İKİNCİ LEM’A VE HATIRA DERS – 1
-: 14/02/1975 – Cumartesi akşamı
-:
RESULULLAH (S.A.V.) ÜZERİNE SALAVAT GETİRMENİN FAZİLETİNE DAİR AYET VE HADİSLER
قال الله تعالى : اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭
Cenab-ı Hak buyuruyor: Allah ve melekleri Peygamber’e salat yani sena, şerefini i’ra ve tekrim ederler. Ey iman edenler, siz de ona salavat getirin; dua edin ve ona layık olduğu şekilde teslimiyetle selam verin.
وعنْ عبد الله بن عمرو بن العاص ، رضي الله عنْهُمَا أنهُسمِع رسُول الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ : « من صلَّى عليَّ صلاَةً ، صلَّى الله علَيّهِ بِهَا عشْراً » رواهُ مسلم
Abdullah bin Amr ibni As (r.a.)’dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Resulullah (s.a.v.)’den işittim, buyurdu ki: Her kim benim üzerime salavat getirirse Allah-ü Teâla bu yüzden o kimseye 10 misli mağfiret eder.
وعن ابن مسْعُودٍ رضي الله عنْهُ أنَّ رسُول اللهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال
« أَوْلى النَّاسِ بي يوْمَ الْقِيامةِ أَكْثَرُهُم عَليَّ صلاةً » رواه الترمذي وقال:حديثٌ حسنٌ
İbni Mesud (r.a.)’den rivayete göre Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatime hak kazananları, benim üzerime en çok salavat getirenleridir.
وعن أَوسِ بنِ أوْسٍ ، رضي الله عنْهُ قال : قالَ رسولُ الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إنَّ مِن أَفْضلِ أيَّامِكُمْ يَوْمَ الجُمُعةِ ، فَأَكْثِرُوا عليَّ مِنَ الصلاةِ فيه ، فإنَّ صَلاتَكُمْ معْرُوضَةٌ علَيَّ » فقالوا : يا رسول الله ، وكَيْفَ تُعرضُ صلاتُنَا عليْكَ وقدْ أرَمْتَ ؟، قالَ: يقولُ :بَلِيتَ ،قالَ إنَّ الله عَزَّ وَجَلَّ حَرَّمَ عَلى الأَرْضِ أَجْسادَ الأَنْبِيَاءِ رواهُ أبو داود بإسنادٍ صحيحِ
Evs bin Evs (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber; (s.a.v.) “Günlerinizin en faziletlisi Cuma günüdür, o günde benim üzerime çok salavat getirin, zira sizin salat ve selamlarınız bana arz olunur” buyurdu. Ashab “Ya Resulallah! Getirdiğimiz salavat size nasıl arz olunur? Hâlbuki siz çürümüş bulunacaksınız” dediler. Resul-i Ekrem Efendimiz: “Allahü Teâla peygamberlerin cesetlerini yeryüzüne haram kılmıştır”. Sadeka Resulallah.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
DÖRDÜNCÜ NÜKTE:
Yirmibirinci Söz’ün birinci makamında beyan edildiği gibi: Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir.
Hulusi Bey: Ne yolunda?
-: Evham
Hulusi Bey: Evham yolunda.
-: Evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. Çünki geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevalindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki mütelezzizane şükretmek lâzım gelir. Onlara küsmek değil, bilakis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mes’ud bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehim ile düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak, divaneliktir. Amma gelecek günler ise madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek, ahmaklıktır. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım” diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de gelecek günlerdeki, şimdi adem olan
Hulusi Bey: Adem
-: Adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatını selbediyor.
Elhasıl: Nasıl şükür, nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musibeti ziyadeleştirir hem merhamete liyakatı selbeder.
Birinci Harb-i Umumî’nin birinci senesinde, Erzurum’da mübarek bir zât müdhiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim, bana dedi: “Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım” diye acı bir şikâyet etti. Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim: “Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp, şekva etme; onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler. Rabbin olan Rahmanurrahîm’in rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücud rengi verme. Bu saati düşün; sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki: Sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp merkezi zaîf bırakıp, düşman edna bir kuvvet ile merkezi harab eder.” Dedim: “Kardeşim, sen bunun gibi yapma, bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlahiyeyi ve mükâfat-ı uhreviyeyi ve fâni ve kısa ömrünü, uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekva yerinde ferahlı bir şükret.” O da tamamıyla bir ferah alarak: “Elhamdülillah, dedi, hastalığım ondan bire indi.”
BEŞİNCİ NÜKTE:
Üç mes’eledir.
Birinci Mes’ele:
Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.
Hulusi Bey: Anlaşılmayan yahut hatıra gelen bir şey olursa söyleyin, sorun. Tekrar edilmesi lazımsa şu kısmı bir daha tekrar etsen iyi olur deyin. Evet.
-: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmanîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki: Zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zahirî musibetler var ki; İlahî birer ihtar, birer ikazdır ve bir kısmı keffaret-üz zünubdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve za’fını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sâbıkan geçtiği gibi o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki: “Ermiş bir ağacı silkmekle…”
Hulusi Bey: Ermiş
-: “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor, sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”
-: Efendim, dini musibet nasıl olur? Ve bu musibete karşı nasıl hareket etmeliyiz?
Hulusi Bey: Dedi da. Allah’a iltica etmek lazım gelir. Ahkâm-ı diniyeyi tağyir edecek bir musibet gelirse, geldiği gibi, o günleri unuttuk mu? Gelmedi mi, dini musibetler olmadı mı? Yani gelsin de sonra mı iltica edelim? Niye kıyamet kopmuş mu? Cennet ve cehenneme ehil olanlar yerlerine gönderilmiş mi? Fakat biz Allah’tan rahmet istiyoruz, cehennem azabından halas etmesini istiyoruz, şimdiden bu doğru mu, makul mü? Bekle bir tane alayım.
-: Fiyatını verelim.
Hulusi Bey: Bu işin başı yok mu? Hamit Efendi gelmemiş mi? Yoksa vekili yok mu, Pehlivan yok mu?
-: Burdaydı efendim.
Hulusi Bey: Vekilin gelmemiş. Hacı Ağa çok kenarda kaldın. İyi mi?
-: İyi efendim
Hulusi Bey: Evet Ruhi Bey, Ruhi Bey!
-: Buyurun efendim
Hulusi Bey: “Li Yetmainne Kalbi mi?”, kalbin mutmain oldu mu? Yok, ama bunların gelmemesi için ne yapmak lazım? Allah’a sığınmak lazım. Şimdi memlekette afet yok fakat diyoruz ki ya Rabbi semavi ve arzi afetlerden memleketimizi, sair bilad-i İslamiyeyi esirge, bekle. Doğru bir dua mı? Kime diyelim ya? Afat, musibat semadan da gelir, yerden de gelir. Onları durduracak kuvvet kudret var mı? Nasıl yok ya. Semavi arzi afetlerden bizi esirgeyecek kimse yok mu?
-: Allah
Hulusi Bey: İşte tamam, peşin peşin. Şimdi dua ediyoruz, Ya Rabbi, bu memleketimizi ve sair İslam memleketlerini her türlü arzi ve semavi afetlerden muhafaza et. Olmaz mı?
-: Kabul olursa olur.
Hulusi Bey: Sen ne diyorsun niye böyle dua ediyorsun, gelmeden ediyorsun. Ben buna akıl erdirmeniz için söylüyorum. Yani geldikten sonra değil. Şimdi tıp mesleğine göre konuşalım. Hastalık var, bir gelmesi, gelsin de sonra icabına bakalım var.
-: O doğru değil
Hulusi Bey: Bir de gelmeden havadisi çıkarsa, memleketimize sıhhi bir tedbir alalım. Var mı?
-: Var.
Hulusi Bey: Peki tedbir için ne yapılıyor? Ona ne denir şimdi eski terime göre? Birine vaki, birine şafi tedbir alınır. Vaki koruyucu, vikaye edici. Ne yapılır? Sağlık memurları vazifelendirilir, doktorlara talimat verilir, idare amirleri bu iş üzerinde dururlar, gelmesi muhtemel herhangi bir hastalığa karşı aşı mı ilaç mı sıhhi tedbir mi ne yapacaklar. Şimdi böyle bu işleri şeye bırakmıyorlar, yalnız sağlık teşkilatına bırakmıyorlar. Bildiğiniz gibi hutbelerde vaiz efendiler de ne yapıyor? Aynı mevzular üzerinde hutbe irat ediliyor, vaiz efendiler vaazda söylüyorlar.
-: Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm münacatında istirahat-ı nefsi için dua etmemiş, belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mani olduğu zaman ubudiyet için şifa taleb eylemiş.
-: Efendim kalbin tefekkürü ne?
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 130) İKİNCİ LEM'A VE HATIRA DERS - 2 başlıklı makalemizde İKİNCİ LEM'A VE HATIRA hakkında bilgiler verilmektedir.