dilimiz varsın biz de elhamdulillah ya Rabbi elhamdulillah. Layık olmadığımız halde bize ne kadar lütuflar gösteriyorsun, ne kadar nimetlere layık görmüşsün.
-: Hem deme ki: “Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir.
Hulusi Bey: Ben layıkım yani mazharım, layıkım.
-: ” Zira, temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun.
Hem deme ki:
Hulusi Bey: Yani temessül ne? İçin dışa, için dışa dönse belki de sen de utanacaksın ben de, utanacağız. Şimdi benim üzerime hep söylersem belki bermurtat söylüyor diyorlar, onun için seni de hesaba katıyorum ara sıra. Fakat inşallah ne sen, ne ben. Evet, mazhar nedir, ne mazhar, neye layık? Cenab-ı Hakk’ın lütfu var, nimeti var, bunu inkâr etmeyiz. O da bizden şükür istiyor. Şükür ne yapılacak? Bir kere ya Rabbi şükür, elhamdulillah demek yeter mi? Ne yapacağız? Biz de içimizden bu işe rağbet edeceğiz, arzusunu çekeceğiz. Ya Rabbi bize layık gördüğün nimetten bizi mahrum etme, bizi mahrum etme. Dinleyici ise o da desin ki beni mahrum etme, çünkü başka şeylerle baktım ömrüm geçip gidiyor, rüzgâr gibi, ha şurda biraz bir şeyler istifade ediyorum, dinime, imanıma, Kur’an’ıma ait şeylerdir. Bu senin lütfundur, senin nimetindir, bu nimete beni layık gördüğün gibi bu nimeti devam ettir ya Rabbi, devam ettir. Arkasını kesme, devam ettir. Gönlüme bir şevk ver, iştiha ve iştiyak ver, ciddi bir surette bu işe sarılayım, anlayayım, başkalarına da anlatayım. Evet, eli kalem tutanlar, dostlarınıza, ahbaplarınıza yanınızda değilse onlara bu derslerden aldığınız faideyi onlara taze yetişmiş turfanda meyve gibi nakletmeye çalışın. Turfanda meyve. Bak çarşıya bir şey gelmişti, ha taze kiraz. Evet, onu da bir dostunuza bu Kur’ani meyvelerden, bu imani meyvelerden yazıyla bildirmek suretiyle tattırmak tarafına himmet buyurasınız. Cenab-ı Hak bu konuştuğum evvela beni, sonra da dinleyicilerimi buna muvafık amelle, anlayışla hem amel etmek, hem anlamak imkânını halk buyursun. Âmin. Hadi bakalım.
-: Hem deme ki: “Halk içinde ben intihab edildim.
Hulusi Bey: Yâ. Şimdi nasıl? Nasıl koltuktan veriyoruz değil mi? Efendi sen olmasan, Hacı Ağa sen olmasan, Hacı Ağa bir Estağfirullah’ı çeker. Birkaç tane Estağfirullah ama vallahi, yani bu da istiyor ha, nefsin de istiyor. Yani böyle alttan temenna edeceğiz değil mi Hacı Ağa, ha? Nasıl temenna edilir, hele sen temennanın bir talimini göster. Ağa temennaları nasıldır, ağa temennaları? Ya bak ağadan bahsettim mi size bakıyor Hacı Ahmet Ağa, ben demedim ya baktı ki var mı, yanlışını çıkarır diye bakıyorsun değil mi? Buyur buyur buyur.
-: Hem deme ki: “Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.”
Hulusi Bey: Var ya, yok mu?
-: Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.
{(Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskât etmesini
Hulusi Bey: İskât
-: iskât etmesini çok beğendim ve “Bin Bârekâllah” dedim.}
Hulusi Bey: Eyvallah. O beğenmiş biz de beğendik, fakat biz onun için kabul etmiyoruz. Bunun kendi nefsi için söylediğini insaf edip kendimize kabul edelim de biz nefsimize bu öğüdü verelim, bu baskıyı yapalım. Ta yeter illallah desin. Bu kadar beni kötülediğin yetmez mi desin.
-: İKİNCİ NOKTA:
اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır.
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir.
Hulusi Bey: Yahut bi netice
-: Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir.
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî çiçeklerin inkişafı vardır.
Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri,
Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur. Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan
Hulusi Bey: Hodgâm
-: hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder.
Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki eşyanın insana aid gayesi bir ise, Sâni’inin esmasına aid binlerdir.
Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder.
Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder.
Hulusi Bey: Zarar verici. “Bunu niye böyle yaptın?”
-: Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ: Atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ: Kar’ı, pek bâridane ve tatsız telakki ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder. Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.
İşte menba-ı edeb olan Kur’an-ı Hakîm’in bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir.
İşte menba-ı edeb olan Kur’an-ı Hakîm’in bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasılki bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâni’ine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.
Hulusi Bey: Fethullah Hoca, Fethullah Bey.
-: Efendim?
Hulusi Bey: Teşrif et, biraz yoruldu, gel.
-:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭
ÜÇÜNCÜ NOKTA:
اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭
Madem kâinatta hüsn-ü san’at, bilmüşahede vardır ve kat’îdir. Elbette risalet-i Ahmediye (A.S.M.), şuhud derecesinde bir kat’iyyetle sübutu lâzımgelir.
Madem kâinatta hüsn-ü san’at, bilmüşahede vardır ve kat’îdir. Elbette risalet-i Ahmediye (A.S.M.), şuhud derecesinde bir kat’iyyetle sübutu lâzımgelir.
Hulusi Bey: Doktorumuz burda mı?
-: Burda.
Hulusi Bey: Onun da yüzünü görelim.
-: Saklanmış.
-: Elbette risalet-i Ahmediye (A.S.M.), şuhud derecesinde bir kat’iyyetle sübutu lâzımgelir.
Zira şu güzel masnuattaki hüsn-ü san’at ve zînet-i suret gösteriyor ki: Onların san’atkârında ehemmiyetli bir irade-i tahsin ve kuvvetli bir taleb-i tezyin vardır. Ve şu irade ve taleb ise; o Sâni’de, ulvî bir muhabbet ve masnu’larında izhar ettiği kemalât-ı san’atına karşı kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor. Ve şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat içinde en münevver ve mükemmel ferd olan insana daha ziyade müteveccih olup temerküz etmek ister. İnsan ise, şecere-i hilkatin zîşuur meyvesidir.
İnsan ise, şecere-i hilkatin zîşuur meyvesidir. Meyve ise, en cem’iyetli ve en uzak ve en ziyade nazarı âmm ve şuuru küllî bir cüz’üdür. Nazarı âmm ve şuuru küllî zât ise, o San’atkâr-ı Zülcemal’e muhatab olup görüşen ve küllî şuurunu ve âmm nazarını tamamen Sâni’in perestişliğine ve san’atının istihsanına ve nimetinin şükrüne sarfeden en yüksek, en parlak bir ferd olabilir.
Nazarı âmm ve şuuru küllî zât ise, o San’atkâr-ı Zülcemal’e muhatab olup görüşen ve küllî şuurunu ve âmm nazarını tamamen Sâni’in perestişliğine ve san’atının istihsanına ve nimetinin şükrüne sarfeden en yüksek, en parlak bir ferd olabilir.
Şimdi iki levha, iki daire görünüyor. Biri: Gayet muhteşem, muntazam bir daire-i rububiyet ve gayet musanna’, murassa’ bir levha-i san’at…
Biri: Gayet muhteşem, muntazam bir daire-i rububiyet ve gayet musanna’, murassa’ bir levha-i san’at… Diğeri: Gayet münevver, müzehher bir daire-i ubudiyet ve gayet vâsi’, câmi’ bir levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman vardır ki,
Hulusi Bey: Tefekkür, istihsan hepsi birarada.
-: ikinci daire bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.
Hulusi Bey: Şimdi o ilavelerini kaldırırsan birisi rubûbiyet dairesi, diğeri ubudiyet dairesi var. Evet.
-: ikinci daire bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.
Hulusi Bey: Nasıl?
-: ikinci daire (ubudiyet dairesi) bütün kuvvetiyle birinci dairenin (rububiyet dairesinin) namına hareket eder.
Hulusi Bey: Hah.
-: İşte o Sâni’in bütün makasıd-ı san’atperveranesine hizmet eden o daire reisinin ne derece o Sâni’ ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbub ve makbul olduğu bilbedahe anlaşılır.
-: Bu rububiyet dairesi ubudiyet dairesi hesabına nasıl çalışır.
Hulusi Bey: Ububiyet dairesi, rubudiyet dairesi hesabına çalışır. Onunla münasebetini kessen, imkân var mı kesmek? Yere desen sen kime ibadet ediyorsun, Rabbime diyecek. Değil mi? Sen kimin için çalışıyorsun? Kimin için yaşıyorsun? Evet.
-: İşte o Sâni’in bütün makasıd-ı san’atperveranesine hizmet eden o daire reisinin ne derece o Sâni’ ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbub ve makbul olduğu bilbedahe anlaşılır.
Acaba hiç akıl kabul eder mi ki: Şu güzel masnuatın bu derece san’atperver, hattâ ağzın her çeşit tadını nazara alan in’amperver san’atkârı, Arş ve Ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, berr ve bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbir ile perestişkârane ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lâkayd kalsın ve onunla konuşmasın ve alâkadarane onu resul yapıp,
Hulusi Bey: İşte yavaş yavaş perde kalkıyor ha. Şimdi ubudiyet dairesinde bir fert var, bir meyve var. O meyve bu âlemin, belki gelecek âlemlerin de çekirdeği olmuş. Cenab-ı Hak bunu halk etmeseydi onları halk etmeyecekti. O da hakikaten bu şeye, alakaya layık bir vaziyete götürür. Halık’ını o kadar medh ü sena ediyor, o kadar O’na şükür vazifesini yapıyor, o kadar olur işte. Evet.
-: Acaba hiç akıl kabul eder mi ki: Şu güzel masnuatın bu derece san’atperver, hattâ ağzın her çeşit tadını nazara alan in’amperver san’atkârı, Arş ve Ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, berr ve bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbir ile perestişkârane ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lâkayd kalsın ve onunla konuşmasın
Hulusi Bey: En güzel masnuu kimdir?
-: Hazreti Peygamber.
Hulusi Bey: Hazreti Peygamber Hazreti Muhammed (a.s.m.)dır. Ona karşı alakadar olmamak imkânı var mı? Böyle bir masnu’ o da böyle bir masnu, böyle bir meyve. Hem çekirdek, hem meyve. Hem hilkatin yani bu yaratılanların hepsinin yaratılmasına sebep olmuş, hem de yaratılanların neticesi olan meyvesinin vaziyetini de muhafaza ediyor kendisi.
-: ve alâkadarane onu resul yapıp, güzel vaziyetinin başkalara da sirayet etmesini istemesin?
Hulusi Bey: İşte niye resul yapmış diye bir sual-i mukadderin de cevabı. Niye onu peygamber yaptı? Ondaki güzellik başkalarına. Güzellik nerde, nimetlere karşı şakir. Cenab-ı Peygamber (a.s.m.) günde 70 istiğfar edermiş. Bilmiyorum ya Hz Ayşe validemiz yahut Hz Fatıma validemiz demişler ki:”Niçin bu kadar istiğfar ediyorsun, senin ne kusurun var ki?”. “Ben şakirlerden olmayayım mı?
-: Kellâ! Konuşmamak ve onu resul yapmamak mümkün değil.
اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّٰهِ اْلاِسْلاَمُ ٭ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 123) ONSEKİZİNCİ SÖZ DERS - 1 başlıklı makalemizde 18.söz ve onsekizinci söz hakkında bilgiler verilmektedir.