132) ONBEŞİNCİ MEKTUB/DÖRDÜNCÜ SUALİNİZİN MEALİ DERS – 1

132) ONBEŞİNCİ MEKTUB/DÖRDÜNCÜ SUALİNİZİN MEALİ DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

ONBEŞİNCİ MEKTUB/DÖRDÜNCÜ SUALİNİZİN MEALİ DERS – 1

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.

O iman bağlarını çok kuvvetli yapmak lazım geliyor. Çürük ipler nev’inden, pamuk ipliği olsa onlar çabuk kopar. Mübareğin aklına nerden geldi. Zühal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti. Yani bu gezegenlerden birinin adı da Zühal. O semada hani dolaşanlar var ya kendi kendilerine öyle dolaşıp duruyorlar Hacı. Onların şeyine hoşuna gidecek bir tarzda söylüyor. Hâlbuki bu intizamlı devir ve deveran onların hüneri olamaz bu intizamlı hareket bir sahip ister, bir bilen ister. Öyle bilecek ki her şeyi en ince teferruatına kadar bilecek. Cüz-i bir inhiraf edip yerinden oynayamaz. İrade-i İlahiye dışına çıkamaz. Ya. Şimdi o değil, bizi meşgul ediyor, yok efendim diyor sonunda. Yirmi birinci sözde midir o? Namazda ha. Yani ben diyor derdi maişet diyor. Onunda misali şu diyor ki; bir yerde yüz kuruş gündelikle çalışıyorsun. Sen o günkü gündelik yüz kuruşa çalışıyorsun, bugünkü de olsun yirmi beş lira elli lira. Biri dese ki gel,  on dakika şurayı kaz yüz altın değerinde bir cevher bulacaksın. Diyeceksin ki yok benim gündeliğimden on kuruş kesilir. Ben onu yapamam. Bu akıl sahibinin sözü oldu mu yani, yakıştı mı bu? E ne edeceksin ya?  İşte senin istirahat zamanında birkaç dakikayı Allah ile olmak için, abdestin yoksa abdest al, yalnız farzını kıl yalnız farzını. Eğer şey patronun çok insafsız bir adamsa, senin boş durmanı istemiyor, makine gibi çalışın diyor, senden öyle istiyorsa mesai. Sende onun gönlünü yapmak için, Allah’ın rızasını da tahsil et, patronun gönlünü de yap. Ha, hemen çar çabuk abdest al, vaktin farzını kıl. Peki,

-: Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek,

(Mektubat Shf: 56 )

Hulusi Bey: Biz bunu, bu kelime üzerinde fazla durmayacağız. Bilinmeyen bir şey değil. Bilinmeyen bir şey değil, onun üzerinde fazla durmakla da vakit zayi etmek istemiyorum. Herkes kim için söylenmiş, ne için söylenmiş takdir eder. Biz yalnız onu bilelim ki onun zamanında yaşıyoruz, onun tilmizlerinin tasallutu altında bulunuyoruz.

 -: Şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır.

Hulusi Bey: Onlar muhtelif yerlerde köşe başlarını, iş başlarını, dairelerin en ileri gelenlerini, mülkiye amirlerinin en üstünü, her şeyde en yukarı tabakaları böyleonlar tutmuşlar. Onlar şimdi tepeden bakıyorlar. Şimdi alttaki imanlılar, bunların emrine girmiş vaziyetteler. İster istemez mevkileri icabı amirlerine itaat edecekler.

-: Allah onların şerlerinden emin etsin onları. Âmin âmin.

Hulusi Bey: Yani biz bir kere zamanı kıymetlendirelim. Bugün havadis veriyor, havadis değil mi? Havadisin içindeyiz. El-an bu vaziyet mevcud mu, değil mi?

-: Evet.

Hulusi Bey: E tamam. Şimdi artık bunun üzerinde durmak şeysi lüzumu yok. Herkes anlıyor ki başımda ki adam Elhamdülillah belli etmiyor ama Müslümanlık kokusu geliyor. Ağzından Allah sözü çıkıyor. Allah sözü çıkmak bile bir keramet oldu ha. Allah, Allah. Ya çünkü onu bile söyleyemiyor, Allah’a ısmarladık dedim ya. Onu da deme. Allah’a ısmarladık demedim mi? Eee şimdi yan yana konuşsunlar bakalım böyle mi? İşte bu asır böyle. Çaremiz yok, başka çaremiz yok. Döneceğiz, döneceğiz. Allah’a döneceğiz, Kur’an’a döneceğiz, Kur’an’ın sırrı icazı olan eserlerine yapışacağız. Yaralarımız çok, berelerimiz çok, eksiklerimiz pek çok. Eksiklerimizi telafi etmeye mecburuz, yoksa mağlup oluruz. Onlarda iman olmadığı için insafta yoktur. “El-insafü-nısf-üd-din ” derler. Bilmem hadis mi değil mi? İnsaf imanın, dinin yarısıdır. Onlarda insaf mı var? Mesela böyle bir zalımın seni af etmesi için, sana müsamaha ile bakması için, ayağını öpmeye kalksan, ayağı ile bu kere başını kırar. E ne yapmak lazım?

-: Tükürmek lazım.

Hulusi Bey: Böylesine ne yapmak lazım? Ayağını mı öpmek lazım, yoksa yüzüne bir şey mi etmek lazım? Gülsuyu değil mi? Bir avuç gülsuyu. Kurban olsun gülsuyuna.

-: Tükürün zalimlerin hayâsız yüzüne diyor.

Hulusi Bey: Tükürün!

-: Tükürün zalimlerin hayâsız yüzüne

 -: Ona karşı

Hulusi Bey: Hacı burnunu dikti dur bakayım. Sen hazırladın galiba. Hazırladın mı? Yumurtanın beyazıyla bir tane yap, yapıştır.

Hulusi Bey: Bugün yine radyoda kulağıma çalındı Oltu’nun bir yerinde yine deprem olmuş. Deprem olmuş. Demek ki arz unsurunu hiddete getiren memleketimizde şeyler var hala. Var mı Hacı?

-: Evet.

Hulusi Bey: Anasırı hiddete getiriyor. Ha orada olmuş, ha burada olmuş, ha şark, ha garp yok. Demek ki insanlar arasında tevhid dairesinden çıkıp, küfür, nifak şirk dairesine girmek şeysi devam ediyor. Onun için ne yapmamız lazım? Kendimiz için aynen burada olmuş gibi Ya Rabbi memleketimizi en hücra köşesine kadar, en mamuresinden, en viranesine kadar her türlü afat-i arziye ve semaviyeden Hafiz ismi şerifin hürmetine muhafaza buyur ya Rabbi. Âmin. Günahımız çok, kusurumuz çok, bizi orda olmuş demek ki bir kusurları var ki böyle oldu deyip de başından atanlardan eylemesin. Âmin. Bizde kusur var ki memleket bir vücud halindedir. Bir azada böyle bir hal olursa elbet vücutta demek ki bir eksiklik var. Bu vücudun sahibi, bu mülkün sahibi, mülkünde kendi nizamına muhalif hareket edildiğini görürse tokatlar. Arz unsurunu, hava unsurunu, rüzgâr unsurunu ne yapar? Bunları bir kamçı gibi sırtımıza yüzümüze şaklatır. İlahi, affın büyüktür, kusurumuz çoktur, bizi affınla muameleye layık gör. Âmin. Yurdumuzu, memleketimizi, sair bilad-ı İslamiyeyi her türlü afat-ı arziye ve semaviyeden esirge, bekle, iyiler hürmetine, başta Habib-i Zişanın hürmetine, Kur’anı azimüşşanın hürmetine, her türlü belalardan, musibetlerden muhafaza buyur, ya Hafiz, ya Erhamerrahimin.  

-: Ona karşı al-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek al-i Beyt’ten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

Hulusi Bey: Cereyanı, cereyanı. Rejim, rejim. O münafikane rejimi öldürecek. 

-:  İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir.

Hulusi Bey: Allah, Allah. Münafıklık neye kadar gitti? Peygamberi inkâra. Cereyan-ı Nemrudane, Allah’ı inkâra kadar gitti. Nemrut kimdi? Ulûhiyet davasını yapan bir kâfirdi. Ulûhiyet davasını yapan. İşte cereyanlar bu. Bu iki mühim cereyana karşı siperimiz nedir?  Kur’an’ın surlu sureleri içerisine girip kendimizi muhafaza edeceğiz. Neresine gireyim? Bir ayetinden de girsen yine kâfi. İşte şu mübarek eserlerden her birisi bir ayetin veya birkaç ayetin özünü almış bize yani şu zamanın mariz insanlarına ilaç diye tavsiye ediyor, alma. Cereyan budur, hastalık budur, buna karşı bunu öğren. İmanını kuvvetleştir ki mukavemet edebilesin. Öyle zaif kalmayasın. Ne yapayım bana ilişmiyorlar ya. Herkes kendi bacağından asılır deyip de, neme lazımcılık şeysine kaçmayasın. Yangın ta kapımıza, bacamıza geldikten sonra mı uyanacağız? Öyle mi yapacağız? Yoksa Cenab-ı Hak mahz-ı lütuf olarak bu asrın şu mariz asrın ilacı olarak bize bu reçeteleri iliştirdikten sonra bunlardan istifade edip, gereği gibi istifade edip, kendimize tatbik etmek, din kardaşlarımıza duyurmak. Şimdi mazur görün, şöyle bir yerde çuluat kumpanyasından birisi hazır bulunsa hayali bazı hikâyeler söylese, arada gülünecek fıkralarda söylese bizi neşelendirse memnun oluruz değil mi? Oluruz, oluruz. Fakat Cenab-ı Hakka hamd olsun ki gayet az bir zamanımızı mahz-ı lütuf olarak kendi Kur’an’ına kendisine çevirttiriyor. Aklımızı başka şeylerle meşgul olmaktan esirgiyor. Hamimiz olmuş kim? Allah, Allah. Bizi halk eden kimse, bu zamanın fesadından, fitnesinden esirgeyen de himaye eden de koruyan da yine O dur. O kimdir? O dediğimiz Allah’tır, Celle Celalühu Amme Nevalühu Vela İlahe Gayrühu. Şimdi öyle ise hamd, şükür kimedir?

-: Allah’adır.

Hulusi Bey: Yani içimizden Elhamdülillah desem. Ezelden ebede kadar kimden gelse kime karşı da olsa hastır, müstahaktır o zata ki ona ne denir? Allah denir. Evet, O vermese, O etmese o ümitsiz vaziyette iken merhamet eliyle bizi koruyup bu çamurdan çıkarmasaydı, kim çıkarabilecekdi? Efendim işte o zat. O zatı bu işte istihdam eden kendisi mi? Bakiyye-yi ömrünü mağarada geçirmeye karar vermişken onu nefiy yoluyla ehli imanın, imanlarına hizmet ettirmek için acip bir tarzda sevk-i idare eden kim?

-: Yine Allah.

Hulusi Bey: Bak nasıl zülüm içerisinde rahmet görünüyor. Zulmen onu nefy ederler, zulmen onu tecrid ederler. Hapishaneye korlar yine yanına kimse gitmesin derler. Tek yalınız kalsın da bütün himmetini, bütün dikkatini ona vereceğimiz ilhamata sarf etsin. Başka şeyle meşgul olmasın. Görüyoruz ki azap içerisinde katmerli azap gibi görülürken hâlbuki acip bir tarzda rahmet-i ilahiye gayet parlak bir surette içerisine gizlemiş. Eğer böyle olmasaydı bu zat bu eserleri ne yazdırabilir. Kâtibi yok yazanı yok, kâğıdı yok, müdafaa edeceğim bana bir tane adam verin diyor müdafaamı yapayım vermiyorlar. Seni müdafaa edecek Kur’an’dır, Kur’an’ın sahibidir, Kuran’ı indirendir kime minnet ediyorsun? Ya, işin içerisinde mana var.  Hadi buyurun bir kelime i şehadet getirelim;

اَشْهَدُ اَنْ  لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

-: Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zabitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûna hâkimiyet verir. Öyle de: Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisatı nev’inden müdhiş hârikalara mazhar olan Deccal ise; daha ileri gidip, cebbarane surî hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlub olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dava etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.

            İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek;

Hulusi Bey: Bak nüzul edeceği manasını da nasıl. Rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek. Demek ki o kadar merhametsizce şeyler olacak ki insanlar artık ister istemez Allah’a dönecekler. Ya Erhamerrahimin, diyecekler, Ya Erhamerrahimin ama öyle diyecekler ki canı gönülden. Belki bütün zerrat-ı vücuduyyesiyle, Ya Erhamerrahimin bizi kurtar bu zalımlardan, denecek bir hale gelecekler. İşte o hale geldikten sonra Rahmet-i ilahiyeden onun semasından nüzul edecek demek o hale gelecek ki yani tarla hazır tohum ekilecek vaziyete getirildi. Bir tohumun saçılmasına iş kaldı. Öyle olduk mu? Olduysak ne mutlu bize. Olmadıysak daha gayret gerekiyor bize. Gayret gerekiyor gayret. İlla başımıza gelecek, ondan sonra mı aman ya Rabbi! Diyeceğiz. Mademki zamanın böyle şey var. İstikbaline kadar da işaret edilmiş bu hal, böyle bir vaziyet olacak. O zaman da biz artık bütün bütün şu memleketin tabiri ile de kamanmış, ümitsiz vaziyete düşmüş olmuş. O ümitsiz hali bugün mânen yaşayabiliriz. Hiçbir sıkıntı da çekmeden yalnız manevi bir halet içerisinde O vaziyete geldik. Gidiyoruz ya mezbuhane bir gidiş bir sükût var. Bu sükutun sonu neresi? Belki ebedi bir şekavete gideriz.  Bizi kim esirgeyecek? Bizi bu zamana kadar esirgeyen kim ise O vartay-ı azimeye düşmekten kurtaracak ta yine O zattır. Öyle ise o başımıza gelsin sonra ya Rabbi diyelim öyle mi? Şimdiden o zaman birdenbire geliverir birdenbire etrafımız muhasara edilmiş olur, kaçacak delik bulamayız. Büsbütün ümitsiz naçar kaldığımız vakitte lisan-ı ıztırar ile ya Rabbi senden başka bizi kurtaracak kalmadı. Bugün onun fikriyle yaşayabiliriz. Zahmetsiz. Bu gidiş bu halet bizi buraya götürebilir. Bugüne kadar esirgediği gibi bundan sonra da esirge! Birdenbire bizi o feci akıbet ile karşılaştırma ya Rabbi! Ya sen nasıl söylersen söyle ha! Nasıl söylersen söyle bil ki bir şey söylememektense bu çeşit söylemek yani, Ya Rabbi senin her an her zaman lütfuna merhametine muhtacız. Bizden merhametini esirgeme! Bize lütfunu yağdır! Zalimler çok ileri gittiler. 33. mektup yahut 33. söz olan 33 pencerenin başında

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِى اْلآفَاقِ وَفِى اَنْفُسِهِمْ

Onu söyle ne söylerken ne zamana kadar diyor değil mi. Onların hissiyatına tercüman oluyor.

Ne zamana kadar  وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ  Deyip elimizi kaldıracağız.

Yani bir nevi halaskar arıyor insan. Efkar, Efkar bir halaskar arıyor. Bunların bu hücumlarına bu insafsız amansız vaziyetlerine karşı ya Rabbi neredesin? Her yerdesin. Yetiş! Bizi kurtar! Manamızı kurtar Hakiki tecellinle hakiki lütuf rahmet tecellinle bize rahmetini esirgeme lütfet ver, ver, ver! Ya. Atini, atini (عطني عطني)

يَٓا اِلٰهَنَا يَا رَبَّنَا يَا خَالِقَنَا كَمَا يَل۪يقُ بِعَفْوِكَ بِكَرَمِكَ بِرَحْمَتِكَ يَٓا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ

Evet!

-: Rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak,

Hulusi Bey: İşte tarlanın ekime hazır olması demek Nasranilik de içindeki hurafatı atacak Muhammediliğe dönecek vaziyete gelecek, o zaman rahmet-i ilahiyenin semasından Hazreti İsa, Tevhid rejimiyle gelecek, Tevhid rejimiyle  ‌لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ‌    Dilimiz alışsın, dilimizde olsun. Hoca başta söylüyor sabahları değil mi? Efdalü zikir:  فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ  Zikrin en efdali لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ tır.  لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ 

اَىْ لاَ رَزَّاقَ اِلاَّ اللّٰهُ ٭ لاَ فَتّاحَ اِلاَّ اللّٰهُ ٭ لاَ مَالِكَ اِلاَّ اللّٰهُ٭ لاَ رَحِيمَ اِلاَّ اللّٰهُ

O   لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ    dedikçe, Allah dedikçe bütün esma o ism-i zatta mevcuddur. Esma ve sıfatın hülâsası Allah ondan hazırlamış  لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ de! Ben böyle senelerce kalmadım pek azdır,  Üstad’la bulunmuşum amma Elhamdulillah Cenab-ı Hak bana çok dikkat verdi. O zamanda gafleti benden aldı da o harekât bana çok tesir etmiş.

Mesela;

لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ٭ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ٭ اَىْ لاَ خَالِقَ اِلاَّ اللّٰهُ ٭

-: Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak;

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 131) HATIRA VE ONDÖRDÜNCÜ SÖZ/DÖRDÜNCÜSÜ başlıklı makalemizde 14.söz ve ONDÖRDÜNCÜ SÖZ/DÖRDÜNCÜSÜ hakkında bilgiler verilmektedir.