14)ONYEDİNCİ LEM’A VE ONYEDİNCİ SÖZ’DEN-3

14)ONYEDİNCİ LEM’A VE ONYEDİNCİ SÖZ’DEN-3

ADAD

Hulusi Bey

ONYEDİNCİ LEM’A VE ONYEDİNCİ SÖZ’DEN DERS-3

Hulusi Bey: Zamanında izahına çalışmışım. İnsan kendisini fecir vaktinde uyandığından itibaren, ölüme benzeyen uykuya girmezden evvelki vakte kadar o günkü halini sanki filmciler gelmiş, kendisinin bütün harekatını tespit ediyor. Konuşmalarını, elle kolla işaretlerini, birisine vurmasını, ötekine dürtmesini, birisine ileri geri konuşmasını, söylenmesini hepsini sesli filme çekiyor. Şimdi filmciyi bırak, o filmi biz idare ediyoruz. O sabah bu yatma zamanı. Biz hayatımızın bir günlük muhasebesini yapıyoruz. Filmi biz kendimiz çeviriyoruz. Ne yaptım ben? Sabah “Ya Fettah, Ya Rezzak” dedim yatağımdan kalktım, temizlendim, abdest aldım, sabah namazının sünnetini kıldım, camiye gittim, tamam. Buradan itibaren dünyevi işlerde neler yaptım? Şimdi bu mecliste söylenmeyecek şeyler var, söylenemeyecek ayıp sayılacak şeyler var. Fakat bir insaf edip nefsimizin muhasebesini yapıyoruz. Yani nefsimizin deyip geçirdiğimiz ömür nefeslerini nerede kullandık, bunun hesabını yaptık. İyi yaptığımız şeyden bir tebessüm hasıl oluyor. Elhamdülillah şu iyiliği yaptırdı Cenab-ı Hak bana, iyilik O’ndandır. Şurda da, keşke o fenalığı yapmasaydım, o adama darılmasaydım, onun kalbini incitmeseydim, bunun gibi şeyleri böyle geçirdik, geçirdik. Terazi yanımızda, iki kefesi de boş. Bir tarafa iyilikleri koyuyoruz, bir tarafa, tam adilane amma. Yani hile yapıp, oraya parmağımızla basıp aşağı düşürmüyoruz. Koyduk baktık ki iyilik tarafı ağır geliyor. Elhamdülillah, bugünkü hesabımı yaptım, bîtarafane de davrandım, nefsimden yana da çıkmadım, bakıyorum ki Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla bugünkü ömrüm, ha şu yatma zamanına kadar, Allah’ın rızasına muhalif olan cihetler de var fakat suret-i umumiyede uygun geçmiş. Şimdi elhamdülillah deyip uykuya girerken “Ya Rabbi eğer ömür verirsen, yarın da beni yaşatırsan, senin rızana muvafık amellerimi daha çok yapmaya gayret edeceğim. Havl-i kuvvet sendendir. Beni bu niyetimde muvaffak buyur”. Yok, iş böyle değil. Baktı ki hiç ele alınacak bir iyi ameli yok, iyi bir hareketi yok, bir hayrı yok. Şimdi imanı var, aklı var. Bir adam böyle bir günlük ömür sermayesinin yüzde doksanını havaya vermiş. Ona ne düşer? Sahib-i Hakiki’sine, Malik-i Hakiki’sine “Aman Ya Rabbi belki yarın yaşayamam. Fakat sen Erhamür-Rahimin’sin. Ben peşiman oldum. Bu bir günlük ömrümü zayi ettiğimi anlıyorum. Senin rahmetine sığınıyorum. Beni affına layık gör. İnşaallah eğer yarın yaşatırsan bir daha bu kötülükleri yapmayacağım”. Babam neyi bekliyorsun? Cuma akşamı imam efendinin merasimle istiğfar ettirmesini mi bekliyorsun? Biz yapalım biz. Bunda ne mesuliyet var, ne yorgunluk var. Yalnız nefisteki kusuru araştırıp, o kusuru görüp, onun giderilmesi çaresine başvurulmak, gayret edilmek lazım. Nasıl olur? Böyle kendini, böyle gezdireceksin. Bütün harekatın, yatman, kalkman, şakalaşman, ileri geri söylemen felan nihayet yatma zamanına geldin. Bu filmde hiç hoşa gidecek bir film değil yahut bu filmin çok iyi tarafları var. İyi taraflarından dolayı seni o iyiliğe muvaffak eden kim? Allah. Ona ne demek lazım? Ya Rabbi elhamdülillah, çok şükür. Bu günümü iyi geçirmişim. Yani benim hesabım. Ne kadar iyi yapsam da yine Senin rızana muvafık değildir. Senin bana verdiğin nimetlerin karşılığı değildir. Onun için Sen kusurlarımı bağışla. Az amelimi çoğa tut. Kötülüklerden beni esirge. Eğer hayatımı devam ettirirsen yarınki günde beni daha iyi amellerle senin rızanı kazanmaya muvaffak edeceğin iyi kullar arasında bulundur. Bu Türkçe yahu. Bunu söyleyebiliriz canım. Yani birisinden gidip mutlaka ders almaya ihtiyaç mı var? Yeterki “Vallahi yatacağım hacı. Gözlerim de süzüldü, büzüldü. Eee bu hesap işi biraz uzun sürer. Gel sen bunu başka vakit yapalım. Burda bizi terlettiğin yeter, nefesimizi kesme.” demez, demez. Hacı Sabri de böyle demez.

Hacı Sabri Abi; Ruhumuza nur gelir, nur nur. Damarlarımıza ferahat gelir, elhamdülillah.

Hulusi Bey: Elhamdülillah dedirtene de elhamdülillah. Buyur kaç satır okudun? 

 -: İki cümle okudum ağabey

Hulusi Bey: İstiyorsunuz ki geliyor. İstemezseniz gelmez ha. İyi benim şeye değil. Ben de sizinle beraber elhamdülillah diyorum ki şuradaki şu kısa ömrümüz Cenab-ı Hakkın rızasına muvafık geçiyor. Bunu idrak ediyoruz.

-: Ne kadar şükretsek azdır.

Hulusi Bey: Buyur.

-: Çünki zaman altına girdiği için o ferd-i vâhid bir model hükmüne geçer, her gün bir ferd-i âher şeklini giyer. Hem insanda bu taaddüd ve teceddüd olduğu gibi, tavattun ettiği âlem dahi seyyardır. O gider, başkası yerine gelir, daima tenevvü’ ediyor; her gün başka bir âlem kapısını açıyor. İman ise hem o şahıstaki 

(26. Mektup, 4. Mebhas, 4. Mesele)

Hulusi Bey: Biz bunların zaman zaman zahiri vaziyetlerini görüyoruz. Mesela şu dünyanın güneş etrafında dönmesiyle, mevsimlere girmesiyle, gece gündüzün birbirini takip edip, kâh gecelerin kısalması kâh gündüzlerin kısalması, kâh gecelerin uzanması kâh gündüzlerin uzanması gibi haller oluyor. Peki, bu vaziyetlere değişiklik oluyor. Mevsimler oluyor. Bahar mevsimi, arkasından yaz mevsimi, arkasından sonbahar mevsimi, arkasından kış mevsimi bunlar birbirini takip ediyor. Her birisinde Halık’ın, baharı da getiren O, yazı da getiren O, güzü de getiren O, kışı da getiren O. Mademki O’dur, bu mevsimler memleketimiz muhitine göre yine bir rahmet değil midir? Şimdi aynı şey dersimizde geçer, bazıları karı barid görüyor. Berd dediğimiz kar var ya şu beyaz nesne. Halbuki onun altında öyle sıcak hararetli neticeler yatıyor ki; evet ekinler, ekili tarlalar, o karın altında tam üzerine yorgan örtmüş mışıl mışıl uyuyan bir insan gibi. Faaliyete başlıyor. Onun fabrikası ki kökündedir, o kökündeki fabrika tezgâh işliyor. İşledikçe siz söylüyordunuz geçen gün değil mi? Kar kalkınca bakıyorsun ki yeşillik toprağın altından çıkmış, kar’ı da delmiş. Kar kalkınca elbisesini çıkarmış gibi ben burdayım diyor. Şimdi o lisan-ı haliyle diyor ki: “Ey kar’ı hikmetsiz zanneden kuş beyinli adam. Ha bak görmüyor musun? Eğer biz, bu kar’ı bu yorganı bizim üzerimize çekmeseydi Halık-ı Rahimimiz toprağın içerisinde donacaktık. Kökümüzü kurutacaktı o soğuk. Donduracaktı. Soğukla yatmak var, sıcakla yatmak var ha. O soğuğun tesiriyle kök ne olur? Ölür. Cenab-ı Hak rahmetiyle üzerini örter o soğuktan müteessir olmaz. Şimdi takvimlerde yazıyor, zamanı geldi mi? Ağaçlardan suların çekilmesi var mı?

-: Var

Hulusi Bey: Zamanı geliyor, üzerinde yazıyor. Ağaçlara su yürümesi. Öyle yazamaz onu ha. Fakat Müslüman olan mümin olan diyecek ki ağaca suyu yürüten kimse, vakti geldiği zaman o suyu çeken de O’dur. Niye acaba? Şimdi ekseri suların çekilmesi kış mevsimine rastlıyor. Eğer o su damarlarda kalsa, dallarda kalsa ağaç ne yapar? Donar. Nasıl ki biz başımızı, gözümüzü sarıyoruz soğuktan, kürkü postu ne varsa, neredeyse yorganı da alacağız sırtımıza. Peki, Cenab-ı Hak da bak ona beşerin müdahalesi yoktur ha. O öyledir ama mümin de diyecek ki: Allah lütfediyor, hikmetini gösteriyor. O ağaçlar kendi kendine sularını köklerine doğru indiremezler. Köklerine doğru sularını Cenab-ı Hak indiriyor ki soğuktan müteessir olup ağaçlıktan çıkmasınlar, odun olmasınlar. Bahar geldi, başlıyor şeyde sular yürümeye. Su ki başladı yukarı doğru çıkmaya, yahu bu altından üfüren mi var ki çıkıyor. Bunun Halıkı’ı kimse bunu yapan O da, işte kuş beyinli desem hakkım yok mu?

-: Evet

Hulusi Bey: Ha kuşun bile ona aklı erer ki bu iş kendi kendine olmuyor, bu iş tesadüfün işi değildir, bu iş tabiatın işi sebebin işi değildir. Ya kimin işi? Onu yaratan kimse, onun hayatının devamı için sularını çekmek mi lazım köküne doğru, çeken O’dur. Onu yeniden hayata kavuşturmak mı, yeniden çiçek, yaprak, meyve vaziyetine getirmek mi istiyor, süslemek, bezemek mi istiyor, bunu o suyu yürüterek yapmak lazım geldiğinden o suyu ta en uzak ince dallara kadar eriştirecek kimdir? 

-: Allah 

Hulusi Bey: Ya altına bir şey koyacak da tazyik edecek suyu, yavaş yavaş, yavaş yavaş, yavaş yavaş, su yukarı çıkacak. Hayır canım. O yürü dedi mi yürür işte. Öyle bir kanun-u ilahi var. Onu hayata getirmek için ağaçlardaki bir kanunu, bu sureti bize gösteriyor. Neden sıcak mıntıkalardaki ağaçlarda bu hadise olmuyor? Öyle soğuk yok orda, ordaki ağaçların buna ihtiyacı yok. Peki, ordaki ağaçlar kurumaz mı? Kurur. İnsanın, hayvanın eceli olduğu gibi ağaçların, otların da ecelleri vardır. Cenab-ı Hak, o ne kadar zaman yaşayacak, ne kadar dalıyla budağıyla Halık’ı tesbih edecek, tahmid edecekse o mukannendir, ne bir ileri gider ne geri kalır.  Bunu düşünen bir Müslüman bir mümin eline baltayı alıp yaş ağaçları, meyve ağaçlarını kesmez. Bir adamın bahçesine girip oradaki meyvelere tamah edip meyveli dalı kökünden kırmaz. Evet, o İstiklal Savaşı denilen muharebede bir gün bir adam, Akşehir mıntıkasında baktım meyveli bir dal ile geldi. Kırmış.

-:  Meyvesi de üzerinde

Hulusi Bey: Meyvesi de üzerinde. Gözünden pınar gibi sular akıyor. “Ben” dedi, “bir evlat gibi yetiştirdim. Bu çocuk gelseydi, bu asker gelseydi bana, ben ona istediği kadar verirdim, yerdi.” Biz sahabe-i kiramın bilhassa Cihar-ı Yar-ı Güzin hazeratının halifelik devrinde valilerine, ümerasına verdiği emirler üzerinde bir dakika durmalıyız. Onlar nasıl emir veriyorlar: “Yaş ağaçlara, meyveli ağaçlara ilişmeyin. Din adamlarına ilişmeyin. Sizinle bilfiil mukatele etmeyenlere, aman diyenlere ilişmeyin.” 

Bak İslamiyet’e, Evet bunu, yani Cenab-ı Hakkı hamd ederek, evet şu memleketin evladlarının, bugünkü evlatlarının ecdadının ecdadı demek lazım gelen bu akıncılar, sipahiler düşman memleketine akın ettikleri zaman, mesela asma ağacından üzümü sahibini bulamayıp yedikten sonra akçayı onun dalına bağlayıp gidiyor. Bu adaleti Osmanlı ordusu dediğimiz İslam ordusunda o zaman gören kâfirler kendi idarelerindeki papazların tasallutundan, kralların zulmünden Osmanlı idaresine seve seve giriyorlar, Allah’ın hidayet ettikleri de “Bunu yaptıran bunların dinidir, bunların mukaddes kitabı hep iyi şeyleri emrediyor” diyerek İslam dinini kabul ediyorlar. İnsafsızların sözüne bakmayın. İslam ordusu sel gibi gitmiş de öyle çekilmiş değil. Adaletle ilerlemişler. Adaletlerine hayran olan kâfirler bu hidayet nurunu saçan zümreye karşı bir muhabbet beslemişler. Muhabbetlerini de onların tabiiyetine girmek, onların her türlü güzellikleri içinde toplamış olan dinlerine girmekle göstermişler. Benim bildiğim bu. Buyur. 

-: İman ise hem o şahıstaki her ferdin nur-u hayatıdır, hem girdiği âlemin ziyasıdır. “Lâ ilahe illallah” ise, o nuru açar bir anahtardır. Hem insanda madem nefs, heva ve vehim ve şeytan hükmediyorlar, çok vakit imanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileleri ederler, şübhe ve vesveselerle iman nurunu kaparlar. 

Hulusi Bey: Şüpheler, vesveseler

-: Hem zahir-i şeriata muhalif düşen ve hattâ bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimat ve harekât eksik olmuyor. Onun için her vakit, her saat, her gün tecdid-i imana bir ihtiyaç vardır.

Hulusi Bey: Bilerek ha, bilerek anlayarak. Şimdi bak şu anda tulu eden bir şey var, La ilahe illallah. Bak bu kadar şeyler var, düşmanlar var. Zararlı şeylerin içerisinde yaşıyoruz. Nefis, şeytan, vehim bilmem ne diyor değil mi? Bunlar hep fesada çalışıyorlar. Bizim imanımızı gölgelemek istiyorlar. “La ilahe illallah” derken, “La Hafîze illallah.” Bu kadar şerlilere karşı bizi muhafaza edecek Allah’tan başka kim var? O Hafîz hem de Rahim’dir. Onun için “La Hafîze illallah, La Rahime illallah.” Bu manada O La ilahe illallah’a devam etmek lazım. Lisanımız da dediği gibi kalbimiz de böyle, fikrimiz fikrimiz fikir. Yine Mevlana’nın değerli bir sözü var, ne diyor “Ey birâdeb tû hemân endîşeî, mâ-bakâ tû üstühân u rîşeî” Ey kardeş diyor, sen hemen düşüncenden niyetinden ibaretsin. Üst tarafı et, kemik, kıl, “Ey birâdeb tû hemân endîşeî”, sen düşüncenden, fikrinden, niyetinden ibaretsin. “Mâ-bakâyet” geriye kalan “üstühân u rîşeî” et, kemik, kıl. Öyleyse tefekküre ehemmiyet vermek lazım. İşte bu dersler, bu imani dersler bize okuduğumuz şeylerin manasını anlamaya gayret etmek, söylediğimiz sözün manasını düşündürmek için birinci sebeplerdir. Kendimizi buna alıştırırsak o zamanki duyduğumuz zevk manevi ooo, o tatlı şeyleri yemek gibi, yağlı şeyleri yemek gibi değil. İmandan gelen zevk-i nuraniyi hiçbir gıda-ı maddi temin edemez, onun yerine geçemez. Geçer mi? Asla. Evet, Üstadın çok acayip şeyleri var. Diyor ki: Bir mesele-i imaniyeyi diyor, küçücük bir mesele-i imaniyeyi muhafaza etmek için eğer şu dünya benim olsa bila-tereddüt fedaya razı oluyor. Bu dünya saltanatı bize teveccüh etse bir tek imanî meseleyi feda eder misin, yoksa dünyaya sultan olmayı mı kabul edersin? Edemem, edemem. Eğer aklımız varsa, imandan zevk, lezzet-i manevi almış isek, o tadın tadını anlamışsak bırakamayız. Dünyası lüzum yok. O ki fanidir, o ki geçicidir, bana ebedi hayatta faide verecek şeye bakarım. Ebedi hayatta faide verecek nedir? 

-: İman

Hulusi Bey: İmandır. Öyle ise onun en ufak bir zerresini dünya sultanlığına da değişmem, demek lazım. Taklit edeceksek bu gibi şeylerde taklit edelim. Hadi bakalım 

جَدِّدُوا اِيمَانَكُمْ بِلاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ

-: Sual: Mütekellimîn üleması; âlemi, imkân ve hudûsun ünvan-ı icmalîsi içinde sarıp zihnen üstüne çıkar, sonra vahdaniyeti isbat ederler.  

Hulusi Bey: İlm-i kelam değil mi?

 -: Evet

Hulusi Bey: Mütekellimin demek ilm-i kelam âlimleri.

-: Ehl-i tasavvufun bir kısmı, tevhid içinde tam huzuru kazanmak için, “Lâ meşhude illâ hu” deyip kâinatı unutur, nisyan perdesini üstüne çeker, sonra tam huzuru bulur. Ve diğer bir kısmı hakikî tevhidi ve tam huzuru bulmak için “Lâ mevcude illâ hu” diyerek kâinatı hayale sarar, âdeme atar, sonra huzur-u tam bulur. Hâlbuki sen, bu üç meşrebden hariç bir cadde-i kübrayı Kur’anda gösteriyorsun. Ve onun şiarı olarak “Lâ mabude illâ hu” “Lâ maksude illâ hu” diyorsun. Bu caddenin tevhide dair bir bürhanını ve bir muhtasar yolunu icmalen göster.

Elcevab: Bütün Sözler ve bütün Mektublar, o caddeyi gösterir. Şimdilik istediğiniz gibi azîm bir hüccetine ve geniş ve uzun bir bürhanına muhtasaran işaret ederiz. Şöyle ki: Âlemde herbir şey

Hulusi Bey: Anlıyoruz değil mi? Şimdi bir zümre var ki; “La meşhude illahu” diyor. Bu görünen şeyler yoktur esasen, görünen şeyler hayaldir. Hakikat görünen, bunlar görünmüyorlar. Görünmediklerinden hayal olarak bana görünüyorlar. Onların üzerine gitmezler. Cenab-ı Hakk’ın var etmesiyle var, göze göstermesiyle göze görünüyorlar dese, o zaman diyor ki zihnim dağılır. İyisi mi bu gördüklerimin hepsini hayal bezine sarayım bitarafa bırakayım ki yalnız gözüme Allah görünsün. Yani tecelliyat-ı ilahiyyeden başka hiçbir şey görünmesin. Fakat  اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍۘ  E eşya var. Eşya vücutlarını bize arz ediyorlar. Şimdi o şeylerin vücudu neyi gösterir? Eşyanın Halık’ını gösterir. Demek ki eşyanın Halık’ı var. O şeylerin içerisinde boğulmaya müsaade yok, sebep de yok.

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍۘ fermandır.

Allah bütün eşyanın Halık’ıdır. E şimdi görünen hiçbir şey yoktur, yalnız ben Allah’ı görüyorum. Kendi mesleğince bunda bir hakiki tevhidin şeysini bulmuş. Onları nisyan perdesine, yoktur. Unutuyor onları. Diğerleri de bir kısmı da “Mevcut, var olan, vücut libasını giyen hiçbir şey yoktur. Vacib-ül Vücud’dan başkasına mevcud nazarıyla bakılamaz” diyor, o da diyor ki “ La mevcude illahu”. Bu meslek. Soruyorlar; bunlar böyle diyorlar, sen de diyorsun ki “ La matlube illa Hû, La maksude illa Hû, La ma’bude illa Hû” Bize muhtasar bir şeysini söyleyecek. Söylesin bakalım 

 -: Âlemde herbir şey, bütün eşyayı kendi Hâlıkına verir.  

Hulusi Bey: Dur bakalım. Zerreyi mevlevi gibi gezdiren diyor. Zerreler camiddir, şuursuzdur. Hava zerresi olsun, hava zerratı olsun, toprak zerratı olsun, su zerratı olsun. Bunların şuuru yoktur, idraki yoktur. Şimdi hepimiz bahar mevsiminde arının oğul verme zamanında kendimizi bir bahçede görelim. Kovanları görüyoruz. Arılar, böyle bir hayli arı kovanları var, e petek de kovanda. Arılar bunların içerisine giriyorlar, çıkıyorlar. Oğul verdiği gün o arılar havaya yayılıyorlar. Uzak mesafelere gidiyorlar. O uzak mesafelerden hiçbir iz bırakmadan, bir iz takip etmeden tekrar geliyorlar. Mesela 100 tane kovandan hangi kovana girecekse oraya şaşırmadan giriyorlar.

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلى يَوْمِ الدّينِ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمينَ

Cenab-ı Hak ve feyyazı mutlak hazretleri okunan dersten hasıl olan sevap hürmetine, ehl-i imanın bütün hastalarına acil şifalar, bütün dertlilerine acil devalar, bütün borçlularına ve çeşitli musibetlerin elemi içerisinde kıvrananlara o elemlerden kolaylıkla kurtulmalar nasibi müyesser eyleye. Suri ve manevi müşkilatlarını ve  bizlerinde cümlemizin suri ve manevi müşkilatımızı hallu asan eyleye. Cümlemizin ahiri akıbetini hayr eyleye. Vademiz hitamına kadar iman ve İslam ve nur hizmeti yolunda fütursuz devam etmek cümlemize müyesser eyleye. Manileri bertaraf eyleye. Nümaata cesaret edenleri Cenab-ı Hak o emellerine muvaffak eylemeye. Afkan mücahitlerini  komonistlere karşı mücahade de müzafer eyleye. Vademiz hitama erince o mübarek ve münci kelime ki buyrun;

اَشْهَدُ اَنْ  لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

son nefesi vermek cümlemize müyesser eyleye.

اَلْفَاتِحَةْ مَعَ الصَّلَوَاةُ

PDF Dosyasını İndir Oku

 

Bir önceki yazımız olan 13)ONYEDİNCİ LEM’A VE ONYEDİNCİ SÖZ’DEN-2 başlıklı makalemizde onyedincilema ve onyedincisöz hakkında bilgiler verilmektedir.