YİRMİİKİNCİ MEKTUB/BİRİNCİ MEBHAS DERS – 1
Hulusi Bey: Bir hüznü bir gailesi var olduğunu hissediyorum. Fakat merak etmesin, Risale-i Nur şakirtlerine inayet ve rahmet-i ilahiye nezaret ederler. Allah Allah. Şimdi biz hangimiz Allah’ın inayetine ve rahmetine muhtaç değiliz? Çare ne imiş? Risale-i Nura talebe olmak ama talebe olmak ha. O talebelik şartını tamamiyle kendisinde toplamak. Merak etmeyin, fütur getirmeyin diye mübarek hayatında daima bize böyle nasihat ve vasiyette bulundu. Hakkımızda inayet ve Rahmet-i ilahiyye devam ediyor. Zararımız pek azdır, karımız pek çoktur. İman tehlikeden kurtuluyor, daha bundan büyük kar mı olur yahu? Feya subhanallah. Hakikaten elhamdülillah. Elhamdülillah, elhamdülillah. “Haza min fadli rabbi.”
-: Ben bir şey söyleyeyim.
-: Hacı Tevfik merhum (r.a) efendinin zamanında.
Hulusi Bey: Ne?
-: Hacı Tevfik Efendi çok methetti, çok methediyordu. Ben hayatımda bir göreyim inşâallah derdi. Böyle bir zatı göreyim bir sefer derdi. Bi kere bu zatı görem dedi, böyle bir zatı görem dedi. Çok meth ediyordu.
-: Hacı Tevfik Efendi merhum. Üstad hazretlerini çok meth ediyormuş. Bir sefer görmesini arzu ediyormuş.
-: Bu kitabı gösterdim okudum. Diyor ki ben onun ererlerini okudum, onunla barbarım, barbarım ben.
Hulusi Bey: Berber. Berber, barbar değil.
-: Beraber, beraber.
-: Kim Risale-i Nuru okursa ben onunla beraberim. O okumuş kitabı efendim.
Hulusi Bey: Oraya gitmeye lüzum yok, onun zamanına yetişmeye lüzum yok. Çünkü kim dikkatle mütalaa ederse, satırların arasında beni görür diyor. Şimdi işin hakikati nedir? İşin hakikati nedir, satırlarda beraber? Şimdi bakın, mesela şimdi Fetullah bey okuyor. Bu Fetullah beyin telif ettiği bir eser midir? Ne buyurursun?
-: Hayır.
Hulusi Bey: Sizin eseriniz mi?
-: Hayır, haşa.
Hulusi Bey: Bu kalkar, o okur, o kalkar öteki okur. Fakat hiç birisinin eseri de değildir. Peki, Üstadın eseri midir? Üstad da diyor ki bütün bunlar, hepsi Kur’anın malıdır. Kur’anın malıdır. E şimdi hoca efendi ne kadar büyük olursan ol, diyebilir misin bu eser benimdir. Mesela biz tanınmayan, bilmeyen bir yerde bu mübarek kitap halinde değil de, broşür halinde hazırladın, “Arkadaşlar bu gün, bu gece bana rüya âleminde, mana âleminde bana böyle bir ilham oldu. Size şundan bahsedeceğim diye, işte ne kadar bildiğimi şeyleri size söyleyeceğim” diyerek başlayıp bir de başına ayet arkasına bir hadis. Ondan sonra da hakikaten kavuğu da başına geçirecek yani. Haa. Ondan sonra şunu okudun. Nasıl olacak? Bu hoca efendinin eseri mi olacak? Bunun müellifi: “Ben bütün mevcudiyetimle ilan ediyorum ki eserler, sözler, bu dersler hepsi Kur’an’ın malıdır.” derse, yalancının mumu yatsıya kadar yanar, kimse buna sahip olamaz. Ya demek mal, bizim malımız değil. Bir şart var. Biz şahsiyeti maneviye haline gelirsek, bir vücut haline gelebilirsek, o zaman o şahsiyet-i maneviyenin malı olur. Şahsiyet-i maneviye ister hazır, ister gaip, başta Üstad’da dâhil olmak üzere o günden bu güne kadar kimler bu derslerle iştigal etmişse hepsi bu şahsiyet-i maneviyenin efradıdır. Hayattan gitmişler fakat bu işte emekleri var. Ne diyor? Mesela ihlas bahsinde söylediği şeyi hatırlayın. Eğer mesela “Ben ölürsem diyor, diğer ruhlarım sağ kalsın.” Yani günah itibariyle ölüyorum, fakat sevap itibariyle yaşıyorum. Çünkü bir vücut halindeyim. Bir vücut halindeyim. Bunun esası da bir ayete dayanıyor mu? Evet. Hangi ayettir o?
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ
Müminler birbirinin nesidir?
-: Kardaşıdır.
Hulusi Bey: Bu kardaşlık ana baba kardaşlığı mı, ana baba bir olması mı?
-: Ahiret kardaşlığı.
Hulusi Bey: Belki Cenab-ı Hakkın fermanıyla müminler birbirinin kardaşıdırlar. Bir vazife terettüb ediyor mu? Gerisini oku.
فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ
Hasbel beşeriye şu fani hayatta birbiriyle pek basit meseleden dolayı gücenmeler, olabilir. İşte bir vazife düşüyor ki şu cemaat içerisinde bu gibi şeyleri ıslah etmek. Islah etmek, yani kardaşların arasında böyle büyümeğe müsaid olan kötülükleri önleyici bir tedbir alıp, biz kardaşız.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ
Ha. Biz aramızdaki şeyi, bu fesadı kaldıralım. Bu bize şeytanın bir telkinidir. Şeytanın talebelerinin, yani nefsimizin şeytanın şeysiyle nefsimizin, su-i karinimizin, sonra bizi haktan meşgul eden dünyamız denilen nesnenin tesiri altında kalmayalım. Aramızdaki, aramızdaki bağları gevşetmeyelim. Cenab-ı Hakın bağı
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلاَ تَفَرَّقُواۖ
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلاَ تَفَرَّقُواۖ
Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, bölünmeyiniz. Peygamber Aleyhisselatu Vesselam: “Ve kunû ibadallahi ihvana” buyuruyor. Ey Allah’ın kulları kardaş olunuz. Allah’ın emrettiği surette kardaş olunuz. Bizi fesada götüren şeyler bu. Cemiyeti, cemaati sarsan illetler bunlar. Aramıza da ihlassızlık sokarlar. Fitne ateşini getirirler. Küçücük şeyi büyütürler, gözümüze sokarlar. Senin için böyle söyledi. O anlamaz dedi. Sen onun sözüne bakma, sen Müslümansın “Lailahe illallah Muhammedün Resulullah” demiyor musun? Evet, daha niye onu dinliyorsun? İşte kâfirlerin istediği budur. Bizi bölmek, o tarafa bu tarafa şey etmek. Herkes mümin olabilir mi? O geberenlerden biri öyle diyordu. Herkes mümin olabilir kimse mani olmaz. Ama zinhar iman dersi, iman risalesi bunları araya sokmak olmaz. Çünkü zorluk yoktur. لآَاِكْرَاهَ فِى الدّ۪ينِ oraya alır. Ayet okuyacak ha. Zayıf imanlıyı ayetle kandıracak. لآَاِكْرَاهَ فِى الدّ۪ينِ Halbuki bu ayet mensuh. Bidayeti İslam’daydı o. Ya. Dinde, hâlbuki Peygamber Aleyhisselatu Vesselamın öteki emri var. Nedir, ne buyuruyor? اَلدّينُ النَصِيحَة
Din neden ibarettir Ya Resulullah! Üç defa:
اَلدّينُ النَصِيحَة، اَلدّينُ النَصِيحَة، اَلدّينُ النَصِيحَة
Din nasihatten ibarettir. Bak hepimizin bildiği şeyleri, bir araya gelmekle bir şahsiyet-i maneviye, bir hava-i nesimi-i manevi esmekle kalplerimiz başka türlü oluyor. Bir halet-i maneviye var. Ruhani bir şey var, bir zevk var. Bunu ne ile temin ediyoruz? İşte yine Kur’an’dan, yine imandan. Yine Hazreti Peygamber Aleyhisselatu Vesselamın, o Kur’anın birinci müfessiri olan o zat-ı mübarekten gelen ışıkla, nurla bu müşküllerimiz halloluyor, bu karanlıklar ışıklanıyor, mahiyeti anlaşılıyor. Biz böyle kolaylıkla elde ettiğimiz şeyin şükranesi buna sarılmak. Bilhassa cemaat olarak ayrılığa kapılmamak. Nerden gelirse gelsin bizi bölmek isteyenlere karşı, gayet metin bir kale gibi dayanmamız lazım. Cenab-ı Hak şu İslam zümresini ve Risale-i Nur şakirtlerinin varlığı demek olan bu mübarek cemaati her türlü fitnelerden, fesatlardan kendi Latif ismiyle, Hafiz ismiyle muhafaza buyursun, lütfunu, ikramını, ihsanını, in’amını esirgemesin. Buyur.
-:
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ اْلاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لاَيُوقِنُونَ۟ ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭
Kaçan ki nas üzere vad olunan baas ve azabın vukuu garib ola. Biz onlara arzdan cesase nam dabbeyi çıkarırız. Nas rabbımızın ayetlerini tefekkür etmezler deyub arabi lisanla onlara kelam söyleye
Hulusi Bey: Nasıl?
-: Arabi lisanla onlara kelam söyleye.
Hului Bey: Dabbe mi? Eee
-: Evet.
-: Rivayet olunduğu ki:
Ondan sonra rivayete geçiyor.
Rivayet olunduğu ki: kıyamet alametlerinin mukaddem semavisi Şems’in mağribden (gurubdan) tuluu.
Hulusi Bey: Garbden tuluu, mağribden tuluu. Evet.
-: Ve onun akibinde arzisi dabbet-ül arzın hurucudur.
Hulusi Bey: Birisi Şems’in garbden, ikincisi arzdan dabbe’nin zuhuru.
-: Ve ol dabbe bir canavardır ki tulu altmış zira’
Hulusi Bey: Bunlar şeyler değil esası, esası gayet küçük bir mikrop, bir mikrop ile bütün öldürücü bir mikrop. Belki maneviyatı yıkıcı bir mikrop ortalığa salınacak. Bir rejim, rejim. Rejim ha. Bir fesat rejimi ortaya salınacak Allahualem. Fakat acaba geçmiştekiler neden bu surette dabbeye böyle diyorlar. Üstadın dersinde aynı şey böyle geçer. Dabbet-ül arz, yani şey değildir. Öyle burda ki bu Mevakip tefsirinde yahut bir başka şeylerde değil. Demek ki böyle ufak şeyler halkedecek, bu nas’ı o surette. Mikrop harbi yapılmadı mı, yapılmaya teşebbüs edilmedi mi? Bir memleketin içme suyu, ekseriyetle bak her yer bir membaa bağlanmıştır. Şeyde radyo söyler, gazeteler yazar. Filan, filan, filan köylere içme suyu getirilmiştir. İçme suyu getiriliyor ne yapılıyor sorayım? Getiriyor bir şehrin yukarı kısmına. Kasabanın, köyün yukarı bir yerine bir depo yapıyor. Depo. Depoyu, onlar ordan sonra taksim ediyor her tarafa. Şimdi herkesin içtiği suyu o depoda. İşte böyle bir mikrop şeyi ile oraya atılsa, korkulu günler yaşatır ha. Bir zaman burda da böyle bir şey teşebbüsten bahsedildi, herkesi bir telaş aldı. Su taksim yerine böyle bir mikrop şey edeceklermiş. Sâri hastalık, hadi bakalım gel önüne geç. Yani bu teammüm edebilir. Fakat Kudret-i İlahiye ile nasıl ki hareket-i arz meselesini anlatırken ne diyor? Bir zaman gelir ki arz’ın yüzünü nasıl görür?
-: Şirk-âlûd, şirk-âlûd görür.
Hulusi Bey: Ha. Nasıl görür?
-: Şükürsüz şirk-âlûd
Hulusi Bey: Şirk-âlûd görür, bir iradeyle, bir emirle arz bütün yüzünü bir hareket-i arzla siler temizler. Cenab-ı Hak insanları terbiyeden aciz midir? Yaratan bir anda yok etmez mi?
-: Eder.
Hulusi Bey: وَجُنُودًا لَمْ تَرَوْهَۜا Cenab-ı Hakkın gözle görülmeyen böyle cünudu var. O cünudunu tavzif eder, havayı zehirler. 1326 senesine yetiştik biz. 1326 senesi Hale kuyruklu yıldızı. Şimdi yine var, geçen seneden beri, bu kuyruklu yıldız var, iki tane hatta. O kuyruklu yıldız gibi değil de, bir ucu Zaferan köyünü biliyorsunuz. Zaferan köyünde kuyruk orda şey gövde orda yıldız ucu da Sinegupta. Hüseyniğin üzerinde. Semaya gayet yakın, yani şeye, arza gayet yakın bir vaziyette. O kadar görünüyor ha. Bir ucu orda, bir ucu orda. O günlerce devam etti ondan sonra kayboldu. Fakat öbür tarafta Üstad bahsini yapıyor. Kalpsiz, fasık bir feylesof gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer. Bu serseri yıldız, haşa bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı? demiş. O zaman şey kanaat buydu. Kuyruklu yıldızın, kuyruğunda zehir varmış. Arzı ihata eden havaya çarparsa bütün canlı mahlûk o hava ile teneffüs ediyor. O surette bütün mahlûkat zehirlenecek ölecek. Aklını kaybediyor, rasat hanelerden kendilerini attılar. Evlerini terk ettiler, kırlara çıktılar. Bu faciayı görmemek için hayatlarına kıydılar. Ama kalpsiz feylesof. Mümin ne yapar?
-: Tevekketü alallah.
Hulusi Bey: Mümin, mülk onun, mahlûk onun, irade onun, kahrı da vardır lütfu da vardır. Bir anda isterse varı yok eder, yoku var eder. Eğer bizi bu surette hayatımızı sona erdirmesini murad ederse onun iradesinin önüne geçmenin imkânı var mıdır?
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُٓ اِلاَّ هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ
Biz ikindi şeysinde insana diyor ki şimdi ne edeyim işte nefesim kesilinceye kadar.
-: Cenab-ı Hak ihtiyacımızı veriyor.
Hulusi Bey: Sen de arada fitil veriyorsun. Sen de arada fitille. Bir bayram topu at ha. Hadi, guuur. Hacı Nuriii!
-: Efendim!
-:
Yirmiikinci Mektub
Birinci Mebhas
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ ٭ إلى آخر
Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased; hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe
(Mektubat Shf: 264)
Hulusi Bey: Hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe
-: Ve hayat-ı şahsiyece
Hulusi Bey: Oldu dört
-: Ve hayat-ı içtimaiyece
Hulusi Bey: Oldu beş
-: Ve hayat-ı maneviyece
Hulusi Bey: Oldu altı.
-: Çirkin ve merduddur,
Hulusi Bey: Ha, neresinden bakarsan çirkindir ve reddolunmuştur.
-: Muzır ve zulümdür
Hulusi Bey: Zararlıdır, zulümdür.
-: Ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.
Hulusi Bey: Hayat-ı beşeriye için de zehirdir.
-: Şu hakikatın gayet çok vücuhundan altı vechini beyan ederiz:
Hulusi Bey: Yani şu saydığı altı veçhe ayrı ayrı işaret edecek.
-: BİRİNCİ VECİH: Hakikat nazarında zulümdür.
Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased hakikat nazarında zulümdür.
Hulusi Bey: Peki.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 133) ONBEŞİNCİ MEKTUB/DÖRDÜNCÜ SUALİNİZİN MEALİ DERS - 2 başlıklı makalemizde 15.mektub 4.sual hakkında bilgiler verilmektedir.