YİRMİNCİ MEKTUB/İKİNCİ MAKAM/ONUNCU KELİME:/ÜÇÜNCÜSÜ DERS – 1
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.
اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.
-: Ma’di Kerib oğlu Ebu Kerime el-Mikdad radiyallahu anh’den
Hulusi Bey: Ma’di Keb mi?
-: Ma’di Kerib evet.
-: Anh’den rivayete göre. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
Bir kimse (Din) kardeşini severse, sevdiğini o kimseye haber versin buyurmuştur.
Muaz bin Cebel radiyallahu anh’den,
Hulusi Bey: Hazreti Peygamberimizin bu emrini elbette sem’a ve taa kabul ediyoruz. Fakat bir adamın diğer adamı sevdiğini söylemesine hacet kalmadan onun hali ona gösterir ki bu zat beni seviyor. Onun için ne diyorlar sofiler? Hacı Sofii! Nerde hani?
-: Hacı Sofi burda.
Hulusi Bey: Uykuda mı?
-: Hayır burda.
Hulusi Bey: “El-kalbu mine’l-kalbi ile’l-kalbi sebîla” Ne ise Türkçe öyle derler, kalpten kalbe yol vardır. Bir insan birini sevdi mi Cenab-ı Hak bir birine karşı o sevgi şeysini zayi etmez, artırır, gösterir. Anlar ki o da bu adam beni seviyor. Bir birilerini sevmeyenler bir arada kaç dakika oturabilirler, sen ki doktorsun.
-: Oturamazlar
Hulusi Bey: Hı.
-: En geniş sahrada da olsalar.
Hulusi Bey: Ya gördün mü Molla olanlar böyle olur işte. Molla olanlar amma, Risele-i Nurun mollaları. “Ardül felati maal adai zindanun semmül hıyati maal ahbabi meydan.” Evet.
-: Muaz bin Cebel radiyallahu anh’den, şöyle dediği rivayet olunmuştur.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, (bir gün) Muaz’ın elini tutmuş ve:
Ya Muaz, vallahi ben seni seviyorum. Sonrada ya Muaz, her namazın ardında
اَللّٰهُمَّ اِنّ۪ى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
“Allahım! Sen’i zikretmek, Sana şükretmek ve Sana ibadet etmek hususlarında bana yardım et” duasını kat’iyken bırakmamanı sana tavsiye ederim, buyurmuştur.
Hulusi Bey: Bir daha söyle.
-: “Allahım! Sen’i zikretmek, Sana şükretmek ve Sana ibadet etmek hususlarında bana yardım et” duasını kat’iyken bırakmamanı sana tavsiye ederim, buyurmuştur.
Hulusi Bey: O Sübhaneke mâ zekarnake’ni başka birşeyi.
Sübhaneke mâ zekernake hakka zikrike ya Mezkur.
Sübhaneke mâ, hı
-: Sübhaneke mâ şekernake hakka şükrike ya Meşkur.
Hulusi Bey:
Sübhâneke mâ arafnâke hakka ma’rifetike yâ Ma’rûf.
Sübhâneke mâ ‘abednâke hakka ‘ibâdetike yâ Ma’bûd.
Sübhâneke mâ hamednake hakka hamdike ya Mahmud.
Evet.
-: Enes radiyallahu anh’den şöyle rivayet edilmiştir:
Bir gün Huzur-ı Risalet’de bulunan bir adamın yanına birisi gelmiş ve:
Ya Resulallah, ben bu adamı seviyorum, demişti.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
Sevdiğini buna bildirdin mi? buyurdu.
Hayır dedim.
Öyle ise bildir, buyurdu. Bunun üzerine o zat, o kimseye yetişerek:
Ben seni Allah için seviyorum, dedi. O zat da:
Hulusi Bey: İşte asıl makbul söz bu. Allah için seviyor. Hı, hı.
-: O zat da: Öyle ise, beni uğrunda sevdiğin Allah da seni sevsin, diye dua etti.
-: Hulusi Bey: Karşılıklı. Dua bahsinde Üstadımız da ne buyuruyor? Hani, mü’minin mü’mine en makbul duası nasıl olmalıdır sualimize cevap verirken işte diyor “Onlarda beni duaları dâhil etmek şarttır” dediği gibi. Biz de hakikaten esirgememeliyiz. Cenab-ı Hak bizim dualarımızı da bizden dua isteyenleri de, bize iyilik edenleri de.
Efendim?
Bize iyilik edenleri de bize iyilik etmek isteyenleri de umduklarına nail etsin, korktuklarından emin etsin.
-: Amin, amin.
Hulusi Bey: Ahirete intikal edenleri de mağfurin zümresine ilhak buyursun.
-:Amin.
Hulusi Bey: Başka? Nazif, As subay (Nazif Şenol) Tanıyorsunuz değil mi Nazif’i?
-: Tanıyorum Efendim.
Hulusi Bey: O arkadaşın tanıyordu. O arkadaşın bize cevap verdi bilmem bilir misin?
Şimdi, bir sual şöyle sormuştu ya, bazısında diyor “Cephesinde yazılıdır sen de dikkat etsen okuyabilirsin.” diyor ya Üstadın tarifi. Demek Cenab-ı Hak bütün esması ile bu insan üzerinde tasarruf hakkına sahiptir demektir. Halıkın mülküdür, memlüküdür mülkünde çalıştırılıyor. Cephesindeki Rahman ismiyle bu insanı rızıklandıran Allah’tır. Rahim ismiyle bu insana merhamet eden Allah’tır. Mülk ismiyle bu insan Allah’ın mülkü ve memluküdür ve mülkünde çalıştırılıyor demektir. Kuddüs ismiyle bu insanın fıtratını kusursuz eksiksiz halk eden Allah’tır. Selam ismiyle noksan, meayibden salim kılan Allah’tır. Mü’min ismiyle bu mü’min insana azabtan emin eden Allah’tır. Müheymin ismiyle bu insanı murakabe ve muhafaza eden Allah’tır. Aziz ismiyle bu insanı aziz eden Allah’tır. Cebbar ismiyle bu insanı iradesine göre, iradesine göre cebir ve halini ıslah eden Allah’tır. Mütekebbir ismiyle bu küçük ve aciz ve zaif insanı kibriya ve azametiyle sahip çıkan Allah’tır. Esma ve manalarını okuyabilir demek. Şöyle de okunabilir. O zaman böyle demek. Bu insan hayatlıdır Muhyi isminin mazharıdır. Bu insan fanidir, Baki isminin mazharıdır. Bu insan mahlûktur, Halık isminin mazharıdır. Bu insan masnu’dur, Sani’ isminin cilvesidir. O insan olan insanda kendisine bakanlara ben yok iken bana vücud nimeti veren Vacib-ül Vücud var. Ben faniyim fakat baki olan ve beni bakaya mazhar eden var. Ben mahlûkum beni halkeden halıkım var. Ben masnu’um beni böyle san’atlı yapan var. Ben merzukum, benim rızkımı temin eden var.
Kader dersinde ki hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak. Kalb ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, izahını istiyorsun.
Hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırakamıyan, bize bu hali ve manevi derece-i hayatlarını nasıl tarif edebilir? Şayet böyle bir hali kazanmış olsa, hali ve manevi derece-i hayatı başkasına aynı kuvvette tefhim edemez. Onun için eserlerde geçip yeni lügatteki yazılara bakmayı tavsiye edeceğim. Şöyleki; kalp hakkında Yeni Lügatin ikiyüz kırk yedinci, ruh hakkında Yeni Lügatin dörtyüz ellialtı, ama bu değil bundan evvelki lügattedir o. Fakat buradaki manaları da okuyabilir. Sır hakkında yine Yeni Lügatin dört yüz seksen birinci sahifesinde ki sır manalarına bakıp dikkatle ve defaatle okumak gerektir. Onun için bunları lütfen bulun. Kalp, ruh, sır. Lügat nerde? Şimdi çay da geliyor, sen de biraz dinlen. Şimdi kendime mal ederim bu sözleri, izah edebilirim. Hadi farzet ki olsam bile. Başkasını o hale getirmek lazım ki ona da benim sözüm tesir edebilsin. İkisi de mümkün değil. Onun için biz lügate yazdıkları manaya bakalım. Biz de kendi halimizi tetkik edelim, ne kadar hisse almışız. Bizde kalp uyanıklığı var mı? Bu gaybi manaları anlayacak, anlatacak bir hale gelmiş miyiz acaba? Ne diyor kalp?
-: Kalb: Vücudun kan dolaşımı merkezi, gönül, her şeyin ortası, yürek, bir halden diğer bir hale çevirmek,
Hulusi Bey: Kalb
-: Değiştirme
Hulusi Bey: Mukallibel kulûb. Peygamber aleyhisselatu ve selamın dualarında çok tekrar ettiği. Ya mukallibel kulub sebbit kulubina ala dinike ve tâatike ve yakinike ve meanesik.
-: Esas kalb o manadan mı geliyor efendim? Çevirmekten mi?
Hulusi Bey: Burda sayıyor kaç tane mana. Bir manaya münhasır değil. Arapça bir kelime, bir manaya münhasır mıdır?
-: Hayır.
Hulusi Bey: Değil.
-: Bir halden diğer bir hale çevirmek, değiştirme, imanın mahalli. * Fuâd, sıkt-ül ilim, tâbut-ül ilim, beyt-ül hikmet, via-i ilim de denilir. (Dâima değiştiği ve hareket halinde olduğu için)
-: Fiatını verelim. (Çay geldi)
-: Kalb ismi verilmiştir.) Bir şeyi geri döndürmek ve çevirmek. * Yüreğe vurmak veya dokunmak. Gönüle dokunmak.
-: Müdür verdi fiatını
-: Bir şeyin
-: Kim?
-: Müdür burda.
-: Çevirmek. * Yüreğe vurmak veya dokunmak. Gönüle dokunmak. Bir şeyin içini dışına ve dışını içine çevirmek. * Aks ve tahvil.(Ehl-i tahkik indinde; çam kozalağı şeklindeki cismanî et parçasına taalluk eden letaif-i Rabbaniyedir. Bütün kuvvetin mebdeidir. Dimağ ise; bütün hislerin mebdeidir.)(Kalb, imanın mahalli olduğu gibi, en evvel Sâni’i arayan ve isteyen ve Sâni’in vücudunu delâili ile ilân eden, kalb ile vicdandır. Zira kalb, hayat malzemesini düşünürken, en büyük bir acze mâruz kaldığını hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik, emellerin tenmiyesi (nemâlandırmak) için bir çare ararken, derhal bir nokta-i istinadı aramağa başlar. Bu noktalar ise, iman ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem’ ve basara hakk-ı takaddümü vardır.
Demek, kalbin sem’ ve basara hakk-ı takaddümü vardır.
Hulusi Bey: Sem’ ve basara
-: Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir latife-i Rabbaniyyedir ki,
Hulusi Bey: Hani o kozalak şeklindeki et parçası demek değildir kalb.
-: Ancak, bir latife-i Rabbaniyyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh, o latife-i Rabbaniyyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki; o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir. Nasıl ki bütün aktar-ı bedene
Hulusi Bey: Yani maddiyatımızda kalbin ne kadar ehemmiyeti var ise maneviyatımızda da o manevi kalb batın-ı kalbin o tesiri var. Maddiyatta yaşamamız onun tik takının devam etmesine bağlı olduğu gibi manevi gelişmemiz mirat genişler. İlhamat-ı rabbaniye ile o kalp imanını takviye ederse, yani ameldeyse hepsi oraya racih. Tamam sonra.
-: Nasıl ki bütün aktar-ı bedene mâ-ül hayatı neşreden o cism-i sanevberî bir makine-i hayattır;
Hulusi Bey: Şimdi kalbin maddi cihette de bedenin yaşamasına lazım olan kanın mahalli tevzi’i oradır. Oradan tevzi’ edilir.
Bu ayet değildir. Sure-i Ankebut’un 64. Ayetinin buna benzerliği var.
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلاَّ لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ
Sure-i Enam’ın 32. Ayeti ise
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ
şeklindedir.
Vesiat rahmetî külle şey’in tarzında ayet yok.
Belki Rahmetin vüsatini beyan için bu tarz yazılmıştır. Yazılmış olabilir. A’raf suresini 156. Ayeti yazdığınız gibi.
Vesiat rahmetî külle şey’in tarzın da ayet yok
-: İnsanın aklını ermediği şey. Allah’ın hikmeti. Sırrını kimseye faş etme, sırrın faş olur. Sen kendi sırrını saklayamazsan el sana nasıl sırdaş olur.
Hulusi Bey: O da öyle. “Sırrını söyleme dostuna, dostunda dostu vardır, o da söyler dostuna. Sır sırlıktan çıkar olur faş.” Fatih Sultan Mehmet, Allah rahmet etsin, o zat öyle şey etmiş. Sırrımı mümkün olsa kendimden de saklarım. Eğer bir şeyin gizli kalmasını arzu eden, onu aşikâreye vermez. Mutlaka yerin kulağı vardır. Nitekim yerin kulağı olmazsa gizli toplantı yapılıyor sözde. Ondan sonra sanki defe koyulmuş çalınıyor gibi dışarda dinle. Çünkü toplantıda bunu konuştular. Halla halla. Bakanlar toplandı acaba ne yaptı? İnsanda tecessüs, merak hissi var, onun için nerden öğrenir? O Fahrettin Altay, birisiyle beraber Moskova’ya girmişlerde bulundukları yerde öyle tertibat alınmış ki, ne konuşsalar zabt ediliyor. Onun için birbirileriyle yazı ile şey etmişler. Bunu anladıktan sonra, söz söylemek şey değil. Yazıyla. Şimdi şeytan, artık bu insanların şeytanatının şeysine karşı imtihana girse hangisi kazanır? İnsan mı kazanır, şeytan mı?
-: İnsanın şeytanı kazanır.
Hulusi Bey: Şeytan derki pes. Ben, siz varken benim sırtım yere gelmez. Allah şerrinden muhafaza etsin.
-: Amin amin.
-: Üçüncü menba’ olan tecelli-i ehadiyet:
(Mektubat Shf:247 )
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 183) YİRMİNCİ MEKTUB/İKİNCİ MAKAM DOKUZUNCU VE ONUNCU KELİMELER DERS - 2 başlıklı makalemizde 20.mektup 2.makam hakkında bilgiler verilmektedir.