
Hulusi Bey
ONİKİNCİ SÖZ’DEN VE NAMAZDAKİ FIKIHİ MEVZULAR DERS -2
Hulusi Bey: Muhabere mecmuası. Kiminle muhabere ediyor? Kime nazil olmuşsa onunla. Evet.
-: Hem ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a’zamın bütün muhatına bakan, teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. İşte bu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvanı kemal-i liyakatla Kur’ana verilmiş.
Hulusi Bey: Amenna ve saddakna. Amenna ve saddakna.
-: Amma sair kelimat-ı İlahiye ise: Bir kısmı, has bir itibar ile ve cüz’î bir ünvan ve hususî bir ismin cüz’î tecellisi ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile zahir olan kelâmdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir. Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir. Meselâ en cüz’îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra, avam-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra, avam-ı melaikenin ilhamatıdır.
Hulusi Bey: Melaikenin de avamı var ha.
-: Sonra, evliya ilhamatıdır. Sonra, melaike-i izam ilhamatıdır. İşte şu sırdandır ki: Kalbin telefonuyla vasıtasız münacat eden bir veli der: حَدَّثَنىِ قَلْبىِ عَنْ رَبِّى Yani: “Kalbim benim Rabbimden haber veriyor.” Demiyor:
Hulusi Bey: Demiyor: “Rabb-ül Âlemîn’den haber veriyor.” Ona bağlamıyor.
-: Yani: “Kalbim benim Rabbimden haber veriyor.” Demiyor: “Rabb-ül Âlemîn’den haber veriyor.” Hem der: “Kalbim, Rabbimin âyinesidir, arşıdır.” Demiyor: “Rabb-ül Âlemîn’in arşıdır.”
Hulusi Bey: Yani ona ne kadar tecelli etti ise o kadarını biliyor ondan fazlasını değil. Ne kadar bildirdiyse o kadarını biliyor.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Eee.
-: Çünki kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicabların nisbet-i ref’i derecesinde mazhar-ı hitab olabilir. İşte bir padişahın saltanat-ı uzması haysiyetiyle çıkan fermanı, âdi bir adamla cüz’î bir mükâlemesinden ne kadar yüksek ve âlî ise; ve gökteki güneşin feyzinden istifade, âyinedeki aksinin cilvesinden istifadeden ne derece çok ve faik ise; Kur’an-ı Azîmüşşan dahi, o nisbette bütün kelâmların ve hep kitabların fevkindedir.
Hulusi Bey: Amenna ve saddakna.
-: Kur’andan sonra ikinci derecede Kütüb-ü Mukaddese ve Suhuf-u Semaviyenin dereceleri nisbetinde tefevvukları vardır. O sırr-ı
Hulusi Bey: Tefevvukları vardır.
-: O sırr-ı tefevvuktan hissedardırlar. Eğer bütün cin ve insanın Kur’andan tereşşuh etmeyen bütün güzel sözleri toplansa; yine Kur’anın mertebe-i kudsiyesine yetişip tanzir edemez. Eğer Kur’anın ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden geldiğini bir parça fehmetmek istersen:
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ
Hulusi Bey: Daha çok orada ayetleri sayıyor.
-: ve âyet-i
Hulusi Bey: Oku, oku. Ver bana.
يُغْشِى الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِهِ
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ
يَا اَرْضُ ابْلَعِى مَاءَ كِ وَيَا سَمَاءُ اَقْلِعِى
Kur’an zaten belağatte bütün kitapların fevkinde fakat şu ayette en beliğ bir ayet.
يَا اَرْضُ ابْلَعِى مَاءَ كِ وَيَا سَمَاءُ اَقْلِعِى
مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ
يَوْمَ نَطْوِى السَّمَاءَ كَطَىِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ
وَمَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَاْلاَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ
gibi âyetlerin küllî, umumî, ulvî ifadelerine bak…
Hem başlarında اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ veyahut سَبَّحَ ve يُسَبِّحُ bulunan surelerin başlarına dikkat et. Tâ, bu sırr-ı azîmin şuaını göresin. Hem الم lerin ve الر ların ve حم lerin fatihalarına bak; Kur’anın, Cenab-ı Hakk’ın yanında ehemmiyetini bilesin.
Eğer şu “Dördüncü Esas”ın kıymettar sırrını anladın ise; Enbiyaya gelen vahyin ekseri melek vasıtasıyla olduğunu ve ilhamın ekseri vasıtasız olduğunu anlarsın. Hem en büyük bir veli, hiç bir nebinin derecesine yetişmediğinin sırrını anlarsın. Hem Kur’anın azametini ve izzet-i kudsiyetini ve ulviyet-i i’cazının sırrını anlarsın. Hem Mi’racın sırr-ı lüzumunu, yani
Hı?
-: tâ Semavata,
Hulusi Bey: tâ Semavata, tâ Sidret-ül Münteha’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e gidip, اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ olan Zât-ı Zülcelal ile münacat edip, tarfet-ül ayn’da yerine gelmek sırrını anlarsın. Evet, şakk-ı kamer, nasılki bir mu’cize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi.
Evet, şakk-ı kamer, nasılki bir mu’cize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi. Öyle de: Mi’rac dahi, bir mu’cize-i ubudiyetidir; habibiyetini, ervah ve melaikeye gösterdi…
Mi’rac dahi, bir mu’cize-i ubudiyetidir; habibiyetini, ervah ve melaikeye gösterdi…
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ آمِينَ
Yani Namaz kılınan, namaz kılanın kendi nefsi işitecek derecede, lisanıyla harfleri tashih ederek Kur’anı Kerim ayetlerinden bir miktar okunması namazın bir rüknü olarak farzdır.
(Büyük İslam İlmihali- Namazlarda kıraet)
Mutlak kıraet farzdır.
Kendi nefsi bile işitmeyecek derecedeki bir kıraet ise kıraet sayılmaz. Yalnız imama uyan kimse bu kıraetten müstesnadır, nitekim ileride izah edilecektir.
Nafile namazlar ile vitrin ve iki rekâtlı farz namazların. Nafile namazlar ile vitrin ve iki rekâtlı farz namazların her rekâtında kıraet farzdır. Fakat dört veya üç rekâtlı farz namazların laalettayin yalnız iki rekâtlarında kıraet farzdır. Şu kadar vardır ki kıraetin ilk iki rekâtlarda bulunması vacip görülmüştür. Binâenaleyh bu ilk iki rekâtlarda kıraetin amden terk edilmesi mekruhtur. Sehven terk edilmesi de sehiv secdelerini icab eder. Bu halde farzların diğer rekâtlarında Fatiha okunması muhtar olan kavle göre vaciptir. Sehven terk edilmesi sehv-i secdelerini mucip olur.
Fakat diğer rivayetlere göre, diğer rivayetlere göre farzların bu son yani üçüncü ve dördüncü rekâtlarında kıraet caiz olduğu gibi tesbih de ve bir veya üç tesbih miktarı sükût da caizdir.
Sükûtta caizdir.
Öğretmen Abdulkadir Ural: Yani sünnette demiyor.
Hulusi Bey: Dur bakayım dur.
Şu kadar var ki kıraet efdaldir, Fatiha kıraeti ile Fatiha kıraeti ile sünnettir. Fatiha kıraeti ile sünnettir. Fatiha kıraeti de olacak herhalde sünnettir.
-: Fatiha okumak sünnet orda. Tamam.
Hulusi Bey: Evet. Namazda kıraetin farz olan miktarına gelince: Bu miktar, İmam-ı Azama göre kıraet farz olan her rekâtta velev pek kısa olsun bir ayettir, böyle bir ayet okundu mu, bu farz yerine getirilmiş olur. Fakat İmameyne ve İmam-ı Azamdan diğer bir rivayete göre bu miktar, kısa üç ayet veya böyle üç ayet miktarı uzun bir ayettir. İhtiyata muvafık olan da budur.
Bir harften veya bir kelimeden ibaret olan bir ayetin mesela “Nun” ve “Müdhammetân”ayetlerinin okunması ise essah olan kavle göre bilittifak kifayet etmez. Kifayet etmez. Çünki bu bir kıraet sayılmaz.
Bir ayet-i celileden başkasını okumaya kadir olmayan kimse, o ayeti, o ayet-i kerimeyi İmam-ı Azama göre bir kere okur, bir rekâtta üç kere tekrar etmez. İmameyne göre tekrar eder. Fakat üç ayet okumaya kadir olan kimsenin bir ayeti üç kere tekrar etmesi İmameyne göre de caiz değildir.
“Ayetel-ül Kürsi” gibi uzun bir ayetin bir kısmını bir rekâtta diğer kısmını da diğer rekâtta okumak essah olan kavle göre kifayet eder. Çünkü bunlar üçer kısa ayet, ayete muadil bulunmuş olur.
Şimdi şeyde merhum Zihni Efendi, kıraet-ı vacibeyi söylüyor, kıraet-ı vacibe onları farzların ilk iki rekatına …. Yani orda şu halde diğer rekâtlara olsa olsa sünnet olur. Kıraet-ı vacibe orda diğerleri de olsa sünnet olur.
-: Zaten ilk iki rekâtta okumak da vacib. Zaten kıraetı isterse son iki rekâtlar da da okusa yine olurda, fakat diğerini te’hir ettiği için.
Hulusi Bey: Sehiv lazım gelir.
-: Sehiv lazım gelir. Onun için evvelinde yapması lazım. Fakat buradaki sünnet namazlarda vacip de
Hulusi Bey: Sünnetlerin her şef’i bir namazdır Hoca Efendi.
-: Tamam. Burda
Hulusi Bey: Her şef’i bir namaz olduğu için sünnetlerde her rekâtta fatiha okunması lazımdır.
-: Tamam, öyle.
Hulusi Bey: Tamam öyle ise mesele hallolmuştur.
-: Fakat burada da ne dedi. Her rekâtta bir yerde dedi.
Hulusi Bey: O başka, o başka
-: İzahın da sükut bile edilse bir şey lazım gelmiyor.
Hulusi Bey: Evet, tamam. Sende diyorsun sücud-u sehiv lazım.
-: Yok daha
Hulusi Bey: Daha sücud-u sehiv neme lazım.
-: Daha lazım değil.
Hulusi Bey: Şeyi mi buldun?
-: Evet, evet O bir göz ki anın
Hulusi Bey: “Bir göz ki anın olmaya ibret nazarında. O düşmanıdır sâhibinin baş üzerinde.” Mesneviden mi?
-: Şeyin mesnevisi. Niyazi’nin Mesnevisi.
Hulusi Bey:
Kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden.
Akıt ona kurşunu hemân sen deliğinden.
O iyi okumuş.
Şol el ki anın olmaya hayr u hasenâtı.
Verilmez ana cennet ehlinin derecâtı.
Ayak ki ibâdet yolunu bilmez anı kes.
Öğrensin anı mescid önünde kapıda as.
Bir dil ki Hakk’ın zikri ile olmaya mu’tâd.
Urma sen ol et parçasına dil deyü hiç ad.
Nefsim deme şol dîve ki iletir seni şerre
Nefs odur anın fikri vü meyli ola hayre
Gönül müdür ol kim içi vesvâs ile dolmuş
Kibir ile hased askeri her yanını almış
Şol cân ki fakat cismi diri tuta deme cân
Hayvânda da vardır o damarlarda dolan kan
Cân ol ki ”nefahtü” dedi Kur’ân’da ana Hak
Ol nefha-i Rahmâniyedir bu sırr-ı mutlak
Hoca Efendi epeyi. Bunu bana veriyorsun değil mi?
-: Evet. Tamam.
Hulusi Bey: İyi, eline sağlık Hoca Efendi. Bak dersine çalıştığın nasıl belli oluyor.
Ol rûh-ı izâfîye kim erdi odur insân
Ol nokta-i kübrâdır olan sûret-i Rahmân
İnsân da denir ana dahi Âdem-i ma’nâ
Hem rûh-ı musavverdir o hem âkil ü dânâ
Zîrâ ki cihâna neye geldiğini bildi
Maksûd olunan matlab-ı a’lâsını buldu
Ol nefha imiş diri tutan cümle cihânı
Ol nefha imiş zînet eden bâğ-i cinânı
Ol nefha imiş diri tutan cümle cihânı
Ol nefha imiş zînet eden bâğ-ı cinânı
Ol nefha ile buldu imâret bu avâlim
Ol nefha ile doldu kamu yedi ekâlîm
Ol nefha ile gözü açıklar görür ibret
Ol nefha ile işidilir ma’nî-i hikmet
Ol nefha imiş Âdem’e bil meşreb-i a’lâ
Ol nefha imiş Kâf-ı vücûdundaki Ankâ
Dil anın ile kıldı özün zikrine mu’tâd
Yakışmadı ama
-: Ol nefha ile ha. Dil anın ile kıldı özün, anın ile olacak vezne gelmesi için.
Hulusi Bey:
Dil anın ile kıldı özün zikrine mu’tâd
Ol nefha ile dâim eder yâr âdını yâd
El anın ile vermeye meyl eyledi mâlı
-: Yine anın ile olacak o. El anın ile vermeye meyl eyledi mâlı
Hulusi Bey: Neyse canım.
-: He onlar öyle..
Hulusi Bey: Ayet mi diyor?
-: Ayak, ayak.
Hulusi Bey: Ayak
-: Öyle yazmış bende onunla aynı yazdım. Dedim değiştirmeyem.
Hulusi Bey:
Ayak dahi doğrultdu bu nefha ile yolu
Nefs anın ile râziye ve marziyye oldu
Emmâreliğin terk edüben tezkiye buldu
Rûh anın ile etdi semâvâta urûcu
Kıldı melekûta dahi anınla vülûcu
Ulvî olup ıtlâka erişdirdi sülûku
Mülkü şu ki terk ede bulur şâh-ı mülûku
İniş dahi yokuş bir olur cümle yanında
Cismindeki cân gibi bulur dostu cânında
Hulusi Bey: Bu yan değil mi? Canında, canında.
-: Evet yanında.
Hulusi Bey: Yanında mı canında mı?
-: Bu o canında bu.
Hulusi Bey: Tamam.
Cismindeki cân gibi bulur dostu cânında
Gider ikilik birlik olur her şey olur Hak
Çün gide bulut âleme gün doğa muhakkak
Ol nefha ki Âdem demîdir Âdem’i iste
Ol demle Niyâzî erilir menzil-i dosta
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 171) ONİKİNCİ SÖZ’DEN VE NAMAZDAKİ FIKIHİ MEVZULAR DERS -1 başlıklı makalemizde 12. söz ve onikinci söz hakkında bilgiler verilmektedir.