ONALTINCI LEM’A / HATİMEDEKİ SUALLERE CEVAPLAR DERS – 3
-: Kur’an-ı Hakîm’in mu’cizane belâgat-ı ifadesi bu cümle ile çok mesaili ders veriyor. Evvelâ: Zülkarneyn’in mağrib tarafına seyahatı, şiddet-i hararet zamanında ve bataklık tarafına ve Güneş’in gurub âvânına ve volkanlı bir dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini beyan etmekle, Afrika’nın tamam istilâsı gibi çok ibretli mes’elelere işaret eder.
Hulusi Bey: Afrika’nın istilası, şimdi oraya kadar giden kimdi?
-: Tarık bin Ziyad
Hulusi Bey: Tarık bin Ziyad, nereye gitti? Hala o mektep hayatı yeniden hatırımda duruyor. Tarık bin Ziyad
-: Cebel-i Tarık boğazına kadar
Hulusi Bey: Oraya gittiği zaman şeye baktı. Bahr-i Muhit-i atlas-i eski adı. Şimdiki adı nedir?
-: Atlas Okyanusu.
Hulusi Bey: Atlas Okyanus’u, şimdi daha iyi olmuş. Leylek, kuşa dönmüş şimdi daha iyi olmuş. Peki. Bahr-i Muhit-i atlas-i diye okuttular bize. Orda o mübarek zat bak İslam şeysi ile gidiyor. Şu Bahr-ı Umman, “Ya Rab şu Bahr-ı Umman mâni-i meşy ü sereyanım olmayaydı, ism-i Celalini daha ilerlere kadar götürürdüm.” Şu şimali Afrika’yı baştanbaşa feth edip, İslam ülkesi meyanına ithal ettikten sonra geliyor ki önüne çıkıyor atlas denizi. “Ya Rab şu Bahr-ı Umman mâni-i meşy ü sereyanım olmayaydı, ism-i Celalini daha ilerlere kadar götürürdüm.” Bizim mektep hayatından hatırımda bu kadar kalmış. Evet.
-: Şimdi onu başka türlü yine kitaplarda var.
Hulusi Bey: Peki.
-: Bu deniz olmasaydı yine ismini daha…
Hulusi Bey: Daha İsm-i Celal filan yok.
-: Malûmdur ki: Görünen hareket-i Şems, zahirîdir ve Küre-i Arz’ın mahfî hareketine delildir; onu haber veriyor. Hakikat-ı gurub murad değildir.
Hulusi Bey: Yani hakikatta güneş mi hareket ediyor, arz mı hareket ediyor?
-: Arz.
Hulusi Bey: Arz hareket ediyor. Şimdi güneşin mahfi hareketine işaret var. Ya. Evet.
-: Hakikat-ı gurub murad değildir. Hem çeşme, teşbihtir. Uzaktan büyük bir deniz, küçük bir havuz gibi görünür. Hararetten çıkan sis ve buharlar ve bataklıklar arkasında görünen bir denizi, çamur içinde bir çeşmeye teşbihi ve Arabça hem çeşme, hem Güneş, hem göz manasında olan عَيْنٍ kelimesi,
Hulusi Bey: فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ
-: عَيْنٍ kelimesi, esrar-ı belâgatça gayet manidar ve münasibdir.
{(Haşiye): فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ deki عَيْنٍ tabiri, esrar-ı belâgatça latif bir manayı remzen ihtar ediyor. Şöyle ki: “Sema ve yüzü, Güneş gözüyle zeminin yüzündeki cemal-i rahmeti seyirden sonra, zemin dahi deniz gözüyle yukarıdaki azamet-i İlahiyeyi temaşayı müteakib; o iki göz birbiri içine kapanırken, rûy-i zemindeki gözleri kapıyor.”
“Sema ve yüzü, Güneş gözüyle zeminin yüzündeki cemal-i rahmeti seyirden sonra, zemin dahi deniz
Hulusi Bey: Sema
-: Evet.
Hulusi Bey: Sema
-: Ve yüzü,
Hulusi Bey: Semanın yüzü, evet.
-: Güneş gözüyle
Hulusi Bey: Güneş gözüyle yeri seyrediyor, denizi seyrediyor. Evet.
-: Zemin dahi deniz gözüyle
Hulusi Bey: Deniz gözüyle semayı seyrediyor, o iki göz birbirinin içerisine girip kayboluyor.
-: Diğer gözünü kapatıyor.
Hulusi Bey: Bu da işte belagat, belagat. Allah rahmet etsin, Şefik-i Hüseyni Efendi vardı. O zatın sözünden de anladık ki; Üstadın belagati çok yüksektir. Yani belagat-i Kur’ana vukufu emsalsiz. Onun için onun Arapça eserlerini Araplar bile hayretle şey ediyorlar. Biz ne anlıyoruz. Çok beliğ buluyorlar yazılarını. İfadeleri o kadar manidar. Peki, Kur’an da zaten belagatte, fakat o belağat-ı Kur’ana vukuf da var. Bir tarihte bugünkü müftü ile 936 senesi Eyüp’e gitmiştik. Orda vaizlerden iki sene evvel vefat etmiş olan Seyyid Şefik Efendi, Şefik-i Hüseyni o zatla görüştük. Konuşma esnasında onun sözünden de anladım ki bizim memleketimizde, memleketimizde 936 senesine göre. Üstad’dan sonra Abdulmecid Efendinin üzerine ilm-i belagat-ı Kur’ana vakıf kimse yoktur. O da Üstad’ın talebesi. Kardaşıdır, talebesidir. Anlaşıldı ki Üstad’ı nedir? Abdulmecid Efendi o vaziyette olursa ki Abdulmecid Efendi de o İşarat-ül İ’caz’ı, Mesnevi’leri, İşarat-ül İ’caz’ı tercüme etti. Bütün bunlar buraya geldi ben Üstad’a gönderdim.
-: Hep Üstad’ın himmetiyle değil mi?
Hulusi Bey: Üstad’ın himmetiyle diyor. Bazısını da bunu müellifin müşairun ileyhe bırakıyorum diye şey ediyor. “Bunun hakkından gelemedim, bunu tercüme edemiyorum.” Diyor. Abdülmecid Efendi: “Bunu tercüme edemiyorum.” diyor. Bunu müellif-i müşairun ileyhe bırakıyorum. Netice ne oldu? Üstad, Türkçeye tercüme edildikten sonra, bütününü de tetkikten geçirdikten sonra yine eskisini yazan, Kur’an vaziyetin de yani arabi aslını teşkil eden bu Arap âlemine o eserleri gönderiyor. Hakikaten tefsir edildi. O Arap âlemi çok şey ediyorlar, çok. Çok ileri tutuyorlar, Kur’an derecesinde ehemmiyet veriyorlar. Çok ehemmiyetlidir. Evet.
-: O iki göz birbiri içine kapanırken, rûy-i zemindeki gözleri kapıyor.” Diye mu’cizane bir kelime ile hatırlatıyor ve gözler vazifesine paydos işaretine işaret ediyor.}
Hulusi Bey: Gözler
-: Gözler vazifesine paydos işaretine işaret ediyor.}
Hulusi Bey: Yani iki göz ki, semanın gözü olan güneş. Yerin gözü olan deniz, iki biribirine karışınca, iki göz biribirinin içerisine kayboldu karanlık bastı. Belağat, belağat.
-: Zülkarneyn’in nazarında uzaklık cihetiyle öyle göründüğü gibi, Arş-ı A’zam’dan gelen ve ecram-ı semaviyeye kumanda eden semavî hitab-ı Kur’anî, bir misafirhane-i Rahmaniyede sirac vazifesini gören müsahhar Güneş’i Bahr-i Muhit-i
Hulusi Bey: Ne vazifesini görüyor?
-: Siraç
Hulusi Bey: Ha siraç, lamba. سِرَاجًا مُن۪يرًا
-: Sirac vazifesini gören müsahhar Güneş’i Bahr-i Muhit-i Garbî gibi bir çeşme-i Rabbanîde gizleniyor demesi, azametine ve ulviyetine yakışıyor ve mu’cizane üslûbu ile, denizi hararetli bir çeşme ve dumanlı bir göz gösterir. Ve semavî gözlere öyle görünür.
Ve semavî gözlere öyle görünür. Elhasıl:
Hulusi Bey: Elhasıl, velhasıl.
-: Bahr-i Muhit-i Garbî’ye çamurlu bir çeşme tabiri, Zülkarneyn’e nisbeten uzaklık noktasında o büyük denizi bir çeşme gibi görmüş. Kur’anın nazarı ise herşeye yakın olduğu cihetle, Zülkarneyn’in galat-ı his nevindeki nazarına göre bakamaz, belki Kur’an semavata bakarak geldiğinden Küre-i Arz’ı kâh bir meydan, kâh bir saray, bazan bir beşik, bazan bir sahife gibi gördüğünden; sisli, buharlı koca Bahr-i Muhit-i Atlas-ı Garbî’yi bir çeşme tabir etmesi, azamet-i ulviyetini gösteriyor.
İkinci Sualiniz: Sedd-i Zülkarneyn nerededir? Ye’cüc, Me’cüc kimlerdir?
Hulusi Bey: Burda, ondan sonra meşrika dönmeside var, Zülkarneynin.
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ى عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًۜا قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْنًا٭ قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُكْرًا٭ وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَٓاءً ۨالْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْرًۜا٭ ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا٭
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْرًۙا٭ كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَالَدَيْهِ خُبْرًا٭ ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا٭ حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْمًۙا لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلاً٭ . قَالُوا يَاذَا الْقَرْنَيْنِ اِنَّ يَاْجُوجَ وَمَاْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِى اْلاَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلٰٓى اَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا ٭
Yine burdadır ha.
تَطْلُعُorda
-: Sedd-i Zülkarneyn nerededir? Ye’cüc, Me’cüc kimlerdir?
Elcevab: Eskiden bu mes’eleye dair bir risale yazmıştım. O vaktin mülhidleri onunla mülzem olmuşlardı. Şimdilik hem o risale yanımda yoktur, hem kuvve-i hâfızam ta’til-i eşgal etmiş, yardım etmiyor. Hem Yirmidördüncü Söz’ün Üçüncü Dalı’nda bir nebze bu mes’eleden bahsedilmiş. Onun için bu mes’elenin yalnız iki üç nüktesine gayet muhtasar bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Ehl-i tahkikin beyanına göre, hem Zülkarneyn ünvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından Zülyezen gibi “zü” kelimesiyle başlayan isimleri bulunduğundan bu Zülkarneyn, İskender-i Rumî değildir.
Hulusi Bey: İskender-i Rumî değildir.
-: Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hazret-i İbrahim’in zamanında bulunmuş ve Hazret-i Hızır’dan ders almış. İskender-i Rumî ise, miladdan takriben üçyüz sene evvel gelmiş, Aristo’dan ders almış. Tarih-i beşerî, muntazam surette üçbin seneye kadar gidiyor. Bu nâkıs ve kısa tarih nazarı, Hazret-i İbrahim’in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevari, ya münkirane, ya gayet muhtasar gidiyor. Bu Yemenî Zülkarneyn, tefsirlerde eskiden beri İskender namıyla iştiharının sebebi, ya o Zülkarneyn’in bir ismi İskender’dir ki, İskender-i Kebir ve Eski İskender’dir. Veyahut âyât-ı Kur’aniyenin zikrettiği hâdisat-ı cüz’iyeler; küllî hâdisatın uçları olduğu cihetle:
Zülkarneyn olan İskender-i Kebir’in nübüvvetkârane irşadatıyla akvam-ı zalime ile milel-i mazlume ortasında hail ve gaddarların garetlerine mani olacak
-: Gayretlerine olacak.
Hulusi Bey: Garet, garet doğru, yağmalarına.
-: Ve gaddarların garetlerine mani olacak meşhur sedd-i Çin’in binasını kurduğu gibi; İskender-i Rumî misillü müteaddid cihangirler ve kuvvetli padişahlar, maddî cihetinde ve manevî âlem-i insaniyetin padişahları olan bir kısım enbiya ve bazı aktab dahi manevî ve irşadî cihetinde o Zülkarneyn’in arkasında gidip iktida edip, mazlumları zalimlerden kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarında sedleri {(Haşiye): Rûy-i zeminde mürur-u zamanla dağ şeklini almış,
Hulusi Bey: Zülkarneyn bak, Karn. Kur’anı Keriminde adı geçen büyük bir hükümdar ismi. İki boynuzlu veya iki sülüslü yahut da şark ve garbın halkından olduğu için böyle rivayet edilmiştir.
Karn’na da bakalım. Evet, peki devam.
-: Rûy-i zeminde mürur-u zamanla dağ şeklini almış, tanınmayacak bir surete gelmiş çok sun’î sedler vardır.},
Hulusi Bey: Karn: Asır, zaman, devre. Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene. Yüz yıllık zaman. Boylu. Hayvanda başın boynuz yerleri. Boynuz yerinden sarkan saç. Zülkarneyn denildi mi hem boynuzlu, hem boynuzsuz şeyini zülüflü manasını ordan çıkarıyorlar. Evet.
-: Sonra dağlar başlarında kal’aları kurmuşlar. Ya bizzât maddî kuvvetleriyle veyahud irşad ve tedbirleriyle tesis etmişler. Sonra şehirlerin etrafında surları ve ortalarında kal’aları, tâ son çare olan kırkikilik topları ve kal’a-i seyyar gibi diritnavtları yapmışlar.
Diritnav
Hulusi Bey:Büyük ……
-: Hattâ rûy-i zeminin en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Sedd-i Çini, Kur’an lisanıyla Ye’cüc ve Me’cücün ve tabir-i diğerle tarih lisanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti kaç defa zîr ü zeber eden ve Himalaya Dağları’nın arkasından çıkan ve şarktan garba kadar harab eden akvam-ı vahşiye ve garetkâr milletlerin Hind ve Çin’deki akvam-ı mazlumeye tecavüzlerini durdurmak için o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvam-ı vahşiyenin kesretle hücumlarına çok zaman mani olduğu gibi, Kafkas dağlarında Derbent cihetinde yine çapulcu garetgir akvam-ı Tatariyenin hücumunu durdurmak için Zülkarneyn-misal eski İran padişahlarının himmetiyle sedler yapılmıştır. Bu neviden çok sedler var. Kur’an-ı Hakîm umum nev’-i beşer ile konuştuğu için, zahiren bir hâdise-i cüz’iyeyi zikredip, umum o hâdiseye benzer hâdisatı ihtar ederek konuşuyor.
İşte bu nokta-i nazardandır ki, Sedd’e ve Ye’cüc ve Me’cüce dair rivayetler ve akval-i müfessirîn, ayrı ayrı gidiyor.
Hem Kur’an-ı Hakîm, münasebat-ı kelâmiye cihetinde bir hâdiseden uzak bir hâdiseye intikal eder. Bu münasebatı düşünmeyen zanneder ki, iki hâdisenin zamanları birbirine yakındır. İşte Sedd’in harabiyetinden kıyametin kopmasını Kur’anın haber vermesi, kurbiyet-i zaman cihetiyle değil, belki münasebat-ı kelâmiye cihetinde iki nükte içindir: Yani bu sed nasıl harab olacak, öyle de dünya harab olacaktır. Hem nasılki fıtrî ve İlahî sedler olan dağlar metindir, ancak kıyametin kopmasıyla harab olurlar; öyle de bu sed dahi dağ gibi metindir, ancak dünyanın harab olmasıyla hâk ile yeksan olabilir. İnkılabat-ı zaman tahribat yapsa da, çoğu sağlam kalır demektir. Evet, Sedd-i Zülkarneyn’in külliyetinden bir ferdi olan Sedd-i Çinî binler sene yaşadığı halde daha meydanda duruyor.
Hulusi Bey: Ha en yakın Diyarbakır suru, kaç senedir yıkıyorlar, dinamit atıyorlar hala bir kısmı yine ayakta duruyor. Diyarbakır işte burda.
-: İnsanın eliyle zemin sahifesinde yazılan, mücessem, mütehaccir, manidar
Hulusi Bey: Kars’ı bilen, Kars’lı Rüstem pehlivan burada mı? Kars’lı Rüstem.
-: İnsanın eliyle zemin sahifesinde yazılan, mücessem, mütehaccir, manidar tarih-i kadîmden uzun bir satır olarak okunuyor.
Üçüncü Sual:
Hulusi Bey: Üçüncü sualde ne diyor?
-: Hazreti İsa Aleyhisselamın
Hulusi Bey:
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَٓا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak ve Rabb-ul Felak Hazretleri sohbetinde bulunduğumuz şu mübarek ders-i Kur’anî’den iman-ı tahkiki dersinden hâsıl olan sevap hürmetine ehl-i imanın bütün hastalarına acil şifalar, dertlilerine acil devalar, borçlularına vesair müşkilata maruz olanlarına bu elemlerden kolaylıkla kurtulmalar nasib-u müyesser eyleye. Cümle ehl-i imanın ahir-u akıbetlerini hayreyleye. Ahirete intikal etmiş ne kadar iman ehli varsa, cümlesini orada ferah ve sürura mazhar edecek şu imanî dersten bir lem’acık olsun onların ruhlarına tecelli eyleye. Onları, oh geride dünyada bıraktığımız kardaşlarımızdan bizim ruhumuzu mesrur edecekler var, onlardan bize vesile-i rahmet olarak şu âlemimizi tenvir edecek nur geliyor, sürur geliyor diyecek bir hale getirsin, Erhamürrahimin’den niyaz ediyoruz. Bizleri bu hayatımızda şu fani hayatta, bu hayatımızın sonuna kadar şu mübarek hizmette daim ve sabit kılsın. Ahir-u akıbetimizi hayreylesin. Suri ve manevi müşkilatımızı hall-u âsân eylesin. Mübarek Üstadımızında ruhunu şu meclisi melaik-i enisden haberdar eylesin. Ruh-ul Seyyidil Mürselin, Fahr-i kâinat, Hz. Muhammed (A.S.M.)’ın da ruhunu haberdar eylesin. Onun muazzez ruhuna her demde yüzbin salat ihda ediyoruz.
Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Rasulallah.
Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Habiballah.
Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Seyyidel Evveline Vel Ahirin.
Lillahil-Fatiha measselavat.
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 180) ONALTINCI LEM’A / HATİMEDEKİ SUALLERE CEVAPLAR DERS - 2 başlıklı makalemizde 16.lem'a ve ONALTINCI LEM’A / HATİME hakkında bilgiler verilmektedir.