HATIRA VE SOHBET – 1
Hulusi Bey: Yeri de Diyarbakır’da. Oradan bir hoparlör koymuşlar, o oradan bir şey söylüyor. Sofi Said’de karşısına geçmiş o da bir şeyler söylüyor. O söylüyor o söylüyor mütemadiyen. Sanki o kendisine bir şey sorulmuş gibi cevap veriyor. Fe Subhanallah. Medarı kelamı da şuydu. Söylerdi söylerdi, nevaye, nevaye, nevaye ezbeni nevaye. Şimdi, o zaman binbaşıyım. Sofi Said koltuğuma giriyor. Diyarbekir’ın o zaman bir işlek yolu var, Dağkapısı ile Mardinkapı arası. Şimdi Sofi Said üç etek entarisiyle, abasıyla benim koluma girmiş. Nasıl söylüyor amma. Harıl, harıl, harıl söylüyor ama arda da diyor nevaye ezbeni nevaye. Hele bir şey anlamıyorum ki. Neyse Allah rahmet etsin, kasarcı Yusuf’un dükkânına girerdik, işi ona havale ederdim kurtulurdum. Nevaye ezbeni, hiç ehemmiyet vermezdim, bir meczubdur işte. Fakat işte âlem-i manada baktım, Üstadın şeyine başını dizine koymuş, Üstad’da onun saçını tarıyor. Ya. Anladım ki hayır, meczub-u ilahidir. Yani yalnız sipsivri deli değil. Meczub-u ilahi, ondan sonra nazarım değişti. Evet, bunlar hadidirler mühdi olamazlar ama onu da biliyoruz. Her hadi mühdi olur mu? Olamaz. Onlar yaptıklarından mesul değiller. Çünkü cinnet hali var. Muvazenesiz hallerinden dolayı mesul olmazlar. Fakat aklı başında olan onu taklide kalksa kendisini kurtaramaz. Sofi Said böyle yaptı sen de böyle yap, bende öyle yapayım. Olmaz. Sofi Said’in abdesti bozulur yine namaz kılar, ama senin aklın başında bile bile abdestsiz namaz kılamazsın. Evet, evet hal ehli başka hal ehli. Onun için onu bunu taşlamaya gelmez. Fakat imrenilecek bir şey de değildir. İmrenilecek bir şey de değildir. Hulasa taksime razı olmalı, Cenab-ı Hak akşamda dediğim gibi bize büyük bir nimet ihsan etmiş, inam etmiş. Buna kanaat etmeliyiz. Bunun dışına çıkmak yok. O öyle yapıyor, bu böyle yapıyor, şu böyle düşünüyor, o öyle düşünüyor.
كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ
Bu hizib ancak Kur’andan kendisine ihsan olunanla iktifa edip. Hele bunun hakk-ı şükrünü yerine getirdik mi? Bizim başka şeylerle uğraşmaya vaktimiz yoktur. Kim ne derse desin. Böyle düşünmezse, abdestine zararı olur karışmam. Orada Molla Mustafa isminde bir hoca. Fakat acayip bir hali var. Oranın halkı Şubat’tan itibaren başlar, yayla dedikleri yerlere giderler. Yaylada yok, o şarkın yayla dediği, merası, bilmem suları öyle, onlar ya deve ya koyun işte onlarla beraber oraya giderler. Oraya çekilirler. Onlar kasabayı boşaltılar mı, Molla Mustafa yayladan gelir şehre kasabaya eve kapanır. Cuma oldu mu, Cuma günü, dolaşık sokaklardan kimse görmesin diye gelir camiye Cuma namazını kılar. Başına da Mevlevi külahlarından bazılarını o zaman şey yapmışlardı şapka vaziyetine. O da fötr şapka vaziyetine sokmuşlar. Yani böyle kenarını kıvırmışlar. Onu eline alır, yani bende bu şapkaya itiraz etmedim, elimde tutuyorum. Başıma koymuyorum ama fakat elimde durabiliyor. Desinler için yoksa. Öyle acip meşrebli bir zat. Evine gider, böyle bir karakterde bir şey. Şimdi bizim Molla Abidin’de Karapınar’ın Molla Mustafa’sı gibi. Yahut pederi muhterem bir adam o zat da öyle. O da görünmüyor. Şimdi tersi olacak. Herkes şehre toplandığı vakit baban köye göndereceksin. Orda o zaman orada toplanıyorlar değil mi? Köyün ismimidir? Meremce bir şey. Fakat işte o
يُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ
Öyle diyor. Kendisi muhtaç iken kendisinden daha muhtacı nefsine tercih ederse, o ehemmiyetli. Şu oraya girer. Yine gel bizim hikâyemize. Şakik-ı Belhi Hazretleri ile İbrahim Ethem Hazretlerinin konuşmalarına. İbrahim Ethem Hazretleri, Şakik-ı Belhi’ye bizde belhli. Ne dedi? İbrahim Ethem Hazretleri dedi ki: Biz bulduğumuz zaman şükrederiz, bulmadığımız zaman sabrederiz. Hemşerisi olduğundan dolayı Şakik-ı Belhi Hazretleri de dedi ki; bizim Belh’in köpekleri de öyledir. Bizim Belh’in köpekleri de bulursa. Ne yapar?
-: Şükreder.
Hulusi Bey: Şükreder, bulmazsa da sabreder. Bu kere İbrahim Ethem Hazretleri: “Siz ne yaparsınız?” dedi. Biz dedi: “Bulmadığımız zaman şükrederiz, bulduğumuz zaman isar ederiz.” Bulmadığımız zaman şükrederiz. Bu anda elimize bir şey geçmemiş şükür, neye şükür? Efendiler müterakim şeyimiz var ha, kazaya kalmış şükürlerimiz var. “Sübhâneke mâ şekernâke hakka şükrike yâ meşkûr. Cenab-ı Peygamber Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz: “Sen öyle şükre layık bir meşkûrsun ki, senin hakk-ı şükrünü biz eda edemeyiz, yerine getiremeyiz.” Bize örnek oluyor. Yani böyle demeniz lazım. Demek ki Cenab-ı Hakka şükredecek vaziyetlerimiz olmuş, fakat şükrünü yerine getirmemişiz. Öyle ise namaz borcumuz, oruç borcumuz, sadaka borcumuz olduğu gibi böyle şükür borcumuz da var. Nimeti bulmuşuz, fakat nimet bizden ne istiyor? Birinci Söz’e gel, Birinci Söz’e. Birinci Söz’de Üstad bize nasıl ders veriyor? Nimet bizden ne istiyor, Cenab-ı Hak verdiği nimete mukabil bizden üç şey istiyor, neydi onlar?
-: Başta Bismillah.
Hulusi Bey: Zikir, fikir, şükür. Başta Bismillah, zikirdir ihtiram edeceksin. Bu nimet Allah’ındır diyeceksin. O nedir? Zikirdir. Sonunda Elhamdulillah, ona ihtiyacım var, Ya Rabbi. Bu nimeti devam ettir. Ben buna şükrediyorum, hamdediyorum devam ettir. Üçüncüsü de başlangıç ile sonu arasında bu nimetler onun olduğunu, Allah’ın olduğunu aradaki vasıtalar, onu araya koyduğu vasıtalar Mün’im-i Hakikiyi bize unutturmuyor. Mün’im-i Hakiki kimdir?
-: Allah.
Hulusi Bey: Allah’tır. Ama arada fırıncı var, kasap var, bakkal var, manav var çeşitli esnaf var. Çeşitli vasıtalar var, hükümet var. Baraj var. Nerden gelirse gelsin, mülkün sahibi, malın sahibi, paranın sahibi kimdir?
-: Allah.
Hulusi Bey: Allah. Öyle ise ortadaki vasıtaları görme. Onlar Mün’im-i Hakiki değil, ya nedir? Zahiri mün’imlerdir. Zahiri mün’imlere karşı çok teşekkür ederim efendim. Allah senden razı olsun. Peki, Allah, Allah senden razı olsun deyip, ona tahsis ettin. Allah bizden ne istiyordu onu unuttun. Mal benimdir dediğini bir zikrinle göster, Allah’ı unutma. Bismillah de. Allah’ın adı ağzından çıksın. Ondan sonra, sonunda da Elhamdulillah. Nimet senindir, ben onun üzerine şükrediyorum. Ya Rabbi bu nimetine çok ihtiyacım var. Bana sen lütfediyorsun, nimetini devam ettir. Zaten veren sensin, mal sahibi de sensin. Ben de senin kulunum. Bu nimete de ihtiyacım vardır. Öyle ise bana ihsan et, inam et. elhamdülillahla bunu diyoruz. Orta yerde de düşüneceğiz. Ne düşüneceğiz? İşte uyunacak zaman o ha, ders zamanında uyumuşsun ne edeyim. Asıl uyuyacak zaman o. Bismillah ile elhamdülillah arasında düşünce. Benim iktidarım zayıf, ben aciz iken, bana öyle nimetleri hazırlayıp veriyor ki Rahmanurrahim olan Zat-ı Zülcelali Ve’l-ikram bana o kadar hayret verici derecede yardım ediyor ki ancak o Rahman ve Rahim’dir ki bana bu muaveneti esirgemiyor, yapıyor. Ha. Bununla meşgulsün. Eğer benim iktidarıma bıraksaydı ben bunun yüzde birini de tedarik edemezdim. Nerden bulayım? Kış ortasındaydı 1945 senesi, kışın en cıvcıvlı zamanı Kars’a tayin edildim, oraya giderken Erzurum’a uğradım. Trenden indik, merhaba hoş geldin filan diye gelenleri karşılıyorlar. İlk sözleri burada bir şey yok. Hiçbir şey yok. Efendim vitaminli yiyecek arıyorlar. E kışta nerden gele, geliyor hâlbuki. Burada yok. Adını yok koyduk mu? Fakat şimdi bakın. Kış memleketi gidin Kars’a da, Erzurum’a da kışın en cıvcıvlı zamanında o vitaminli yiyecek maddeleri orada bulunuyor mu, bulunmuyor mu? İsterseniz yazın sorun. Belki biraz fiyatlıdır ama bulunur. Kim getirdi oraya? Fakat bizim gibi açgözlü sabırsız insanlar evvela adına yok diyoruz. O nasıl istiyor? Cenub vilayetlerimiz gibi olsun. Hadravat, yeşillik her şey mevcut olsun. Her gün çarşıya çıktığı zaman da pırasasını, ıspanağını, marolunu bilmem nesini o yeşil şeyleri fasulyesini taze taze alsın. Kabağı da alsın afiyetle yesin. İnsanoğlu sabırsızdır. Evvelce buralara yol yok iken, bazı evlerde meraklılar limon yetiştirirlerdi. Limon, portakal değil, evlerde pencerelerin içerisinde limon yetiştirirlerdi. Fakat maalesef cemaatimden o zamanı şey edecek ihtiyarlar pek yok gibi. Ha. Onun için gelip isterlerdi. Bir hastam var, ne olur bir limon. Şimdi ihtiyaç var mı buna?
-: Yok.
Hulusi Bey: Yollar yapıldı geniş. En çok yollar bizim ne işimize yarıyor? Uzak yerlere gidip gelmeyi kolaylaştırdığı gibi, sıcak memleketlerin yemişlerini, yiyeceklerini de bize kışın ortasında yetiştirmeye yarıyor. Biz de maşaallah hiç boğazımızı sevmeyiz. Hemen feryada başlayacak zümrelerdeniz. Yoktur damgasını hemen basmaya hazırız. İşte kışta Cenab-ı Hak o nimetlerini bize kolaylıkla yetiştirir.
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 159) OTUZBİRİNCİ SÖZ/ÜÇÜNCÜ ESAS (Mİ’RAC) DERS - 2 başlıklı makalemizde mirac ve OTUZBİRİNCİ SÖZ/ÜÇÜNCÜ ESAS hakkında bilgiler verilmektedir.