
Hulusi Bey
ONUNCU SÖZ/ZEYLİN BİRİNCİ PARÇASI DERS – 1
Hulusi Bey: Ala resuluna selavat:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَٓائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَ شِفَٓائِهَا وَ نُورِ اْلاَبْصَارِ وَ ضِيَٓائِهَا وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْ اَمِينَ
-:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭
وَ قَالَ تَعَالَى : وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Kendisini cimrilikten koruyan kimse felah bulmuştur.”
Cabir radiyallahu anh’den rivayete göre, Resülullah Sallallahu Aleyhi Vessellem şöyle buyurmuştur:
Zulümden kaçınınız! Çünkü zulüm, kıyamette karanlıklara sebeptir. Cimrilikten de korununuz! Çünkü cimrilik sizden evvel geçenleri helak etmiş, onları kan dökmeye, haramı helal görmeye sevk etmiştir.
KENDİSİNDEN ZİYADE BAŞKALARINI DÜŞÜNMEYE VE KENDİSİNE LAZIM OLAN MALLA BAŞKASINA YARDIM ETMEYE DAİR AYET VE HADİSLER
قَالَ اَللهُ تَعَالَى : وَيُؤْثِرُونَ عَلَى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Kendileri muhtaç oldukları halde başkalarını daha ziyade düşünmek.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Kendileri istekli oldukları halde miskinlere, öksüzlere ve esirlere yemek yedirirler ve bunu size Allah rızası için yediriyoruz, sizden karşılık ve teşekkür beklemiyoruz, Rabbımızın asık ve çatık suratlı gününden korkarız, derler. Allah da onları o günün şerrinden korur, parlaklığa ve sürura kavuşturur.” Sure-i Dehr
Hulusi Bey: Buranın tefsirini okuyayım da Hazreti Ali efendimizle münasebetli. Hakkında Hazreti Ali (R.A) hakkında nazil oldu ki bir gün rivayet olundu ki bu ayet-i kerimeler Hazreti Ali (R.A) hakkında nazil oldu ki. Yani oradan şeye kadar.
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا٭اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لاَنُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلاَ شُكُورًا٭ اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَر۪يرًا٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭
Bir gün Efendimiz aleyhisselam onun hanesini teşriflerinde Hasan ve Hüseyin radiyallahu teala anhumayı hasta görüp, Ali ve Fatıme radiyallahu anhümaya, nezreyleyin ki bu oğullarınız şifayab olsun. Ali radiyallahu anh karz ya ameli üzresiyle bir miktar şeir tedarik edip üç gün siyama nezrettiler. Biraz arpa tedarik ettiler. Üç gün onunla oruç tutmaya nezrettiler. Vaki hal sıbteyn-i mükerremeyn şifa bulmakla o şeir’in sülüsünü iftar için nan tabh edip. Yani ekmek yapıp. Valideyni saym oldular. Akşam iftara garib bir fakir gelip açlığını beyan ve ekmek talep ettikde, ekmeği ona verip ondan tatmaksızın aç yattılar. Ferdası kel evvel sülüsü şeiri dahi ekmek yapıp iftar edecekleri anda bir yetim zuhur ve halini ifade etmekle onu dahi ona verip aç yattılar. Kezalik sülüsi aher-i şeirin ekmeği dahi üçüncü gün iftarında bir esire bu veçhiyle ita ve itam olunup su ile iftar ettiler. Allah’u Teâla bunların halini beyan buyurur. Ayet nasıldı?
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا٭
Fakir, yetim ve esir. Onlar kuru ekmekle. Arpa ekmeği yaptılar, onla iftar etmeğe durdular. Kapısını döğen fakire birinci gün, ikinci gün yetime, üçüncü gün esire ekmeklerini verdiler. Su ile iftar ederek üç günü getirdiler. Allah’u Teâla bunların halini beyan buyurdu. Allah’u Teâla onların o kıyamet gününün şer ve şiddetinden hıfzedip, vecihlerine beşaşet ve kalplerine sürur ihsan eder. Ve onların taat ve isar-ı taama sabırları sebebiyle cezaları cennetin meyveleri ve harir libaslarıdır. Ol cennette serirler üzerine mütenaim olalar, oturalar. Onun havası mutedil ve ruşen olup şemse muhtaç olmamakla onlar onda hararet ve bürudet görmezler. Ve cennet eşcarının gölgeleri ona yakin olup meyveleri onlara ram olup kıyamen ve kuudan onlara erişirler. İlahiri. Yani bu ayet-i kerimenin sebebi nüzulü bu suretle meydana çıkıyor ki Peygamber Aleyhisselatu Vesselamın emirleriyle, Hazreti Hasan ve Hüseyin’nin hastalıktan şifa bulmaları için oruca nezredin buyurdu. Peygamberin emrine uyarak üç gün oruç tuttular. Fakat elinin emeği ile amelelik yaparak Hazreti Ali Efendimiz biraz para tedarik etti, onunla bir parça arpa aldı, İşte onu un yaptılar, ekmek yaptılar üç’e böldüler ki her gün bir parçasıyla ekmek yapıp yiyeler. Ekmek, ekmek. Su ile ekmek. Hı. Ya biz nasılız? İşte böyle.
-: Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatıyor:
Bir gün huzur-ı Risalet’e bir adam gelerek:
“Açlıktan takatim kesildi” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem, zevcelerinden birine haber gönderdi. O da: “Seni Hak Peygamber gönderen Zat’a yemin ederim ki yanımda sudan başka bir şey yoktur” dedi. Sonra diğerine haber gönderdi. O da evvelki gibi cevap verdi, hatta hepsi aynı cevabı verdiler. Bunun üzerine Nebi Aleyhisselatu Vessellem:
Bu gece bunu kim misafir edecektir? Buyurdu. Ensar’dan biri:
Ya Resulullah! Ben misafir ederim, dedi, onu evine götürdü ve karısına:
Peygamberin misafirine yemek hazırla dedi.
Diğer rivayete göre zevcesine:
“Yanında yemekten ne var?” dedi.
“Çocukların yiyeceği kadar bir şey var” dedi.
“Öyle ise onları bir şeylerle avut, sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz eve girince lambayı söndür, ona kendimiz de yiyormuş gibi gösterelim” dedi. Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu, onlarda aç yattılar. Sabah olunca ev sahibi Peygamber’e gitti, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesselem:“Bu gece misafirinize yaptığınız muameleden Allah razı oldu” buyurdu.
Devam edeyim mi?
Hulusi Bey: Bitir, bitir.
-: Haşrin mukaddimesi.
Hulusi Bey: Peki, oku bakalım.
-:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
MUKADDİME
(Haşir akidesinin, pek çok ruhî faidelerinden ve hayatî neticelerinden birtek netice-i câmiayı ihtisar ile beyan ve hayat-ı insaniyeye hususan hayat-ı içtimaiyesine ne derece lüzumlu ve zarurî olduğunu izhar ve bu iman-ı haşrî akidesinin pek çok hüccetlerinden bir tek hüccet-i külliyeyi icmal ile göstermek ve o akide-i haşriye ne derece bedihî ve şübhesiz bulunduğunu ifade etmekten ibaret olarak “İki Nokta”dır.)
Hulusi Bey: Peki.
-: BİRİNCİ NOKTA: Âhiret akidesi; hayat-ı içtimaiye ve şahsiyet-i insaniyenin üss-ül esası ve saadetinin ve kemalâtının esasatı olduğuna, yüzer delillerinden bir mikyas olarak yalnız dört tanesine işaret edeceğiz:
Birincisi:
Âhiret akidesi; hayat-ı içtimaiye ve şahsiyet-i insaniyenin üss-ül esası ve saadetinin ve kemalâtının esasatı olduğuna, yüzer delillerinden bir mikyas olarak yalnız dört tanesine işaret edeceğiz:
Birincisi: Nev’-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler
Nev’-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler ve gayet zaîf ve nazik vücudlarında bir kuvve-i maneviye bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümid bulup mesrurane yaşayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der: “Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennet’in bir kuşu oldu. Cennet’te gezer, bizden daha güzel yaşar.” Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zaîf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması; mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber ruh, kalp, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktı.
İkinci delil: Nev’-i insanın nısfı olan ihtiyarlar, yalnız hayat-ı uhreviye ile yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler.
Nev’-i insanın nısfı olan ihtiyarlar, yalnız hayat-ı uhreviye ile yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler.
Hulusi Bey: Ya kabir uzaksa. Yani ömürleri fazla gittiği için kabre yaklaşmışlar demek istiyor.
-: Götürürler efendim uzak da olsa.
Hulusi Bey: Uzak da olsa motorlu vasıtalar var. Burdaki yakınlıktan murad, yaşlandıkları için kabre yaklaşmışlar. Tabi rahm-i madere dönülmüyor ya. Yaşadıkça insan kabir tarafına, berzah tarafına, ahiret tarafına yaklaşıyor. Evet.
-: Ve çok alâkadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler ve çocuk hükmüne geçen seri-üt teessür ruhlarında ve mizaçlarında, mevt ve zevalden çıkan elîm ve dehşetli me’yusiyete karşı, ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle mukabele edebilirler. Yoksa o şefkate lâyık muhteremler ve sükûnete ve istirahat-i kalbiyeye çok muhtaç o endişeli babalar ve analar, öyle bir vaveylâ-i ruhî ve bir dağdağa-i kalbî hissedeceklerdi ki; bu dünya onlara zulmetli bir zindan ve hayat dahi kasavetli bir azab olurdu.
Üçüncü delil: İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevalarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden; yalnız Cehennem fikridir.
Üçüncü delil: İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevalarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden; yalnız Cehennem fikridir. Yoksa Cehennem endişesi olmazsa “El-hükmü lil-galib” kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zaîflere, âcizlere, dünyayı Cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.
Dördüncü delil: Nev’-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cem’iyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâh ise; aile hayatıdır.
Nev’-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cem’iyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâh ise; aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarane hürmet ve hakikî ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise; ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederane, ferzendane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir.
Meselâ der: “Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta, daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünki ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım.” diyerek o ihtiyare karısına, güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık bir-iki saat surî bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık; elbette gayet surî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye manasında ve bir mecazî merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi; başka menfaatler ve sair galib hisler, o hürmet ve merhameti mağlub edip o dünya cennetini, cehenneme çevirir.
İşte iman-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi; hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye taalluk eder.
iman-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi; hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye taalluk eder. Ve bu tek neticenin de yüzer cihetinden ve faydalarından mezkûr dört delile sairleri kıyas edilse anlaşılır ki: Hakikat-ı haşriyenin tahakkuku ve vukuu; insaniyetin ulvî hakikatı ve küllî haceti derecesinde kat’îdir. Belki insanın midesindeki ihtiyacın vücudu,
insanın midesindeki ihtiyacın vücudu, taamların vücuduna delalet ve şehadetinden daha zahirdir.
Hulusi Bey: Buyur, buyur Hoca Efendi buyur.
-: Ve daha ziyade tahakkukunu bildirir.
Hulusi Bey: Buyur, buyur.
-: Hele buyur yukarı.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 164) FIKIH-İ TERİMLER HAKKINDA, İHLASI KIRAN İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ MANİ VE KONUŞAN YALNIZ HAKİKATTIR. DERS - 3 başlıklı makalemizde KONUŞAN YALNIZ HAKİKATTIR hakkında bilgiler verilmektedir.