125) ONSEKİZİNCİ VE ONDOKUZUNCU SÖZ DERS – 3

ADAD

Hulusi Bey

ONSEKİZİNCİ VE ONDOKUZUNCU SÖZ DERS – 3

Hulusi Bey:

[Firkatli ve gurbetli bir esarette, fecir vaktinde ağlayan bir kalbin ağlayan ağlamalarıdır]

Farisî ya burda Türkî manasını okuyalım.

            Seherlerde eser bâd-ı tecelli

            Uyan ey gözlerim vakt-i seherde

 

            İnayet hah zidergâh-ı İlahî

            Seherdir ehl-i zenbin tövbegâhı

 

            Uyan ey kalbim vakt-i fecirde

            Bikün tövbe, bicû ğufran zidergâh-ı İlahî

Farisî şeysi de bu:

سَحَرْ حَشْرِيسْتْ دَرُو هُشْيَارْ دَرْ تَسْبِيحْ هَمَه شَىْ ..

بَخَوابِ غَفْلَتْ سَرْسَمْ نَفْسَمْ حَتَّى كَىْ ..

عُمْرْ عَصْرِيسْتْ سَفَرْ بَاقَبْرْ مِى بَايَدْ زِهَرْ حَىْ ..

بِبَرْخِيزْ نَمَازِى چُو نِيَازِى گُو بِكُنْ آوَازِى چُونْ نَىْ ..

بَگُو يَا رَبْ پَشِيمَانَمْ خَجِيلَمْ شَرْمْسَارَمْ اَزْ گُنَاهْ بِى شُمَارَمْ پَرِيشَانَمْ ذَلِيلَمْ اَشْكْ بَارَمْ اَزْ حَيَاتْ بِى قَرَارَمْ

غَرِيبَمْ بِى كَسَمْ ضَعِيفَمْ نَاتُوَانَمْ عَلِيلَمْ عَاجِزَمْ اِخْتِيَارَمْ بِى اِخْتِيَارَمْ َاْلاَمَانْ گُويَمْ عَفُوْ جُويَمْ مَدَدْ خَواهَمْ زِدَرْگَاهَتْ اِلهِى

Bu da ehemmiyetli bir bahis. Bu ibareyi okuyabilir misin?

-: Evet.

Hulusi Bey:

Ondokuzuncu Söz

Risalet-i Ahmediye’ye Dairdir

-: Hadis-i şerif mi?

Hulusi Bey: Bu?   

-: Bu şiir mi kaside mi?

Hulusi Bey: Yok yok.

وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى ٭ وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ ع.ص.م

         Evet bu söz güzeldir. Fakat onu güzelleştiren, güzellerin güzeli olan evsaf-ı Muhammediyedir.

         “Ondört Reşehat”ı tazammun eden Ondördüncü Lem’adır.

                 BİRİNCİ REŞHA

Bir, iki Reşha’yı teberrüken okuruz, ondan sonra. Hacı biraz böyle enseni kaşı biraz.

-:  Efendi! O şeyi izah buyurmadın.

Hulusi Bey: Neyi?

-:  وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا

Hulusi Bey: وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا Var izahı.

Bunun oraya geçmesinin sebebi de var. Şeyde 1336 senesinde, 1336 senesinde yani 1920 senesinde Tasvir-i efkâr olacak ya Tevhid-i efkâr. Tevhid-i efkâr gazetesi çıkıyordu o zaman. Bizim bir askeri imamımız vardı. Elâzığ’da da bulunmuştur. Hafız Necip Efendi. O, bazı askere nasihat etmişti hoşuna gitmiş de ona o tevhid-i efkârda çıkan bir manzum yazıyı vermişti. Manzum yazıda şeyden “Muallim Cudi” adlı bir zatın. Muallim Cudi de eski hocalardan. Anadolu’da doğmuş, yurdun her tarafında Anadolu’da, Rumeli’de birçok yerler de hocalık etmiş. Bu zata, Yahya Kemal’e yazıyor. Yahya Kemal da “Ezansız Semtler” isminde, lakabıyla bir yazı yazıyor. Ona şeyi diyor bir yazınızı gördüm ‘ezansız semtler’ adlı ezansız semtler adlı bir yazınızı okudum bundan çok müteessir oldum. Bir hediye olmak üzere, bir mukabil olmak üzere, şu yazımı gönderiyorum diyor. O Muallim Cudi’nin yazısını ben arkadaşlara yazdırmıştım. Bilirler, Muallim Cudi sende var mı?

Hacı Muhammed nerde?

-: Buradayım Efendim

Hulusi Bey: Muallim Cudi’nin yazısı sende var mı?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Niye hayır? Bekir Bey sizde yok mu?

-: Yazdık efendim.

Hulusi Bey: Yazdın tamam. İşte O zatın yazısında. Bende bunu tuttum 1929 senesi Üstada gönderdim. Yazdım el yazımla, Üstada gönderdim. O da cevabında dedi ki: “Muallim Cudi’nin yazısı güzel, görmemiştim gönderdiğine memnun oldum.” Ben gönderdikten sonra işte bu

وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى ٭ وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ ع.ص.م

Dediği gibi onun yazısı güzel Fakat o Kur’an’ı güzelleştirmedi.

Çünkü başlık böyle Hazreti Muhammed (ASM) ve Kur’an’ı Kerim.

Öyle de başlar.

Ümmi-i âlimdir Muhammed

İman ederim ana müebbed

Allame-i mekteb-i ledünni

Hayrette bıraktı ins-ü cinni

İla ahir gider. Uzun bir manzum yazı.

-: İmamın ismi neydi Askeri imamın?

Hulusi Bey: Yahya Kemal’e yazıyor.

-: Hafız Necip mi yazıyor?

Hulusi Bey: Yok yok Hafız Necibe şey fırka kumandanımız, kendisinin eline geçmiş o Tevfik-i efkâr gazetesinden, o manzumeyi çıkarmış, ona göndermiş, bende Hafız Necip’ten kendim aldım. Yani bir suretini ondan yazdım. 1920 senesinde oluyor hadise. 1920 de.

-: Okuyayım mı efendim?

Hulusi Bey: Onu okumak için değil yalnız o kısmını okumak için arıyorum. Bize lazım olan yeri. Yani bu meselenin bir mevzu olmasının sebebini söylüyorum.

Onun üzerine ben üstada. Şimdi şeyi karıştırdık galiba, şimdi gazetedeki yazı Muallim Cudi’nin. Muallim Cudi’de bunu Yahya Kemale yazıyor. Diyor ki “Senin, gazetede Ezansız Semtler adlı bir makaleni gördüm bundan müteessir oldum, size bir hediye olmak üzere bu yazımı gönderiyorum.” Bunu da bizim fırka kumandanı Naci Tinaz Rahmetüllahi Aleyh bizim Hafız Necip dediğimiz alay imamına verdi. Alay imamı ile ben iyi görüşüyorum. Ondan onun suretini almıştım, o gitti. Bundan dokuz sene sonra biz bundan bir suret çıkarıp Üstad hazretlerine veriyoruz, gönderiyorum gidenle. Onun üzerine diyor ki; “Muallim Cudi’nin kasidesi güzel, esas buradan geliyor orda ki şey. Fakat Kur’an’ın güzelliği onu güzelleştirmiş. Yoksa o Kur’an’ı güzelleştirmemiştir. Küçücük kalbinin ayinesinden, daire-i imanından tecelli eden O Şems-i hakaike karşı derece-i zihnine göre bir parça güzelliğini görmüş, inşallah feyzine de mazhar olmuştur.”

-: Dua etmiş kendisine. Üstad dua etmiş kendisine.

Hulusi Bey: Yani bu vesile ile on dokuzuncu sözün başına da böyle geçmiştir. Bu hadise dolayısı ile. Nitekim sahabe zeyli de, bizim

يَا رَسُولَ اللّٰهِ چِه بَاشَدْ چُونْ سَگِ اَصْحَابِ كَهْفْ

دَاخِلِ جَنَّتْ شَوَمْ دَرْ زُمْرَهءِ اَصْحَابِ تُو

اُو رَوَدْ دَرْ جَنَّتْ مَنْ دَرْ جَهَنَّمْ كَىْ رَوَاسْتْ

اُو سَگِ اَصْحَابِ كَهْفْ مَنْ سَگِ اَصْحَابِ تُو

(Sözler  Shf:488 )

Bu da 1332 senesi. 1332 senesinde şeyin Kerküklü Şeyh Rıza’nın damadından aldım. Gele gele bir gün bu yazıyı Üstad’a yazdım. Bak bunlar tesadüf işi değil, tevafuk işi. İşte o yazı “Sahabelerin Zeyli” yazısına vesile oldu. Onu da onun başına getirdi. Fakat ben şeyin biliyordum zannediyordum ki Şeyh Rızanındır bu, hâlbuki Şeyh rızanın değilmiş. Onu da Üstad’dan öğrendik. Yanına gittiğim zaman söyledi. “Şeyh Rıza’nın değildir bu Molla Cami’nindir.” Mevlana Cami Hazretlerinin. Ve o meyanda onu da söyledi ki; “Molla Cami, Mevlana Celalettin-i Rumi, Ahmed-i Cezir-i bunlar bir seviyededir. Üçü de bir seviyededir, manen. Bir seviyededir.” Mevlana Celaleddin-i Rumi ile Ahmed-i Cezir-i muasır. Aynı asırda yaşamışlar. Fakat Molla Cami ondan çok sonra.

-: Biz bunu şey diye işitmiştim ben Kaside-i Burde’nin bir beyti diye.

Hulusi Bey: Hangisi? Yok yok. Bir hakikatli şair böyle demiş belki de odur. Onda var mı böyle bir şey? Kaside-i Bürde de var mı bilmiyorum. Belki senin işittiğin doğrudur. Fakat Üstad’dan aldığım yazı budur.

-: Molla Cami’nindir.

Hulusi Bey: Haydi.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

BİRİNCİ REŞHA;

Hulusi Bey: Nasıl vahiy gelmeye başladı mı? Ya ilham? İlhamı da mı gönderiyorsun. İlham gelir, ilham gelir ya.

-: Hocam Molla caminin değil mi efendim?

Hulusi Bey: Hangisi? Vema medahtü.

-: Evet

Hulusi Bey: Bu Üstad Hazretleri bize yazmıştı. Fakat bir hakikatli şair diyor. O hakikatli şairden bahis etmiyor kim olduğunu.

-: Kimin olduğu belli değil mi Efendim?

Hulusi Bey: Bilmiyorum. Bilmediğime biliyorum diyemem fakat bu zatın sözü ehemmiyetli. Eğer Delailiniz varsa, yani Delail-ül Hayrat. Oraya bakabiliriz çar-çabuk. Bende Delail-ü Hayrat var ama yanımda değil. Delail-ü Hayratı üzerinde olan varsa versin bakayım Kaside-i Bürde’ye. O Delail değil, Delail-i Nurda değil. Delail-ü Hayrat, Muhammed bin Süleyman-i Cezur-i Hazretlerinin. Mamafih bakayım, belki bu akşam bile bakarım, çünkü kolay. Şöyle gözümle Kur’an hattı olduktan sonra..

-: Kaside-i Bürde de bu yok efendim.

Hulusi Bey: Hakikatli şair belli değil. Bir hakikatli şair diyor kimdir onu bilmiyorum. Ben bilmiyorum.

-: Emir ettiğin gibi Molla Caminindir.

Hulusi Bey: Molla Caminin de diyemem. Yok. Bir hakikatli şair diyor Üstad. Böyle demiş.

-: …….

Hulusi Bey: Molla Cami işi ayrı.

-: Demin ki anlattığınız mevzu vardı. Molla Cami, Mevlana

Hulusi Bey: Mevlana  Celaleddin-i Rum-i, Molla Cezir-i  bunlar onların değil.

-: Ashab-ı Kehf şiiri vardı ya o şiiri bu kardeşimiz şey yapıyor. Kimin diyor.

Hulusi Bey: Ashab-ı Kehf-i

-: Evet o şirin geçtiği

-: يَا رَسُولَ اللّٰهِ چِه بَاشَدْ

Hulusi Bey: Sahabenin zeylindeki onu mu diyorsunuz?

-: O şiir kimin.

Hulusi Bey: Bu Molla Cami’nin.

يَا رَسُولَ اللّٰهِ چِه بَاشَدْ چُونْ سَگِ اَصْحَابِ كَهْفْ

دَاخِلِ جَنَّتْ شَوَمْ دَرْ زُمْرَهءِ اَصْحَابِ تُو

اُو رَوَدْ دَرْ جَنَّتْ مَنْ دَرْ جَهَنَّمْ كَىْ رَوَاسْتْ

اُو سَگِ اَصْحَابِ كَهْفْ مَنْ سَگِ اَصْحَابِ تُو

Diyor. Yani sahabenin kadrine işareten.

Ya Resul Allah nasıl olur, reva mıdır, Layık mıdır ki Ashab-ı Kehf’in köpeği senin Ashabınla cennete girsin, ben Cehenneme gireyim. Mevlana Cami Hazretleri bu kadar kendisini aşağı görüyor. Evet.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭

-:  BİRİNCİ REŞHA:

Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var. Birisi: Şu kitab-ı kâinattır ki, bir nebze şehadetini onüç lem’a ile arabî Nur Risalesinden Onüçüncü dersten işittik. Birisi: Şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrası olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Birisi de

Hulusi Bey: Dur dur, ikinciyi bir daha tekrar et.

-:  Birisi: Şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrası

Hulusi Bey: Şu kitab-ı kebir-i kainatın

-:  Şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrası olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm’dır Hulusi Bey: Ayet-i kübra delil yani bu kainatın, bu büyük alemin halkinin vesilesi olan zat Hazreti Muhammed (a.s.m.)’dır. Bir de bundan öğreniyoruz, Rabbimizi bu tanıtıyor bize. Evet.

-:  Birisi de Kur’an-ı Azîmüşşan’dır. Şimdi şu ikinci bürhan-ı nâtıkî olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanımalıyız, dinlemeliyiz.

         Evet, o bürhanın şahs-ı manevîsine bak: Sath-ı Arz bir mescid, Mekke

Hulusi Bey: O bürhana sath-ı arz bir mescid, arzın yüzü bir mescid.

-: Mekke bir mihrab, Medine bir minber… O bürhan-ı bahir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatib, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri…

bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri…

Bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki; herbir davasını, mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.

herbir davasını, mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.

Zira o, لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ der, dava eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nuranî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icma’ ile manen “Sadakte ve bil-hakkı natakte” derler. Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesabsız imzalarla teyid edilen bir müddeaya parmak karıştırsın.

Hulusi Bey: İkinci reşhaya mı -:  Evet efendim

Hulusi Bey: Yeter.

DUA

Hulusi Bey:

Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı mutlak hazretleri bu akşam yaptığımız dersten hâsıl olan sevap hürmetine, bizden, cemaatimizden dua isteyen ne kadar hastalar varsa hasta ehl-i iman varsa cümlesine acil şifalar ihsan buyursun. Bütün geçmişlerimize alel husus dersleriyle mütelezzizane vakit geçirdiğimiz, ömrümüzü güzel geçirdiğimiz, hayra vesile olmuş, Müellif-i müşairun ileyh hazretlerine rahmet eylesin. Bizi şefaatine layık kılsın. Bütün geçmişlerimize de rahmet eylesin. Onların hasbel beşeriye işledikleri kötülüklerinden dolayı hala azap çekmekteyseler Cenab-ı Hak azaplarını ref’ eylesin. Onlara lütfuyla muamele eylesin. Bizlerin de şu hayat-ı faniyeden hayat-ı bakiyeye gitmek zamanımız gelince Cenab-ı Hak müfarakat zamanımızda o kelime-i münciye-i mübareke ki buyurun

اَشْهَدُ اَنْ  لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

diyerekten hatm-i enfasa muvaffak eylesin. Din kardeşlerimizden alel husus bu hizmette bulunan kardeşlerimizden ne kadar müşkil vaziyete düşmüşler varsa cümlesinin o müşkilatını def-ü ref’ eylesin. Bütün kötülüklerimizi, zayi ettiğimiz ömrümüzü, zayi etmeyen mübarek din kardeşlerimizin vaziyetinde sanki geçirmişiz gibi hayrat-ü hasenatla amal-i saliha ile geçirmişiz gibi bizi de o zümrenin arasına katsın. Afvı ile mağfireti ile muamele buyursun. Burada, şu dünya hayatında en kıymetli vaktimiz olan şu Kur’an ve iman sohbetlerine bizi layık gördüğü gibi, öbür tarafta da şefiimiz Hazreti Muhammed (a.s.m.)’ın livaül-hamd adlı sancağı altında haşr-ü cem’ eylemek nasip eylesin. Ahir-ü akıbetimizi hayreylesin, memleketimizin içinde bulunduğu keşmekeşten kurtulmak nasib-ü müyesser eylesin. Memleketimizi iman ve Kur’an esas olmak üzere tam müstakimane idare edecek ellere tevdi edildiğini görmek de bizlere nasip eylesin.

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِر۪ينَ اِلى يَوْمِ الدّ۪ينِ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ٭

 اَلْفَاتِحَة مَعَ الصَّلَوَاةُ٭

PDF Dosyası İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 124) ONSEKİZİNCİ SÖZ DERS - 2 başlıklı makalemizde 18.söz ve onsekizinci söz hakkında bilgiler verilmektedir.