174) ONSEKİZİNCİ SÖZ /BİRİNCİ NOKTA, YİRMİALTINCI SÖZ/HÂTİME VE ASAR-I BEDİYYE’DEN DERS -1

174) ONSEKİZİNCİ SÖZ /BİRİNCİ NOKTA, YİRMİALTINCI SÖZ/HÂTİME VE ASAR-I BEDİYYE’DEN DERS -1

ADAD

Hulusi Bey

Hulusi Bey: Sen de yine gidip ona, sandığın başında ona reyini veriyorsun. Ondan sonra der ya, Ya Rabbi ee Nasıl olacak ha? Hacı Efendiye işte millet bize, bize artık böyle gönülden bağlanamıyor. Sebebi de bu. Diyor ki; sizin hacınız da, hocanız da açık, açık dinsizliğini ilan eden bir zümreye karşı taraftarlık gösteriyor, onu himaye ediyor, dindar kısmına karşı rağbeti göstermiyor. Buyurun. Ne yapalım? Şimdi yüzümüz kalmamış. Üstadın o Cevşen denilen şey’de yani artık sesimiz kısılmış söyleyemiyoruz, utanıyoruz. O kadar günahımız kusurumuz var ki Rabbımıza dert dökemiyoruz artık. Kusurlarımızı görsek istiğfar etsek, Cenab-ı Hak. Şimdi beni bazı ümide götüren bir şey var. Onu da söyleyeyim ki; Cenab-ı Peygamber bir hadis-i şerifinde mealen buyuruyorlar ki bir zaman gelecek ki ümmetime tevelli edenler, onlara veli olanlara evliya-i umur denilecek vaziyette bulunanlar, imandan Kur’andan münasebeti olmadığı halde dine hizmet edecekler. Böyle müjdeli bir hadis de görmüşüm. İmandan, Kur’andan alakası olmadığı halde dine hizmet etmekte bile olabilecek. Nasıl olur bilmiyorum. Kendisi o yolda değil. Şimdi aklıma şey geliyor Suudinin ilk vaziyeti. Suudi Arabistan’daki ilk vaziyet. Şimdi onların her tarafta bağırırlar. Salah, salah yallah salah kamçıyı sallarlar. Onları namaza gönderenler kendileri namaz kılmazlar. Şoför “Ya Hac, selah”. Durur. Kafile durur. Hüccacı gönderirler, o mevkıflarda şey vardır, namaz kılacak yer. Orada hüccac namaz kılar hacı namzetleri, hacı adayları. Şoför efendi cigarasını yakar, keyfine bakar. Neyse bu bab’a sarf edecek vaktimiz yok. Buyrun, buyrun. Ne söylüyorsanız söyleyin. Dertliyiz dermana geldik ya Resulullah meded. Meğer Allah’tan ola Allah’tan ola. Buyur. Buyrun bir şey soracağınız var mı? Beraber bizde telezzüz ederiz, sizden istifade ederiz.

-: Efendim Peygamber (a.s.m) bu fasık guruhu için, hani fasık olacak dine hizmet edecek. Fasık olacak dine hizmeti dokunacak diye işaret buyurduğu kimselerin

Hulusi Bey: Bu Arif Bey’in Binbir Hadisinde var.

-: اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ

-: Bunlara Ehl-i imanın onlara taraftar olmasına

Hulusi Bey: Bu yirmibeşinci sözde de var.

-: اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ

Hulusi Bey: Yirmibeşinci sözde vardır. بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ

-: “biyedil recurül facir.”  Ben hadisi şeriften aklımda kalan. Facir adamın eliyle.

-: Şimdi Efendim burada bunlara taraftar olmak yardım etmek kalben muhabbet etmek?

Hulusi Bey: Kendisi. Kendisi yani sen müzekkâ olmadığın için diyor, kendini böyle bilmelisin. Sen dine hizmet ediyorum diye böbürlenme. Belki sen müzekkâ olmadığın için o recül-i fâcirsin. Bilmiyorum onsekizinci sözde midir, yirmibeşinci sözde midir? Belki sen mazhar değilsin memersin, diyor. Biraz yardım edin yardım. Aynı mevzu hangi şeyde?

-: Onsekizinci sözde diyor kardeşimiz.

Hulusi Bey: Ha

-: On sekizinci sözde diyor.

Hulusi Bey: Tamam on sekizinci sözde.

-: Yani bunlar Efendim matlub bir guruh değil değil mi efendim. Ehli iman için matlub ve makbul bir guruh değil?

Hulusi Bey: Şimdi o kendisi için söylenen şey. Fakat ben hadis-i şerifte de böyle görmüşüm.  “Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecek ki onların başında bulunacaklar, kendileri din ile İslamiyet ile münasebetleri olmadığı halde ümmeti dine İslam’a sevk edecekler.

-: Buda o kimselere, o tip kimselere o güruha meyletmek, onların isteklerini, arzularını yerine getirmek?

Hulusi Bey: Onlar İslamiyet’in tatbikçisi oluyor, böyleleri. Ben onu okuduğum zamanda da Suudi Arabistan’ın ilk devresindeki vaziyet hatırıma geliyor.  Çünkü o zaman bizi namaz vakitlerinde onların birtakım adamları, zabıta memurları halkı kamçı ile salah, salah, salah diye şey ederken bir taraftan kamçıyı şaklatıyor kendileri de etrafta dolaşıyor.

-: Tabi biz onları kalben sevmeyeceğiz efendim. Onların

Hulusi Bey: Fasık sevilir mi fasık? Fakat o da var. Şimdi imam, her fasık-ı facirin arkasında namaz kıl diyor. Her hacerin, şecerin yanında Allah’ı zikret o da var. Her fasık-ı facirin arkasında namaz kıl.

-: Şimdi efendim bu liderlerimizden hiç birisi ehl-i salat değil, bunun hepsi fasıktır hangi tarafa rey verip yardım edeceğiz? Burda mesuliyet var. Şerif bey’in zikredeceği yani budur. Ehli salat bir lider yok ki ona bir taraf veresin.

Hulusi Bey: Şimdi kardaşım! Şimdi İmamın imanı var, ameli yoksa ona fasık denir. Bunu getirmişler sana imam yapmışlar. Onun arkasında namaz kılmazsan ne olur? O tayin edilmiş vazifedar bir imam olmuş. Onun arkasında ya namaz kılacaksın yahut bırakıp gideceksin. Bırakırsan cemaat teşekkül etmeyecek, dağılma olacak. Yani hikmet-i cemaat zayi olacak. Peygamber efendimizin emrinde elbette bir hikmet var. Demek ki o da yok mu? Kuru bir zeytin şeysi kadar kafası olan bir köle de size kumandan olsa ona itaat edin tabii olun. Bir köle, köle. Yani kara, zenci küçük kafalı bir köle sizin başınıza emir olsa ona itaat ediniz. Yok mu, var mı?

-: Zebibe diyorlardı, zebibe. Üzüm yani üzüm kadar olsa halk eylese.

Hulusi Bey: Ne ise 

-: Yalnız şurda şu var.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِى اْلاَمْرِ مِنْكُمْۚ

Minküm efendim.

Hulusi Bey: Tamam. Hepsi bize göre olur. Biz iyi olursak başımızdakiler de iyi olur. Başımızdakiler kötü olursa biz de kötülüğe gideriz. Elinde olanı yaparsın, elinde olmayanı, şimdi bu imamın arkasında namaz kılınmaz yahu bu herif fasıktır dersen o topluluğun devamı mümkün olur mu?

-: Olmaz efendim, dağılmamak lazım.

Hulusi Bey: O zaman cemaat yok. Daha cami ne için? On sekizinci söz mü, buldunuz mu? Buyurunuz.

-: Evet.

Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir.

(Sözler Shf: 230 )

Hulusi Bey: Kim orayı açtı yahu. Kapıyı açın diyoruz zarar verecek bir vaziyettir. Evet.

-: Evet, sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin.

Evet, sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin.

Nefsine diyor değil mi?

Hulusi Bey: Evet. Nefsi için, o söz de zaten nefsi için. Yok, mu recülü facir bir bahisin?

İkiniz, hayrı kabul etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız.

Hulusi Bey: Tamam.

-: Yani fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var: O da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı, güzel bir surette kabul etmemenizden şerre sebeb olmanızdır. Hem siz birer perde yaratılmışsınız. Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız. Hâlbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz. Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.

Hem deme ki: “Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir.” Zira temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun.

            Hem deme ki: “Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.” Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi. {(Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskât etmesini çok beğendim ve “Bin Bârekâllah” dedim.}

Hulusi Bey: Burayı oku.

-:  اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ

İkinci Noktaya geçiyor.

Hulusi Bey: Bitti mi o?

-: Bitti o

Hulusi Bey: اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ Yok mu?

-: O hadis-i şerifi burda almamış.

-: Efendim kader risalesinin sonunda nefsime hitap eden bir kısım var.

Hulusi Bey: Nefsimi susturan. Nefsimi susturan beş fıkra, kısım var orda mı?

-: Evet orda.

Hulusi Bey: Nefsimi ilzam eden.

-: Üzüm çubuğuna benzersin.

-: Sen ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma.

(Sözler Shf:473 )

اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ

اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ

Hulusi Bey: بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ Değil mi?

-: بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ

Burada li eyyüde, li eyyüdü demiş. Arpcada inne tahkik için malumaliniz haberinde lamı tekit dâhil oluyor bunlara ve bu lamı tekitlerin harekeside fetha oluyor. Bu bir matbaa hatası olabilir mi acaba?

Hulusi Bey: Bilmiyorum. Aslını bulmak…

-: Burda şimdi üç tane te’kid var. İnne ile te’kid yapılmış, haberi lamı tekit ayrılmış ikinci tekit yapılmış birde cümle ismiyle te’kid yapılmış üç tane te’kid var.

Hulusi Bey: Yani dile böyle kolay geliyor li eyyüdü denilmesi daha uygun gibi geliyor. Evet, bilmiyorum evet. Ve her şeyde bir kaideler üstünde bazı şeyler olur. Şüzuzat da var. Evet, şart olan kaideyi dinlemeyen cihetler de var.

-: Sen ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma.

اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ

sırrınca: Müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recül-i fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini; geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve fariza-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucb ve riyadan kurtul!.

Dördüncü Fıkra: Hakikat ilmini, hakikî hikmeti istersen; Cenab-ı Hakk’ın marifetini kazan. Çünki bütün hakaik-i mevcudat, İsm-i Hakk’ın şuaatı ve esmasının tezahüratı ve sıfâtının tecelliyatıdırlar. Maddî ve manevî, cevherî, arazî her bir şeyin, her bir insanın hakikatı, birer ismin nuruna dayanır ve hakikatına istinad eder. Yoksa hakikatsız, ehemmiyetsiz bir surettir. Yirminci Söz’ün âhirinde, şu sırra dair bir nebze bahsi geçmiştir. Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan kat’iyyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır. O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-i dünyeviye, o dakikada meyyittir,

Hulusi Bey: Ma’dumdur.

-: ölmüştür. O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir. Demek güvendiğin hayat-ı maddiye, yalnız bir dakikadır. Hattâ bir kısım ehl-i tedkik, “Bir âşiredir

Hulusi Bey: Bir ân-ı seyyaledir.

-: Belki bir ân-ı seyyaledir” demişler. İşte şu sırdandır ki; bazı ehl-i velayet, dünyanın dünya cihetiyle ademine hükmetmişler. Madem böyledir, hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak. Kalb ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, bak; ne kadar geniş bir daire-i hayatları var. Senin için meyyit olan mazi, müstakbel; onlar için haydır, hayatdar ve mevcuddur. Ey nefsim! Madem öyledir, sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: “Fâniyim, fâni olanı istemem.

Hulusi Bey: Onu Urfa’da mezarını yaptıkları zaman, mezar taşına bu yazıyı yazdılar. Kırdıkları, tahrip ettikleri mezar taşında bu yazı vardı.

Fâniyim, fâni olanı istemem. Evet.

-: Âcizim, âciz olanı istemem.

Hulusi Bey: İsterim.

-: Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.

Hulusi Bey: Hiç-ender-hiçim,

-: Hiç-ender-hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim.”

Dördüncü fıkra da bitti.

Anlayamadığım bir yer var diyor, buradan …

Mühim bir nokta: İslam gaflet edip gevşedi, Hristiyanlık din-i fen ve medeniyet

Hulusi Bey: Asar-ı Bediyyeden mi?

-: Evet.

Hristiyanlık din-i fen ve medeniyeti kendine mal edip iki silahla galebe çaldı.

Burasının izahını istiyorlar.

Hulusi Bey: Anlamadım ki izah edeyim.

-: İslam gaflet edip gevşedi, Hristiyanlık din-i fen ve medeniyeti kendine mal edip iki

Hulusi Bey: Kelime kelime duralım. “İslam gaflet edip gevşedi” diyor. Gaflete mana vermiştik, gafletin manası ne idi? Allah’ı ve ölümü yani ahireti unutmak. İslam demek ki Allah’ı unuttu, ahireti unuttu ondan dolayı ne oldu? Neticesi gevşedi. Gevşeklik gösterdi.

-: Evet.

Hulusi Bey: Yani ne dünyaya çalışıyor,  ne ahireti kazanmaya say ediyor. Hâlbuki insanın dünyaya gelişinden, getirilişinden gaye nedir? Ahiretini?

-: Kazanmak

Hulusi Bey: Ebedi hayat o. Bu burdaki birkaç günlük hayat maksud değil. Ebedi hayat her aklı başında olan ebedi hayatı kazanmak ister. Bahusus bunu da bildikten sonra dünyaya gelişten gaye ve maksad ebedi hayatı kazanmak olduğunu bildikten sonra, bütün himmetini orada temerküz ettirecek.

-: Hristiyanlık din-i fen ve medeniyeti kendine mal edip iki silahla galebe çaldı.

Hulusi Bey: Din-i

-: Fen ve medeniyeti

Hulusi Bey: Din-i fen ve medeniyeti. Yani muharref dinlerine sadakat gösterdiler. O keşişlerinin kitabidir diye söyledikleri şeye Allah’tan duyar gibi inandılar. Bir taraftan da onlar kendilerini tatmin etmediği için fenne de, fenne de ziyade bağlandılar.

-: İki silahla galebe çaldılar.

Hulusi Bey: İki silahla. Yani muharref olan dinlerine sadakatle bağlanmaları, bir de fenden istifade etmeleri iki silah oldu. Birisi onların zannınca maneviyatları diğeri de maddiyatları iki silah. Bizde ne yaptık? Biz ikisini de bıraktık.

-: Şimdi şarkta müthiş bir silah imal ediliyor. Bunun hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küssek, onu da Hristiyanlık İslamiyet aleyhinde istimal edecektir. Buna karşı dayanılmaz.

Şimdi şarkta müthiş bir silah imal ediliyor.

Hulusi Bey: Hangisi o?

-: Risale-i Nur. Herhalde onu kasd ediyor.

Bunun hak kısmına sahip olmalı.

Hulusi Bey: Bunun

-: Hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küssek, onu da Hristiyanlık İslamiyet aleyhinde istimal edecektir. Buna karşı dayanılmaz.

Bu şarkta imal edilen silahtan başka ne olur?

Hulusi Bey: Burada şarkta imal edilen silahtan evvela menfisi aklıma geliyor benim.

-: Menfi milliyet mi olur acaba?

Hulusi Bey: Yani, Komünistlik, rejim

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

-: Bunun Hak kısmına diyor yalnız.

Hulusi Bey: Ne diyor?

-: Bunun hak kısmına sahip olmalı. Bu rejimin içinde hakkaniyet var mı?

-: Her şeyin hepsi birden kötü olmaz. Zaten İslam her zaman her yerde güzeldir. İslamiyet’in bahçesinden bir şey orda da bulunabilir ya. Hristiyan’ında elinde bulunur, kâfirinde elinde.

Hulusi Bey: Yahu sen niye öyle üç günlük yerde oturuyorsun kardeşim. Nerdeyse telefon muhaberesi yapacağız.

-: Onun içerisinde de bir güzellik buluna bilir diyor.

-: O da İslam’ın malıdır. Şimdi şöyle demek istiyorum efendim. Şimdi bütün güzellikler, iyilikler hepsi İslam’dadır.

Hulusi Bey: Evet.

-: İslam’ı bir bahçe kabul edersek, bizim bahçemizdeki çiçekler hepsi güzel kokar, iyidir hayranız. Fakat bu bahçeden gelmişler, mesela Avrupalılar almışlar. Şimaldekiler de bir çiçek almış götürmüşler. Hakikatte bizim malımızdır. Fakat orada da olabilir. Binaenaleyh onun içindeki hepsi şey olmaz ki. Bir tane iyi bir şey görünebilir, olabilir. Biz bunların karşısına çıkmamalıyız. Çıkarsak derler yahu bu hakikatın da karşısına çıkıyorlar. Ama hakikat nerede olursa olsun bir altun gibidir. Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten” kimin elinde olursa olsun o altundur. O bizim malımızdır zaten. Şimdi biz ona karşı gelirsek diyecekler ki bak yahu bunlar ne biçim şeyler, altun bulamisin altunun da karşısındalar. Binaenaleyh ona sahip çıkacağız. Bizim malımız diyeceyiz ki o vakit bu şuur meydana gelmesin. Yeni nesil hakkın hak olarak kabul ettiğini anlasın bunun bizde olduğunu bilsin. Yok, biz ona karşı da gelsek bu sefer şaşıracak. Yahu diyecek bunlar ne biçim işte bunlar gericiler, şudur, böyledir, demeye başlayacaklar.

Hulusi Bey: Hiç açacak bir cihetini yazmamış mı?

-: Hayır.

Bunun hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küssek, onu da Hristiyanlık İslamiyet aleyhinde istimal edecektir. Buna karşı dayanılmaz.

-: Şimdi mesela şöyle efendim şimdi onlar diyor ki iktisadi meseleler halledilecektir.

Hulusi Bey: Ekonomi?

-: Evet. Şimdi bizde şöyle diyeceğiz. Evet, bu meselede İslam’ın görüşü şudur. Her ferdin iktisadi hayatı teminat altındadır. Fakat hürriyet içerisinde iktisadı hayatı teminat altına İslam alıyor. Biz bunu gösterirsek tamam diyecekler, kabul edecekler. Çünkü hakikat bizde. Gelsinler mallarımızı ortaya koyalım. Şimdi kapitalizm diyorlar, bir de kominizim bir de İslamiyet var. Üç şey. Şimdi gençlik bunların içerisinde bir tercih yapacak. Kapitalizm yalancı hürriyet veriyor. Aç insanlar. Öteki bunu doyurmaya kalkacam diyor esir ediyor. Fakat İslam hem hür olacaksınız hem tok olacaksınız.

Hulusi Bey: Bundan sonrası ne ile bahsediyor?

-: Cumhur-u avama müteveccih olan bir fikir, bir kudsiyet almazsa söner. O desatire kudsiyet

Hulusi Bey: Yani Cumhur-u avama, avam topluluğuna, evet.

-: Müteveccih olan bir fikir, bir kudsiyet almazsa söner. O desatire kudsiyet verecek iki muazzam rakip din var.

 Rakib-i din var.

Hulusi Bey: Evet.

-: Şu keskin fikir gözünü açtığı vakit, hasmını ve hasmının elindeki silahını Hristiyanlık dini bulmuştur.

Şu keskin fikir gözünü açtığı vakit, hasmını ve hasmının elindeki silahını Hristiyanlık dini bulmuştur.

Öyle ise o fikir, kudsiyet almak için İslamiyete dehalet etmeye mecburdur.

Bitti.

Hulusi Bey: Keskin kafa, keskin zekâ değil bizim gibi, şimdi kafası işlemeyen bu işin içerisinden çıkamıyor. Şimdi orta yerde Hristiyanlığı terakki ettiren muharref bir din ile beraber, fenne ehemmiyet vermeleri onları yükseltmiş, kazandırmış. Biz ise mükemmel bir dine yabancı kalmışız. Mükemmel, eksiksiz bir dine dünya ve ahiretimizin refahını sağlayacak bir dine karşı yabani kalmışız. Bir taraftan da Avrupa bize yaldızlı şeylerle kendisini beğendirmek istiyor. Eğer biz onların elindeki şeyleri hünerleri medeniyetin mehasin kısmını kendimize mal edersek, fakat mutlaka dindar olmak da şarttır. O fen dindarlık şeysiyle, kisvesine bürünmezse kıymeti, kıymet-i kudsiye olamaz fani olur. Benim anladığım bu gibi bir mana. Onları terakki ettiren şey muharref din. Bizde mükemmel bir din var. Bizim fenne de ihtiyacımız var mı? Üstadımızın şarkta teşkilini ta Sultan Reşat zamanında arzu ettiği bir üniversite bir darülfünun teşkilini arzu etiği malum değil mi? o darülfünun nasıl olacak? Hem fen, hem ilim. Memzuç bir surette onun bünyesine girecek. Onun arzu ettiği şey, benim anlayışıma göre yalınız fenden ….. 

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 173) ONİKİNCİ SÖZ’DEN VE NAMAZDAKİ FIKIHİ MEVZULAR DERS -3 başlıklı makalemizde 12. söz ve onikinci söz hakkında bilgiler verilmektedir.