131) HATIRA VE ONDÖRDÜNCÜ SÖZ/DÖRDÜNCÜSÜ

131) HATIRA VE ONDÖRDÜNCÜ SÖZ/DÖRDÜNCÜSÜ

ADAD

Hulusi Bey

HATIRA VE ONDÖRDÜNCÜ SÖZ/DÖRDÜNCÜSÜ 

Hulusi Bey: Bir hatıramızdan bahsetmiştik, onu burda ikmal etmek istiyorum müsaadenizle. Yazılarını şu eserlerde okuduğumuz Üstadımız’ın Barla’ya teşrifinden evvelki durum. Namaz kılan yok denecek derecede, Barla’da imam, müezzini yok, imam ezanı okur, ya bir kişi gelir veya gelmez, kendisi namazını kılar evine gider. Orada meyve ağaçları çok, ekin de var, üzüm bağı da var, fakat mahsul yok. Halk son derede fakr-u zaruret içinde, ekiyorlar bakıyorlar, bir şey alamıyorlar. Üstad’ın oraya teşrifinden sonraki durum. Kendilerinden dinlediğimiz, ağaçlarda bir şey vardır bir kaidemsi, bir sene bol mahsul verir diğer sene az verir. Orda Üstad’ın teşrifinden sonra her sene bol, bereketli mahsul alırlar. Meyveleri de bol, mahsulleri de öyle, yani yerden biten her şeyde bereket var. Fakat yediden yetmişe kadar herkes namaza başlamış, Üstad’ın oraya gittiğinden sonra. O namaz kılmanın bereketi olarak Cenab-ı Hak onlara maişet hususunu gayet kolaylaştırmış. Kendilerinden dinlediğimiz, halkından. İşte o hatıranın devamı ki bir defaki ziyaretimizde yatsı namazından sonra mescitlerinde şimdi şeyde var, evradda olan o salavat-ı şerife,

اَزْ دَمِ صُبْحِ اَزَلْ تَا بَقِيَامِ عَرَصَاتْ

بَرْ سَرُو پَاىِ دِلاَرَاىِ مُحَمَّدْ صَلَوَاتِ

اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ

* * *

شِكَنَدْ ت۪يغِ زَبَانَمْ هَمَدَمْ شَاخِ نَبَاتْ

بَادِ بَرْ قَامَتِ رَعْنَاىِ مُحَمَّدْ صَلَوَاتْ

اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا حَب۪يبَ اللّٰهِ

* * *

فَرْضُ عَيْنَسْتْ م۪ى بَگُويَمْ تَا وَقْتِ مَمَاتْ

دَمْبَدَمْ بَرْ گُلِ رُخْسَارِ مُحَمَّدْ صَلَوَاتْ

اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَٓا اَم۪ينَ وَحْىِ اللّٰهِ

Bu salavat-ı şerifeyi yatsıdan sonra bütün cemaat okuyor mescidinde. Sonra o halka mal olmuş ya, o bizden sonra oluyor artık. Yani ordan ayrıldıktan sonra, benim gördüğüm manzarayı diyorum. Şimdi ufak çocuklar da karışmış, büyükler de orda. Tam ilahi bir musiki. İlahi, ilahi bir musiki gibi. Kalın sesli var, orta sesli var, küçük yavruların sesleri var, hepsi birbirine karışmış. Acayip bir manevi, ilahi bir musiki vaziyetinde. O bugün aklıma geldi, derste onu söyledim. Evet, onun için de burda teberrüken onu bir kez daha hatırlamış olduk.

İkincisi de sıcak somunun gelmesi, Cenab-ı Hak onu o safi misafirine karşı mahcup etmemek için ona ikram ediyor. Hâlbuki yirmi gün var ki diyor etrafta göçebe kalmamış. Bu harika vaziyetler, evet bu zatı, nasdan istiğnaya, insanlardan istiğnaya götürmüş. Kimsenin minneti altına girmemiş, hediye mektubu da malum, değil mi? Ben sun’i bir istiğna değil bu, çocukluğumdan beri böyle büyüdüm diyor. Sun’i bir “Efendim istemez teşekkür ederim” canım. Öyle değil ha. Sun’i bir istiğna değil, öyle yapmacık değil. Halkın minnetini almadansa, evet gerisini söyle. Halkın minnetini almadım. On beş gün hasta oldum, bu kadar bir şey. Yeme, ondan bundan isteme, onun bunun minnetini çekme, ben seni beslerim diyor ona. Allah’a karşı, bak sen itimada bak. Biz ne vaziyetteyiz? Biz mutlaka şeye bağlıyız, esbaba bağlıyız.

-: Dilini muhafaza et.

Hulusi Bey: Şimdi efendiler

-: Amir (r.a.) anlatıyor: “Ya Resulallah, kurtuluş yolu nedir?” diye sordum.

Hulusi Bey: Şimdi sen, sen ben, Zeyd Amir

-: “Dilini muhafaza et”

Hulusi Bey: Evet

-: “Evin ile meşgul ol”

Hulusi Bey: Dilini muhafaza et, evin ile meşgul ol.

-: Günahına ağlayarak nedamet et! buyurdu.

Hulusi Bey: Bize ihlası tarif ediyor değil mi? İhlas nedir? İçinde?

-: İçinde halk olmayan..

Hulusi Bey: İçinde halk olmayanıı. Sözün içinde halk olmazsa o ihlasdır. Ya riya nedir diye soruyor. İçinde halk bulunursa o da riyadır. Desinler ki hacı efendi öyle bir hali var…

ONDÖRDÜNCÜ SÖZ/DÖRDÜNCÜSÜ:

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ٭ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ٭ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ ٭ وَ نَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ٭ تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭

Hulusi Bey: Bir, ik,i üç, dört ayet-i kerimeden birer parça..

-: Gibi âyetlerin ifade ettikleri hakikat-ı ulviyesine ki, Kadir-i Mutlak o derece sühulet ve sür’atle ve mualecesiz ve mübaşeretsiz eşyayı halkeder ki, yalnız sırf bir emir ile icad eder gibi görünüyor, fehmediliyor.

Hulusi Bey: Mualeceyi bul.

-: Yalnız sırf bir emir ile icad eder gibi görünüyor, fehmediliyor.

Hulusi Bey: Burda ayette geçti ya 

اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

 Cenab-ı Hak bir şeyin olmasını irade buyurursa o şey derhal olur. Evet.

-: Hem o Sâni’-i Kadîr nihayet derecede masnuata karib olduğu halde,

Hulusi Bey:   وَ نَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ  

-: Masnuat nihayet derecede ondan baîddir.

Hulusi Bey: Uzaktır. Masnuat ondan nihayet derecede uzaktır. Evet, ne diyor?

-: Mualece; Bir hususa çalışıp devam etmek. Hastaya bakmak, ilaç kullanmak. İlaç vermek.

Hulusi Bey: O ilaç işi değil.  اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ ondan sonra her ne çeşit rızka ihtiyacı varsa halkettiğinin hayatının devam etmesi ne çeşit rızıkla beslenecekse o rızkı da kimseye minnet etmeden onun eline, ağzına kadar yetiştirir. Kim o?  İşte Allah. Evet.

-: Hem nihayetsiz kibriyasıyla beraber,

Hulusi Bey: Şimdi bunu böyle söylerler. Ondan sonra da dükkânı açma, memuriyete girme, amelelik etme, fabrika işçisi olma! Bu manayı çıkarmak doğru mudur? Esbab-ı rızka helal dairesindeki esbab-ı rızka tevessül etmek, o da dini bir vecibedir. Helal rızık. Esbaba tevessül et. Evet, bir zatın dediği gibi şu fakr-u zaruret manasına gelen fakrı dinimiz de peygamberimiz de emretmemiştir. O’nun ‘el fakru fahri’ buyurması yani ihtiyacını Allah’a karşı görmek. Çünkü   قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ  اَللهُ الصَّمَدُ   Cenab-ı Hak, ihtiyacı hiçbir şeye yoktur. Bütün muhtaçların müracaatgâhı O’nun kapısıdır. Hangi şeyi istiyorsun o kapıdan istemeden de başka bir yerden. Ey mü’min! Ey muvahhid kardeş! Zahirde hükümet kapısından Zeyd’den, Amir’den bir şey iste ama fakat peşinen kalbini sağlam tut. Ben bu kapıdan adettir müracaat ediyorum fakat asıl müracaatgâhım kimdir? Allah’tır. O’ndan istiyorum. Âdetidir bu kapıdan veriyor. Fırından ekmeği almak adettir. Fakat ekmek bana rızık olmuşsa o rızkı bana yetiştiren O’dur. O işte fabrikayı da çalıştırır, çiftçiyi de çalıştırır, harmanı da çıkarttırır, un haline de getirttirir. Velhâsıl her şeyi yaptırır da bize hazır lüb getirir. Bütün bu ortada çalışan ameleler kimin? Bu işlerde çiftçi kimin adamı kimin hizmetkârı kimin kulu? O fabrikayı işleyen, değirmeni çevirten, onun sahibi zahirde Zeyd, Amir kim olursa olsun. Hakikatta o Allah’ın kuludur. Mülk de O’nundur. Çünkü o değirmen devam ederse, o fabrika devam ederse fakat o adam eceli geldi mi gider. Fabrika geriye kalır. Bu mülkünde yaşayanlar bulundukça Allah’ın kulları devam ettikçe onların Rezzakı kimdir? Allah’tır. Nerden verirse verir. Değirmenden de verir, harmandan da verir. Devlet kapısından da verir, ticaret yoluyla da verir. San’at yoluyla da verir. Memuriyet yoluyla da verir. Veren kimdir? Allah. Biz neyiz ya?   اَنْتَ الْمُعْط۪ى وَ اَنَا السَّٓائِلُ  اِلٰه۪ٓى  Veysel Karani Hz.nin buyurduğu gibi münacâtında dediği gibi  اَنْتَ الْمُعْط۪ى وَ اَنَا السَّٓائِلُ  اِلٰه۪ٓى  sual eden biz isteyen biz. Veren kim? Allah.

Evet, sesim çıkmıyor. Geriden ses geliyor mu oralara. Anlaşılmıyorsa ne yapayım iktidarım bu kadar.

-: Hem nihayetsiz kibriyasıyla beraber, gayet cüz’î ve hakir umûru dahi, ehemmiyetle tanzim

Hulusi Bey: Ne umuru?

-: Hakir umuru

Hulusi Bey: Hakir hakir. Sen orda Haakir dersin. Hakir hakir. Aşağı.

-: Hem nihayetsiz kibriyasıyla beraber, gayet cüz’î ve hakir umûru dahi,

Hulusi Bey: Hakir hakir. Hakir hakir!

-: Hakir umûru dahi, ehemmiyetle tanzim ve hüsn-ü san’attan hariç bırakmıyor. İşte bu hakikat-ı Kur’aniyenin vücuduna, mevcudatta meşhud sühulet-i mutlak içinde

Hulusi Bey: Ne?

-: Sühulet-i mutlak içinde

Hulusi Bey: Kolaylık içinde.

 -: İntizam-ı ekmel şehadet ettiği gibi,

Hulusi Bey: Hem kolay yapılıyor hem çabuk yapılıyor hem de intizam bozulmuyor? Zerrat gibi küçücük masnularını çeşitli cisimlerde istimal ediyor istihdam ediyor fakat nizam ve intizam mükemmeliyette de hiçbir kusur bırakmadan. Yani yav o bizim 1937 senesi Siirt mıntıkasına gittiğim vaziyet gibi. Oradaki köyde kaç defa anlatmışım. Onlar böyle kule kule yaparlar evlerini. Onlar bunu yaparsa. Şimdi evin halkı toplanıyor erkekler, şey evin diyorum köyün halkı. Erkekler diziliyorlar böyle. İki madde var gelecek. Bir hacer bir de cas. Ustada şeyde yapılacak binanın yerinde. Hep birden konuşuyorlar, hep birden çalışıyorlar. Şimdi usta diyor cip hacer, cip hacer, cip hacer gidiyor taş yerine, arkasından diyor cip caas. Velhasıl ses bu. Cip hacer, cip cas. Geriden hep bu iki madde elden ele geliyor. Yani haceri bu adam basıyor, arkasındaki de cası.

-: Cas nedir efendim?

Hulusi Bey: Cis cis! Cis dediğimiz şey ha alçı. Cip hacer, cip cas! Şimdi usta bakıyor ki delik büyük. Bu kez, hacer kebir diyor. Hacer kebir, hacer kebir, hacer kebir. Elden ele hemen biraz irice bir taş geldi. Onu da oraya yapıştırdı. Ebabil nasıl yuva yaparsa o mübarek adamlar da öyle köycek bir binayı pek kısa bir zamanda yapıyorlar. Ben onların bu manzarasına baktım hala hatırımda. Cenab-ı Hak, bu musanna kâinatı kusursuz bir surette zerrelerden terkip ediyor. Arşı ferşi, arzı semayı, yıldızları hep yapan kimdir?

-: Allah.

Hulusi Bey: Tabiat mı? Madde mi? Esbap mı? Haşa yüz bin kere haşa! Böyle bir şey ilahi icraata müdahale edemez. Ha! Yapan kimdir? Halık O’dur. San’at varsa Sani’ kimdir? O’dur. Zinet varsa zinetini veren, boya varsa sıbğasını vuran, sıbğa-i ilahiyi vuran kimdir? Sıbğa, boya boya! Boyalayan kim? Çeşitli renklerle bak o yapraklarda çiçeklerde görüyorsunuz, çeşitli renkler var. Bu boyaları tabiat mı yaptı? Madde mi yaptı? Biz bu itikatta değiliz. Bütün bunları yapan Halık’ın işidir. Halık boyasını da vurur kokusunu da kor, kokusu da o ölünceye kadar devam eder, rengini de o kadar şeyde muhafaza eder. Daha birinci sözde okuyoruz, aylarca yaş yapraklar, ne yaşlığını kaybediyor ne rengi uçuyor. Şimdi solmaz dediği bir şey, senin adına münasip oldu ama solmaz peki! Solmaz diye aldın bir kumaş, götür güneşe koy! Ama şu Temmuz- Ağustos aylarında, bakayım soldu mu solmadı mı? Fakat Cenab-ı Hak, bak san’atkarlığının dehşetli şeyine azametine bak ki yaptığı şeyin öyle bozulması solması yoktur. Sıbğa-i ilahi. Hacı korkma! Senin kumaşın, yine sen öyle dersin. Hiç solmak yoktur.

-: İşte bu hakikat-ı Kur’aniyenin vücuduna, mevcudatta meşhud sühulet-i mutlak içinde

Hulusi Bey: Ne?

-: Sühulet-i mutlak içinde

Hulusi Bey: suhulet, mutlak kolaylık var.

-: İntizam-ı ekmel şehadet ettiği gibi,

Hulusi Bey: Hem kolaylık var hem intizam bozulmuyor, hem ol dediği zaman oluyor. Sonra bidayet-i hılkat gibi de değil. Semavatı arzı dileseydi bir anda yapamaz mıydı? Bir anda yapmamış tedricen teenni ile yapmış. Kaç günde?

-: Altı günde.

Hulusi Bey: Altı gün değil, pazardan başlayıp Cuma günü hatmetmemiş. Ya nasıl? Eyyam-ı Kur’aniye ile altı gün. Eyyam-ı Kur’aniye dediğin ne? Kur’an günleri ya bin senedir, bir gün bin sene yahut elli bin sene. Burda okuduk bak.

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍ٭

Elli bin sene. Öyle yapmış. Şimdi de aklımıza yatırmak için biz terzi diyoruz, terzi mesela düşünüyor şimdi moda böyle! Kesiyor, biçiyor, teyelliyor tekrar söküyor, tekrar yapıyor tekrar söküyor nihayet güzel bir biçim aldı mı onu bir de mankene koyup vitrine asıyor. İş anlaşıldı mı bu kere kalfalarına iş taksimi yapar, herkes bir tarafını hazırlar. Süratle meydana gelir. Bidayette teenni ondan sonra suhulet var, kolaylıkla yapmak var. Fakat bazı şeyler var ki birden bire olur bazı şeyler de tedrici tekâmül kanununa tabi, o da ilahi kanun, tedrici tekâmül. Şimdi bir insan, ancak peygamberlerde olur o fevkalade şeyler. İsa aleyhisselam, anasından dünyaya geldiği vakitte konuştu mu? Evet. Şimdi öyle bir şey vaki mi? Peygamberlerde bir mucize olarak o da sebep anasını Hz. Meryem’i tebrie için Cenab-ı Hak onu dile getirdi ki ona başka kötü bir fiil isnat edilmesin. Haşa! Hangi ananın ismi yazılıdır Kur’an’da? Hz. Meryem’den başka var mı hafız? Hoca efendi var mı? Ne Havva mı diyeceksin. Yani insanlar bu âleme – dersinize bakın- insanlar bu âleme taallümle tekkemmül için getirilmişler değil mi?

-:Evet.

Hulusi Bey: Yani öğrenecekler tekemmül edecekler. Ya hayvanlar, onlar da öyle mi? Onlarda ilk mektebi, orta mektebi filan, akademisi, fakültesi filan var mı?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Hayvanların, yo bu katırların belki var amma oraya insan olmaya gitmiyorlar. Katırlık tahsiline gidiyorlar. Darılacaklar amma..

-: Meselâ: وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى Sâni’-i Zülcelal’in esma-i hüsnasından Nur isminin bir kesif âyinesi hükmünde olan güneşin, emr-i Rabbanî

Hulusi Bey: Nur isminden, Nur isminin bir kesif ayinesi sanki Nur isminin evet orda bir tecellisi var. Şimdi güneş haddi zatında kesif midir? Bir küredir değil mi? Küredir. Onu aydınlatan ve hararetli yapan hangi ismin tecellisiymiş?

-: Nur isminin.

Hulusi Bey: Nur isminin o kesif cisimdeki tecellisi, bir cisim var terekküb etmiş. Şey değil yani bizim usulumuza göre dersek cisimler kaç türlü olur? Ya kesif olur yahut ya mai olur yahut hava gaz gibi olur. Güneşi ne vaziyette biliyoruz. Bir küre vaziyetinde cisimlerden terkib edilmiş bir küre. Ama bu kürenin ne işleri var. Harareti var, ışığı var, ziyası var. Ziyasında başka vazifeler var, hararetinde başka hizmetler var. Ona birde aşçılık dersimiz ona bir de aşçılık vazifesi yaptırıyor diyor. Meyveyi pişirir, hububatı pişirir, yakmadan pişirir.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 130) İKİNCİ LEM'A VE HATIRA DERS - 2 başlıklı makalemizde İKİNCİ LEM'A VE HATIRA hakkında bilgiler verilmektedir.