
Hulusi Bey
HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR VE 11. SÖZ’DEN DERS – 4
Hulusi Bey: Bir hadîs-i kudsînin meal-i şerifi olan:
مَنْ نَه گُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَات و زَمِينْ ٭ اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بَقَلْبِ مُؤْمِنِينْ
Seni nerden nereye? Nerden nereye?
-: Ben semavat ve arza sığmam ancak,
Hulusi Bey: Şimdi buradan nerden nereye sözünün yerini sizden öğrenmek istiyorum ha.
-: Ayine-i kalb
Hulusi Bey: Yani bu yazılı olan yerdeki sözü hatırlayıp söyleyesiniz diye duruyorum. Risale-i Nurda bu var. Seni esfel-i safilinden, a’lâ-yı illiyyine çıkaran. Bir hadîs-i kudsînin meal-i şerifi olan:
مَنْ نَه گُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَات و زَمِينْ ٭ اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بَقَلْبِ مُؤْمِنِينْ
Buyurmuş. Ya. Ne diyor? Ben semavata, arza sığmam amma mü’minin kalbine sığarım, nesiyle? Muhabbetiyle, muhabbetiyle. Muhabbetimi gönlüne ilka eyleyeyim diyor. Demek ki seni yaratmaktan, bu zatın söylediğini biz benimseyelim. Herkes kendi nefsine desin. Sen diyeceksin acaba beni Halıkım niçin halk etti? Ayine-i ruhumuz olan cesedimizde tasarruf ediyor. İstediği gibi. Neyle tasarruf edecek. Bin ismiyle bize münceli. Zaman, zaman gâh kabzeder, gâh bast eder. Gâh verir, gâh alır. Gâh ferahlatır, gâh eleme mübtela eder. Çeşitli vaziyetlerde bizi bulundurur. Kim işte ha? Bizde şu tasarruf var. Efendi melekler güldürüyor bugün neşelisin galiba? Bâsıt ismi sende tecelli etmiş yav. Sana o neşeyi veren O. Canım bazen de işte suratından düşen bin parça oluyor, nedir o? Kabız ismi tecelli etmiş. Mükedder, mağmum bir vaziyet almışsın. Velhasıl Cenab-ı Hak bizi niye halk etmiş? Şimdi anladık mıyız? Bakayım, bazen onu sevindireyim, bazen ağlattırayım. Cenab-ı Hak böyledir haa. Bazen ağlattırır, bazen de güldürür. Ne ağlamakta ifrata var, ne gülmekte ifrata var. Bil ki beni güldüren sevindiren Rabbımdır, beni ağlattıran da. Peki, çok da biliyordun amma bir kusur işledin o kusurun afv edilmesini isteyeceksin. İste bakayım. Rabbından iste bakayım. Bilmedim kusur ettim diyorsun. Ne diyeceksin?
-: اَسْتَغْفِرُ اللّٰه
Hulusi Bey: Esteğfirullah’tan evvel? Yani, Ya Rabbi ben hata ettim, etmemeliydim biliyorum bunun neticesini de, öğrenmiştim ama senin bir ismin var, Afv ismin var, Afüvv. Afüvvün Kerimün Ya, öyle ise Ya Rabbi Afv ismini bana tecelli ettir, beni afvına layık gör. Ha, oraya müracaat. Hastalık ne istiyor? Hasta ne ister?
-: Şifa.
Hulusi Bey: Doktordan mı?
-: Allah’tan
Hulusi Bey: Anasından mı? Babasından mı? Hocasından mı? Şeyh Efendisinden mi? Kimden ister?
-: Allah’tan
Hulusi Bey: Şifayı verecek kim?
-: Allah.
Hulusi Bey: İyi bir mütehassıs doktor gelmiş diyorlar. Senin hastalığına iyiymiş. Aman gelsin. Doktor, o mütehassıs doktor sana şifa verir mi?
-: Veremez, Allah verir.
Hulusi Bey: Ama işte, bak doktoru getirmek meselesi var. Bizim soracağımızı Sahabe-i Kiram Hazeratı Peygamber Aleyhisselamdan soruyorlar. Ya Resulullah mademki her şey Cenab-ı Hakkın takdiriyle oluyor, doktora müracaatın ne lüzumu var? “O da mukadderdir.” Buyuruyor. O da mukaddermiş. Senin doktora müracaat etmende kaderinde vardır. Ama doktor şifa verir mi? O bir kapıdır o. O kapıyı çalarsın. Hakikatte sana cevap verecek kimdir?
-: Allah.
Hulusi Bey: Sual soran biz, isteyen biz, cevap veren kim?
-: Allah, Allah.
Hulusi Bey: Biz hastayız, hasta tabibinden istiyor. Ne istiyor? Şifa istiyor. Hangi şeyle çağıracak, hangi adıyla çağıracak?
-: Şafii adıyla.
Hulusi Bey: İşte hastalık, Ya Şafii, Ya Şafii benim hastalığıma şifa ancak senden olur. Açlık ne istiyor? O da bir dua istiyor. O da hangi şeyi? Ya Rahman, Ya Rezzak. Bizde tasarruf edeni bileceğiz ki: bizdeki tasarrufuna karşı dayanamazsak ona ne yapalım? Müracaat edelim. Bir hükümet dairesinde nüfus işin olursa nereye gidersin.
-: Nüfus dairesine.
Hulusi Bey: Nüfus dairesine. Emlak’a ait işin olursa? Oraya gidersin. Emniyete ait işin olursa oraya gidersin. La teşbih. Cenab-ı Hakkın da bendeki tasarrufun esmasından olduğunu bilirsen, o isme karşı müracaat edeceksin. Hasta isen Ya Şafii, rızk’a muhtaç isen Ya Rezzak. Belalar sarmış, necad ümidi kesilmek üzere ne diyeceksin? Allaha müracaat etmen lazım ama ne diyeceksin? Sor bakalım Allah’tan ne isteyecek. Ya Rabbi diyeceksin evet. Ya Hafiz çeşitli belalar sarmışlardı. Amma hafiz-i hakiki sensin. Beni korktuğumdan emin edecek sensin. Muhafaza buyur. Ya Rabbi. Evet, öyle diyeceksin yav. Şimdi sıkıştığımız zaman Eman. Eman nedir? Eman Cenab-ı Hakkın esmasından bir ismidir. Eman. Şeyde, cevşende geçiyor.
سُبْحَانَك يَٓا اَللّٰهُ تَعَالَيْتَ يَا رَحْمٰنُ اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ بِعَفْوِكَ يَا رَحْمٰنُ
Diğer şeylerde سُبْحَانَكَ يَا لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ
Yok canım. Nasıl?
-:
سُبْحَانَكَ يَا لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ اْلاَمَانُ اْلاَمَانُ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ
Hulusi Bey:
خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ الاَمَانُ الاَمَانُ
الاَمَانُ اْلاَمَانُ
Birinci Eman. Eman İsm-i Şerifi senindir. Onun için ikinci Eman’da, Senin Eman ismine dehalet ediyorum. Birisi senin ismin Eman’dır. Doğrudan Doğruya Ya Eman. Ya Emin-i Eman. El Eman. Birincisinde Eman ismi senin ismindir. O isimle çağırıyorum. Ondan sonra ne diyoruz? Yine El Eman. Bizi emniyette bulundur. Nedir korkun nedir? Ne istiyorsun benden? Hallisna, Ecirna, Neccina bizi koru. Neden koruyayım seni? Minennar. Dünya, kabir, haşir Cehennem ateşinden bizi esirge.
-: Âmin, âmin.
Hulusi Bey: Evet O Esmayı sayar, sayar. Şeyde Cevşen-i Kebirdeki şeyde binbir ismiyle münacaat. Neyse bir hatıradır geldi, gitti. Yine İmam-ı Rabbani Hazretlerinin hani o rüya meselesi dolayısıyla, Üstadın bahsettiği
نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ مَنْ ٭ غُلاَمِ شَمْسَمْ اَزْ شَمْسْ مِى گُويَمْ خَبَرْ
Demeye hakkım yok mu diyor ya Üstad.
“Neşebem” Ne geceyim, ne geceye taparım. Ben bir güneşim, “Ez şemsmi guyem” Benden güneşi sor. Güneşten haber sor. Görünen şeyleri bilirim. Onun için yine bir mektubunda buyurduğu gibi “Biz seninle hakikat dersini müzakereye alışmışız, hayalata müsaid olan rüyalarla işimiz yoktur.” Hakikat dersini müzakere ediyoruz. Hayalata müsaid midir rüyalar? Hele insan ayağı kaydımı gidiyor mesela güzel bir yere gitti, ister ki o devam etsin. Artık hayal ona dokudukça dokur. Mesela güzel manzaralı bir bahçe. İyi ama burda bülbülleri yok, gülleri yok. İster, istedikçe de o hayal perdesi genişlenir. Genişlendikçe bahçede ooo şakır şakır akan su. Güzel ünsiyet verici kuşların, bülbüllerin ötüşü. O da hazır. Sevimli güllerin rengârenk açmış vaziyeti. Kimisinin gonca halinde, kimisinin açılmış, kimisinin solma vaziyetine yakın bir vaziyette görürsün. Hulasa bütün güzellikleri hayal birbiri arkasından gösterir. Rüyalar hayala musaid’tir sözünü tasdik için söylüyorum.
لآَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ قُلْ
Ya El Hac Sabrii! Din el hac Muhammed aaa. Eli kulağa attın söyle.
-: Günü gelsin söyleyeyim
Hulusi Bey: Hı.
-: Günü gelsin söyleyeyim.
Hulusi Bey: Günü gelsin. Cami-i kebirde vaaz ediyorsun o yıkıldı şimdi. Ne cami-i kebiri kaldı, ne cami-i sağiri. Şimdiki vaziyetini de bilmiyorum Erzincan’ın. Bülbüli koca Mevlana diyor. “Bülbüli berki güli hoş rengidaş” koca Mevlana ne buyurmuşsa o zaman. Benim yalnız bu söz hatırımda kalmış. Bülbül, gül yaprağında ne hoş renk gösterir, ne yakışır onun üzerine. Bu Mevlana’dan bir fıkra. Eyyy Hacı Nuri!
-: Beşincisi: Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları, resmî vakitlerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun iltifatat-ı âsârını gösterdiği gibi, sen dahi esma-i İlahiyenin cilvelerinin sana verdikleri letaif-i insaniye murassaatıyla bilerek süslenip
(Sözler Shf:127)
Hulusi Bey: Bilerek süslenip.
-: O Şahid-i Ezelî’nin nazar-ı şuhud ve işhadına görünmektir.
Hulusi Bey: Heeeey.
-: Nasıl bir asker, padişahından aldığı
Hulusi Bey: Şimdi o asker. Asker öyledir. Eskiden öyle idi, aldığını nişanları göğsüne takar. Eğer İstanbul’da ise padişahın merasimine gider, ordan o nişanları gösterir. Onun üzerinde Şimdi o zahiri bir padişah, geçici bir padişah. Ezel, ebed sultanı olanla kıyas kabul eder mi?
-: Haşa.
Hulusi Bey: Bizi manen süslendiren, Esma-i İlahiyesiyle onların iktizasıy olan bize duygular cihazıyla, bizi tam tekmil eden, hilkatımızı tamamlayan. Evet, o Celal ve Cemal sahibi, Celal ve Cemali de derece-i kemalde olan Rabbi Rahimimize Zat-ı Zülcelali Vel-ikram’a karşı görünmek bilerek.
-: Efendim! Bizim bilerek süslenip, Süsleyen Cenab-ı Haktır.
Hulusi Bey: Bilerek süslenip.
-: Biz nasıl süsleneceğiz
Hulusi Bey: Şimdi aynı mektupta okuduğun gibi. Mesela Muhyi ismi karşılığında ne diyor? Ya Rabbi bana hayat veren sensin. Hayat vermeseydin kıymetim neydi. Beni, hayat vermekle kıymete çıkardın. Hayat vermekle. Doğru ama ne hayatı vermiş bize? Taşın da hayatı var, madenin de hayatı var, nebatın da hayatı var, eşcarın da hayatı var, insanın da var. Hatta o insandan zahirde büyük, marifetli vesikalı insanlar da var. Fakat bunlardan hiç birisine yapmamış, sana iman nimetini vermiş, İslamiyet nimetini vermiş. Muhyi isminin devamlı, devamlı tecelliyatı var. Bize hayatı veren, nihayet imanla bizim hilkatimizi tam ikmal eden biri var. Şimdi biz de bilerek Ya Rabbi beni ot yapmadın, it yapmadın, at yapmadın.
-: Elhamdulillah
Hulusi Bey: Profesör gibi imansız, bazı imansızlar gibi profesör unvanını verip de, imandan da mahrum da etmedin. Evet, beni bir mü’min yarattın, bir müslim yarattın. Evet, bilerek işte ha, bilin. Bunu bilmiyor muyuz? Öyle ise elimizi açıp Cenab-ı Hakka şükredelim, nasıl edelim? Nasıl edelim?
-: Subhaneke
Hulusi Bey: Ahan işte bak yalnız Muhyi İsminin sesiyle. Ya Rabbi bana hayatı veren sensin. Beni bir de hayatlılar içerisinde sana muhatap olacak bir vaziyet-i mümtaziyeye yetiştiren de, layık gören de sensin. İşte benim nakıs ifadem bu tarzdadır. Bu kadar olsun. Rabbi Rahimimize müracaat ettiğimiz zaman da diyebilmeliyiz. Öyle ise Ya Erhamerrahimin, İrhamna. Bize merhamet et. Ya.
-: Altıncısı: Zevilhayat olanların tezahürat-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları; ve rumuzat-ı hayatiye denilen, Sâni’lerine tesbihatları ve semerat ve gayat-ı hayatiye denilen, Vâhib-ül Hayat’a arz-ı ubudiyetlerini bilerek müşahede etmek, tefekkür ile görüp şehadetle göstermektir.
Zevilhayat olanların tezahürat-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları;
Hulusi Bey: Tezahürat-ı hayat, yani hayat meydana çıktı. Şu ağaçta tezahürat-i hayat var mı? Karşımızdaki ağaçta?
-: Var.
Hulusi Bey: Ne var?
-: Hayat var. Canlılık eserleri görünüyor.
Hulusi Bey: Var. Alameti?
-: Yeşil yaprakları.
Hulusi Bey: Yapraklarının mevcudiyetinden anlıyoruz ki: Neden biliyorsun? Çünkü kışın sonlarına doğru ben buraya uğramıştım, bu ağaçta tek bir yaprak yoktu. Demek bunu dirilten ve böyle yeşil yapraklı bir vaziyete getiren var. Bu ağacın sahibi olan, şu bahçenin sahibi mi?
-: Değil, değil.
Hulusi Bey: Bahçenin sahibinin elinden gelseydi yaz, kış yine yaprakları devam ettirirdi. Fakat bunda bir tasarruf eden var. Kim?
-: Allah
Hulusi Bey: Bunu halk eden. Bunu öldürüyor da, diriltiyor da bize de mostora gösteriyor, yirmi senelik Hoca. Bunu gösteriyor ki Hoca sen de talebene bunu göster deki bak bu ağaç güzün ölmüştü, baharda dirildi. Öldüren de var, dirilten de var. Ağaç kendi kendine ölmez, kendi kendine dirilmez. Bundan anla ki sen de bir gün öleceksin. Ama senin de bir dirilmen var. Sen odun cinsinden olmadığın için bu âleme mükellef olarak geldin. Teklif-i ilahi altına girdin. Asker oldun. Allah’a abd ve asker olmakta elbet lezzet var. Ama o lezzetin içerisinde elem de var. Ya. Sende çeşitli tasarrufatta bulunacak. Bazen incinirsin. Bazen şükrü bırakır şekvaya girersin. İşte o mutasarrıf her şeyimize habirdir, âlimdir, latifdir. Ya. Gizli aşikâr her şeyimizi bilir.
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ اْلاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِى الصُّدُورُ
Eeey. Bir gözün iyi mi baktığı, hıyanetle mi baktığını da bilir mi?
-: Bilir.
Hulusi Bey: Ya’lemu, ya’lemu.
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ اْلاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِى الصُّدُورُ
Kalbinden geçenleri de biliyor mu?
-: Evet efendim.
Hulusi Bey: İşte Üstad da ona diyor ki: Senin hatırat-ı kalbini bilen bir Rabbin var. İçinde neler geziyor, neler demek istiyor? Öyle ise bilerek süslen, vermiş. Cevherleri veren O. O cevherleri verene karşı bana bu cevherleri veren sensin işte bende sana bunların şükranesi olarak başta ibadetimi yapıyorum, yapmaya çalışıyorum. Beni diğer hayatlılardan seçmişsin, kıymete çıkarmışsın, onlara vermediğin nimetleri bana layık görmüşsün. Elbette benden istediğin şükürdür, onu anladım. Bu şükür de ibadetle yerine getirmek istiyorum. Hoca Efendi sende başın sallıyorsun, sen Hacı Nuriye çok yakın otur. Evet.
-: Zevilhayat olanların tezahürat-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları;
Hulusi Bey: Demek ki hayat başlangıcı var. Onda ne vardır? Tezahürat-ı hayatiye var, tahiyye var. Sanki onlar dile geldiler, diyorlar ki: mevsim getirdin bize hayat vereceksin mevsimi halk ettin. Bizde başladı, damarlarımıza kan damarı gibi yerden suyu veren yetiştiren kim?
-: Allah.
Hulusi Bey: Toprağın içerisindeki su donuk vaziyette yürür mü yukarıya? Donuk vaziyette arzdan ağacın ta en ince dalının dibine kadar da su yürür mü? Kökünde var amma. Fakat donuk vaziyette, toprakta donuk. Ne zaman yürür?
-: Ne zaman emrederse.
Hulusi Bey: Bu toprak yumuşak. Su izn-i ilahi ile yukarıya doğru o mahlûkun, o masnuun damarına yürümeye başlar. Onda hayat eseri başlar. Hayat eseri başlayınca, ölüde hareket başladı. Tomurcuklar başladı tepmeye. Arkası çiçek, arkası yaprak, arkası meyve ha. Şimdi o tezahürat-ı hayat devam ediyor, tezahürat devam ettikçe o da Ya Rabbi ben ölmüştüm, biz ölmüştük. Bu memleketin ağaçları umumen yaprakları dökülmüş, suları çekilmiş bir nevi ölü vaziyetine gelmişken bizleri ölü bırakmadın dirilttin, alamet başladı. Öyle ise benim bütün dal ve budağımda, çıkmaya başlayan tomurcuklarıma, birbirini takip edecek çiçek, yaprak, meyvelerimde ne yapacak, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ölüyü diriltmek senden başkasının marifeti değildir. Mülk de senindir zaten. Bütün bu anasır dediğimiz, benim hayatıma sebep olacak su, toprak, hava, hararet bunlar hepsi senindir. Bunların hepsini benim hayatım için istihdam eden kullanan benim hizmetime veren sensin. Eyyy. Şimdi bu kâğıtlarda kalıyor, bu sözde kalıyor. Bu tatbikatta evet, kıra çıkmak yok, biraz hava alalım diyoruz, biraz hava. Sen öyle dedin, müdürümüze öyle dedin. Dedim ki “Bu hafta beni bir hava alacak bir yere götür.” O da dedi “Seni bir gölgeli yere götüreceyim.” Suyu da bulmuş. İçecek kadar suyu da bulunsun. Bugün buna hamd edersen sana ondan daha iyisini de inşâallah Cenab-ı Hak nasip eder götürürüz diyor. Beni kandırdı ha. İhtiyarlar da çocuk gibi olmuştur.
-: Rumuzat-ı hayatiye denilen, Sâni’lerine tesbihatları
Hulusi Bey: Rumuzat-ı hayatiye, yani işaret, işaret. Remz. Remzen işaret ediyor. Rumuzat-ı hayatiye denilen
-: Sâni’lerine tesbihatları
Hulusi Bey: İşte müsebbih olacak. Hayatlarıyla şakir olduğu, şakir ondan sonra? Tahiyyet, tesbih ettin. Tahiyyelerini, Vâhib-ül Hayat sensin, bizi hayata getiren sensin. Onu dedik, tahiyyesini yaptıktan sonra?
-: Tesbihat
Hulusi Bey: Tesbihat. Sen öyle ise, sen nesin? Yani sen noksan sıfatlardan. Ölüyü dirilten sensin. Ölü gibi olmuş ağaçları yeşillendiren sensin. Bütün hayatlıların hayatlarını veren sensin. Bizim için güneşi, evimize bir lamba, bir aşçı yapan sensin. Toprağı suyu, havayı, harareti bize hademe kılan sensin. Sen yine döne döne diyeceğiz. Sen her şeye gücü yeten Rahman ve Rahim olan bir Allah’sın. Her türlü ali sıfatlar sana yakışır. Sende hiçbir noksan sıfat yoktur. Ha. İşte müsebbih olursun, şakir olursun. Demek bunu gören verebilecek.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 144) HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR, BARLA LAHİKASIN’DAN VE 11. SÖZ’DEN DERS - 3 başlıklı makalemizde 11.sözden hakkında bilgiler verilmektedir.