21.LEM’A 1.2. DÜSTURLAR DERS-1
Hulusi Bey:
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَٓى اٰلِه۪
وَصَحْبِه اَجْمَع۪ينَ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَٓائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَ شِفَٓائِهَا وَ نُورِ اْلاَبْصَارِ وَ ضِيَٓائِهَا وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْ
اَمِينَ
-: VERİLEN SÖZDEN, AKT EDİLEN MUÂHEDEDEN CAYMANIN HARÂM OLDUĞUNA DÂIR ÂYET VE HADÎSLER:
Kalellahu teala;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ
(Maide Suresi, 1. Ayet)
Allahu Tealâ buyuruyor: “Ey iman edenler! Akitlerinizi, (İlâhî teklîfleri, insânlar arasında yerine getirilmesi gereken akitleri) ifa ediniz.”
Ve kale teala:
وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لاً
(İsra Suresi, 34. Ayet)
Allahu Tealâ buyuruyor: “Ahidlerinizi yerine getiriniz. Çünkü ahid ve mukavelelerinizden mes’ûlsünüz.”
Abdullah bin Amr İbn-il As (ra)’dan, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Dört huy vardır ki, bunlar her kimde bulunursa, o kimse halis münâfık olur. Herhangi bir kimsede bu huylardan biri mevcut olursa, o huyu bırakıncaya kadar kendisinde nifâktan bir huy bulunur. Müminlere yaraşan, bundan uzak kalmaktır: Kendisine bir şey emniyet ve itimat edildiği zaman hıyanet eder, konuşurken yalan söyler, ahdettiğinde ahdini bozar, husumet ve murafaa zamanında yalan yere yemin ve batıl sözlerle haktan ayrılır.”
Hulusi Bey: Şimdi fazla okuyacak değiliz, bunu tekrar edelim ki münafıklığın alemeti üçtür bizim bildiğimiz, burada bir dördüncüsünü de ilave etti, o da münafıklık alemetidir. Onu da belleyelim. Buyur.
-: Dört huy vardır ki, bunlar her kimde bulunursa, o kimse halis münafık olur. Herhangi bir kimsede bu huylardan biri mevcut olursa, o huyu bırakıncaya kadar kendisinde nifâktan bir huy bulunur. Müminlere yaraşan, bundan uzak kalmaktır
Hulusi Bey: Hoca efendi o kapının önünde durma rahatsız olursun.
Evet.
-: Kendisine bir şey emniyet ve itimat edildiği zamân hıyanet eder, konuşurken yalan söyler, ahdettiğinde ahdini bozar, husumet ve murafaa zamanında yalan yere yemin ve batıl sözlerle haktan ayrılır.”
Hulusi Bey: Bir daha tekrar edelim.
-: “Dört huy vardır ki, bunlar her kimde bulunursa, o kimse halis münafık olur. Herhangi bir kimsede bu huylardan biri mevcut olursa, o huyu bırakıncaya kadar kendisinde nifâktan bir huy bulunur. Müminlere yaraşan bundan uzak kalmaktır: Kendisine bir şey emniyet ve itimat edildiği zamân hıyanet eder, konuşurken yalan söyler, ahdettiğinde ahdini bozar, husumet ve murafaa zamânında yalan yere yemin ve batıl sözlerle haktan ayrılır.”
Hulusi Bey: Peki bugün hadisten okuyacağımız bu kadar. Geçen akşam İhlas’tan parça purça okuduk.
Lâakal 15 günde bir okunması istenen.
-: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Yirmibirinci Lem’a
İhlas hakkında
(Onyedinci Lem’anın Onyedinci Nota’sının yedi mes’elesinden Dördüncü Mes’elesi iken, ihlas münasebetiyle Yirminci Lem’anın İkinci Nokta’sı oldu. Nuraniyetine binaen Yirmibirinci Lem’a olarak Lemaat’a girdi.)
Bu Lem’a lâakal her onbeş günde bir defa okunmalı.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ ٭ وَ قُومُوا لِلّٰهِ قَانِتِينَ ٭ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكَّيهَا وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسَّيهَا ٭ وَلاَ تَشْتَرُوا بِآيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً
صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ
Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçı, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet: İhlastır. Madem ihlasta mezkûr hâssalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var.. ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde
Hulusi Bey: Hâlâ o müthiş zaman var mı yahu? Var mı müthiş zaman? Evet, bu müthiş zamanda, evet.
-: “ dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid’alar, dalaletler içerisinde bizler gayet az ve zaîf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuş
Hulusi Bey: Buyurun.
-: “elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi’ olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ul oluruz. وَلاَ تَشْتَرُوا بِآيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً ayetindeki şiddetli tehdidkârane nehy-i İlahîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına manasız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfüruşane, sakil, riyakârane bazı hissiyat-ı süfliye ve menafi’-i cüz’iyenin hatırı için ihlası kırmakla; hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’aniyenin hizmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz. Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur.”
Hulusi Bey: Burda uyandırmak var. “Ey kardeşlerim” diyor. Mühim
-: ve büyük bir umûr-u hayriyenin
ve büyük bir umûr-i hayriyenin.. Bu işimiz de umûr-i hayriyeden midir, hayırlı iş midir? Umûr-i hayriyenin. Evet.
-: “Çok muzır manileri olur”
Hulusi Bey: Çok muzır manileri olur, çok zararlı manileri olur. Şimdi geçen hadiselerden, evvelce olan şeylerden ibret almalıyız. Onların her zaman bugün canavarlaşmış bir vaziyete girmiş cemiyet. Yani hayat emniyeti, mal emniyeti, hiçbir emniyet edilecek vaziyet yok. Her şey tehlikeli vaziyette. Mutlaka o işin içinde bulunmak lazım değil. Hadiseyi uzaktan takip ederken içerisinde bulunsak, bizim vaziyetimiz nasıl olur? Ne yapabiliriz? Bugün şu toplumda emniyet denilen şey var mıdır? Can emniyeti, mal emniyeti, ırz emniyeti var mı? Yok. Peki, mümin kime derler? Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyuruyor, mümin kime derler?
-: Irz, namus..
Hulusi Bey: Mal, can, ırz teslim edilirse, işte ona emniyet edilir. Şimdiki şu cemaatin şu cemiyetin içinde, bu cemaati demiyorum, yani duyduğumuz şeyleri, okuduğunuz vaziyeti, radyo diliyle söylenen sözleri düşünün ki, bu memleket Müslüman. Herkes Müslüman evladını daha ziyade okusun, daha ziyade yüksek tahsil görsün, hayata olgun bir insan olarak gelsin diye emniyetle gönderiyor. Canavarların içine gönderiyor. Bile bile öl diyor. Şimdi ölüm korkusu ile yaşarken sıhhatli, salim fikirle tahsil mümkün müdür? Soruyorum insaf edin. Evinde oturan ebeveyn, çocuklarının eve döneceğine, salim geleceğine inanamıyor. Bugün memleketimizin kısaca hali bu vaziyettedir. Şimdi, bu emniyetsiz yerde yaşamak, her işimizi insanca görmek imkanı var mı? Huzur-u kalp var mı? Abid, zahid efendi ibadetinde huzur bulabilir mi? Şu çeşit yaşama içerisinde, Allah’a hakkıyla kulluk vazifesi yerine getirilebilir mi? İnsaf edelim. Evladını gönderdi burdan İstanbul’a, salimen gideceğini itimat edebiliyor mu? Giderse oradan belki vasıta trafik kazası yapmadı, yerine gitti. Ama çıktığı zaman bir tanesi elindeki sustalı bıçağı karnına sokmayacağına kim senet verebilir? Güya medeni insanlar, büyük şehirlerde yaşarlar, medeni ha! Mimsiz medeniyetin daha kuvvetli bulunduğu yerler, büyük şehirler. Şimdi Elaziz 23 bin nüfuslu iken bu kadar medeni değildi, şükür. Şimdi nüfus arttı, fakat mimsiz medeniyette o derece kendini gösterdi. Hangi yönden bakarsan bak. Yüksek tahsil yapacak yerler, üniversiteler, fakülteler, akademiler açıldıkça insan seviniyor. Eh! Çocuklarımız uzağa gitmeden burada okuyacak. İyi fakat emniyet olmazsa nasıl okuyacak? Şimdi gün geçtikçe terakkideyiz. Bir zaman ne vardı? Grev vardı, boykot vardı, işgal vardı. Şimdi foya büsbütün meydana çıkmış. Makineli tüfekler elde, patlayıcı madde cepte; öldürmek hırsı, doymayan bir hırs fertlerde. Şu vaziyette yaşamak nasıl mümkün olur? Evet, bizim burada bulunduğumuz, şu işle meşgul olduğumuz zamanda da, elhamdulillah, salimiz. Fakat artık bıçak kemiğe dayanmış, haşerat o kadar çoğalmış ve o kadar savlet artmış ki; yani insan dayanamıyor. Cenab-ı Hak muhafaza buyursun. Başka ne diyeyim. Kim olursa olsun bu can yahu! İnsanlık, bizi insanlarla bağlamış. İnsan kendisine istemediği şeyi kardeşi için isterse o hakiki Müslüman mıdır? Peygamber (a.s.m.) Efendimiz böyle mi buyuruyor? “Kendisi için istediği bir hayrı kardeşi için de istemedikçe tam kamil Müslüman olamazsın” diyen Peygamber (s.a.v.)’dir. Aksini söyleyen varsa buyursun. Herkese kafir damgası vur! E herkese kafir şeysi bu öyle değil ki yani bir rütbe değil. Rastgele bir adama kafir demek, bu kadar büyük bir vebalin içerisine girmek herkesin cesaret edeceği bir mesele değildir. Kendi halimizi görmeyiz, kusurumuzu hiç bilmeyiz. Sanki biz layuhtiyiz, bizden hata sadır olmaz, zenbille inmişiz. “Onun için işte onlar yapıyorlar, efendim”. E onlar yapıyorlar onlar kardeşim, geldi burnumuza dayandı bu herifler. Bunlar Avrupa’dan mı geldi, Amerika’dan mı geldi? Ne cehennemden geldiyse geldi, fakat bizim bugünkü yaşayışımız içerisinde bıçaklar kemiğe dayanmış vaziyettedir. Bunu niye söylüyorsun? Söylemek zorunda kaldım kardeş. Netice, gayen nedir, dilinin altındaki şeyi çıkar. Söylüyorum, bizi bu halden muhafaza edecek iki şey var. Birisi kusurumuzu bilip rahmet-i İlahiyeye iltica. Ya Rabbi kusur bizimdir, o kusurumuz tecelli etti. Bugün canavarlar içerisinde yaşar bir hale geldik. Birisi bu. İkincisi de burada artık idame-i hayat, yaşayış zorlaştı. Bu zorluğa sebebiyet veren bizim amalimizdir, ef‘alimizdir. İşi anladık. Yine kusur bizimdir. Sen icra-i adalet edersin. Sana zulüm yaraşmaz. Zerre miktar zulümden münezzehsin. Kusur bizimdir, fakat işi anladık. Biz bu ufak bir cemaat, bize fikren, manen katılanlarla beraber dergahından niyazımız şudur ki: Ya Rabbi bizim kusurumuza bakma. Kusurumuzu affet. Memleketimizin muhtaç olduğu asayişi, emniyeti yine lütfunla iade et. Bizi Senin rızana muvafık yolda daim ve sabit kıl! Amin. Lillahil Fatiha. Buyur.
-: “Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. İhlası kıracak esbabdan; yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm
اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى
demesiyle, nefs-i emmareye itimad edilmez. Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın. İhlası kazanmak ve muhafaza etmek ve manileri defetmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.
BİRİNCİ DÜSTURUNUZ: Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı.
Hulusi Bey: Yani?
-: Allah rızası.
Hulusi Bey: Ne iş yapacaksanız yapın. Bunda rıza-i İlahî var mı, yok mu? Yapacağımız işi yapmazdan evvel, “Bu işi yapacağım ben, bu işten Allah razı olur mu, olmaz mı?”, bir kere düşünmek lazım. Şimdi bu düşünce ile hareket eden ister az ister çok mümin cemaati, kimseye zarar verecek vaziyete düşer mi? Yapmazdan evvel, düşünüyor “Bu hareketimden Rabbim benden razı olur mu, olmaz mı?”. Cenab-ı Hak içimden geçeni de bilir mi? Senin, benim, hepimizin içinden geçeni de bilir. Niyetimize göre muamele eder. Eğer hakkımızda lütf ile muamele etmesini istiyorsak; evvela niyetimizi, fikrimizi, düşüncemizi tashih etmeliyiz. İnsan olarak “el insan mürekkebün hata ve nisyan“ İnsan hatadan, nisyandan, isyandan kurtulur mu? Kurtulmak imkanı yok. Şu halde biz düşünmeliyiz. Hata bizde. Ama, gel nefse kabul ettir şimdi. Kusuru kabul eder mi? Daha senin gibi ne Hint’te var, ne Yemen’de! İşte buraya nasılsa rahmet-i İlahî seni bir zenbille indirmiş. Daha başkasına söylemeye lüzum yok. Eğer sende böyle bir kanaat varsa, bende böyle bir kanaat varsa, hapı yutmuşuz demektir. Enaniyeti okşayacak şey bizde mevcut ise, kendimizi beğenmek herkesi horlamak bir marifet ise, bu halde bize mal olmuş hal olmuş bir vaziyet varsa, başkasını ayıplamaya hiç şeyimiz yok. Evvela kendi vaziyetimizi ıslah etmemiz lazım. Ama bize o mübarek Üstad ene zamanı değil, nahnü zamanıdır, şimdi cemaat zamanıdır, inziva zamanı değildir desin dursun. O gitti aramızdan. Şimdi onun bıraktığı Kur’anî eserlerden her zaman istifade ediyoruz. Hangi gün, hangi eserden istifade etmedik? İnsaf ile söyleyelim. Hangisi bize fayda vermiyor? Manevi hayatımıza, huzurumuza hizmet eden bir yer, hizmet etmeyen bir ciheti var mı? Zararlı bir yer gördük mü? Ey müdakkik, mütefekkir zevat, neresini gördünüz ki bu insanlığa, bu hayat-ı içtimaiyeye zarar veriyor? Yok. Madem ki zarar vermiyor, öyleyse biz de şu meseleye dikkat edelim ki, ene meselesi bu, nefsimizi azizlemiyelim. Nefsimize kusur görmemezlik şeysinden uzaklaşalım, kusuru görelim. O zat kendisinde daima kusur görmüş ve daima nefsini ittiham etmiş. Biz nasıl etmeyelim? Mülkünde tasarruf eden bir Zat var. O’na biz ne diyoruz, O’nun adı ne?
-: Allah
Hulusi Bey: Allah mı?
-: Evet.
Hulusi Bey: Adalet mi eder, zulüm mü eder?
-: Adalet
Hulusi Bey: Zulüm yaraşır mı O zata? Peki, bu hâl nedir? Bir adaletsizlik vaziyeti var orta yerde. Fa‘âl O’dur, Fa‘âlün limâ yürîd, Fâil-i hakiki O’dur. Bu acıklı halleri bize gösteren Zat, bundan memnun olmaz. Fakat bizi ibrete, bizi ibrete davet ediyor. “Düşünün” diyor; “Bu işleri siz ektiniz, Ben halk ettim. Siz böyle istiyorsunuz böyle halk ettim.” Bu kadar karışık vaziyette, bu kadar fesatçıların içerisine girmiş, bu kadar komitelerin mel‘abegâhı olmuş bir memleket tasavvur edilebilir mi yahu? Bu Müslüman memleketi. Bugün kardeşimizin biri diyor ki: “Bu son hadisedekilerden birisi Maocuymuş, diğeri ise bilmem ne zıkkımmış.” E peki birader, hele nerden bize istihbarat nereden geldi onu bilmiyorum ya, fakat içimizde hakikaten böyle, şu namla fesatçılar var mı? Var. Bunlar nereden geldi? Cenab-ı Hakk’ın halk ettiği muzır mikroplar var mı, yok mu?
-: Var
Hulusi Bey: Muzır mikroplar teneffüs cihazıyla, hazım cihazıyla, temasla, hatta yuttuğumuz hava ile bedene girer mi, tahribat yapabilir mi? Biz bu tahribata karşı herhalde sıhhi durumumuzu çok emniyette bulundurmak lazım. Bizim elimizde iki vesile kala kala kalmış, iki vesile kalmış: Birisi Kur’an, diğeri Sünnet-i Seniyye-i Ahmediye (a.s.m.). Hem Vâki, hem Sâfîî.
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ
(İsra Suresi, 82. Ayet)
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz söyleyip duruyor. Bugün okuduğumuz bir hadiste de , ” Ve kunu ibadallahi ihvana” diyor. Allah’ın emri veçhiyle kardeş olun diyor. Kur’an-ı Mübim, Kelam-i Kadim
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ
(Hucurat Suresi, 10. Ayet)
Biz burada az olmakla beraber, büyük bir hizmet-i maneviye görüyoruz. Şu azlığın içerisine Allah korkusu, Peygamber sevgisi, Kelamullah muhabbeti onu ilkaya çalışıyoruz. Bu dersler, bu bakımdan bizim manevi rehberimiz oluyor, bize faydalı bu yolu gösteriyor. Hidayeti nasip eden de Cenab-ı Hak’tır. Bizi buralarda toplayıp şu çeşit sohbetleri yapmayı lütfeden de yine Cenab-ı Hak’tır. Nimet var, hidayet var, lütuf var, kerem var. Bunlara karşı da şükür lazım. Şu vazifede sadakatle sebat lazım. “Kullar böyle diyorlar, şöyle diyorlar”, bunlarla meşgul olmamak lazım.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 14)ONYEDİNCİ LEM’A VE ONYEDİNCİ SÖZ’DEN-3 başlıklı makalemizde yirmialtıncımektup hakkında bilgiler verilmektedir.