189) ONUNCU SÖZ/ZEYLİN DÖRDÜNCÜ PARÇASI DERS -4

189) ONUNCU SÖZ/ZEYLİN DÖRDÜNCÜ PARÇASI DERS -4

ADAD

Hulusi Bey

ONUNCU SÖZ/ZEYLİN DÖRDÜNCÜ PARÇASI DERS -4

-: Emr-i kün feyekûne karşı kemal-i inkıyad ile serfüru eder.

Hulusi Bey: Başlarını eğerler.

اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Ol demekle derhal olurlar. Derhal. Bizde bazı şeyler yanlış anlaşılır. “Şimdi bir yumruk vurursam كُنْ فَيَكُونُ ederim.” كُنْ فَيَكُونُ yani un ufak ederim ha. O mana değil. كُنْ ol demek. فَيَكُونُ Cenab-ı Hak bir şeyin olmasını murad ederse o şey daha direnmez. Hemen oluverir. Emir padişahlar padişahından geliyor, kim tahammül edebilir. Buyur.

-: Bir baharı halketmek, bir çiçek kadar ona ehven gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zâttır.

Hulusi Bey: Amenna ve sadakna.

Öyle bir zâta karşı مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ deyip,

Hulusi Bey:  مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِىَ رَم۪يمٌ

-: deyip, kudretine karşı taciz ile meydan okunmaz.

Hulusi Bey: Yani bunu yapamazsın haşa haşa. Bunu yapamazsın hiç olur mu bu kemikten. Yerden böyle kerli ferli bir insan olur mu? Hemen diyor ha.

قُلْ يُحْي۪يهَا الَّذ۪ٓى اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ

Sizi evvel emirde nasıl halk ettim ise. Yani

اَوَ لَمْ يَرَ اْلاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ

Fe subhanallah, bu insanoğlu nutfeden halk olunduğunu bilir de ondan sonra Allah’tan muhasama eder. Çekişir.

-: Onun niyeti o, cehennemde yanmaya kendini o şekilde kurtarıyor ama Allah yandıracak onu.

Hulusi Bey: Bilmem pehlivandan beraber götürün. Hacı’da geldi artık hangisine Cebrail’e mi, Mikail’e mi,  Azrail’e mi hepsini toplar bir defada Cehenneme

-: Kökü Cehenneme.

Hulusi Bey: Buyur.

-: Sonra فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ tabiriyle; her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitab sahifeleri gibi kolayca çevirir. Dünya ve âhireti iki menzil gibi; bunu kapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelal’dir. Madem böyledir, bütün delailin neticesi olarak: وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Hulusi Bey: Hı.

-: وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ yani,

Hulusi Bey: Ona döneceksin, ona döneceksin. Nereye gidiyorsun? Tilki’nin gezip gezip geleceği kürkçü dükkânıdır. İşte saldı bu dünyaya, ondan sonra gel dedi mi. Fakat bu gelişte Cenab-ı Hak cümlemize o türlü gitmek nasip ede.

-: Amin.

Hulusi Bey:

اِرْجِع۪ٓى اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ٭فَادْخُل۪ى ف۪ى عِبَاد۪ىۙ٭وَادْخُل۪ى جَنَّت۪ى٭

Amin de, amin de. Buyur.

-: Yani kabirden sizi ihya edip, haşre getirip huzur-u kibriyasında hesabınızı görecektir.

Hulusi Bey: Amenna, amenna.

-: İşte şu âyetler, haşrin kabulüne zihni müheyya etti, kalbi de hazır etti. Çünki nezairini dünyevî ef’al ile de gösterdi.

            Hem kâh oluyor ki: Ef’al-i uhreviyesini öyle bir tarzda zikreder ki: Dünyevî nezairlerini ihsas etsin. Tâ istib’ad ve inkâra meydan kalmasın. Meselâ: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ilââhir.. ve اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ ilââhir.. ve اِذَا السَّمَاءُ انْشَقَّتْ

İşte şu surelerde, kıyamet ve haşirdeki inkılabat-ı azîmeyi ve tasarrufat-ı rububiyeti öyle bir tarzda zikreder ki, insan onların nazirelerini dünyada meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan o inkılabatı kolayca kabul eder. Şu üç surenin meal-i icmalîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için bir tek kelimeyi nümune olarak göstereceğiz.

Hulusi Bey: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

-: Meselâ: اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a’mali bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mes’ele kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz. Fakat surenin işaret ettiği gibi haşr-i baharîde başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zahirdir. Çünki her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var. Esma-i İlahiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var. İşte onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla gayet fasih bir surette analarının ve asıllarının a’malini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a’malini neşreder. İşte gözümüzün önünde bu hakîmane, hafîzane, müdebbirane, mürebbiyane, latifane şu işi yapan odur ki, der:

اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

Başka noktaları buna kıyas eyle. Kuvvetin varsa istinbat et. Sana yardım için bunu da söyleyeceğiz.

Hulusi Bey: Oku, oku.

-: İşte: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ Şu kelâm, tekvir lafzıyla yani sarmak ve toplamak manasıyla parlak bir temsile işaret ettiği gibi, nazirini dahi îma eder.

Birinci: Evet Cenab-ı Hak tarafından adem ve esîr ve sema perdelerini açıp, Güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misal bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra o pırlantayı

Evet Cenab-ı Hak tarafından adem ve esîr ve sema perdelerini açıp, Güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misal bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra o pırlantayı

Hulusi Bey: Yani yok iken. O mahlûk mudur güneş? Mahlûktur. Yok, iken Cenab-ı Hak onu halk etmiştir. Fennin deyişine göre, üzerinde yaşadığımız arzdan bir milyon üçyüzbin defa büyüktür. Fennin deyişine göre. Öyle ise yok iken onu var eden var. Ona böyle mühim vazifeyi gösteriyor. Sonu şurayı dinleyelim. Evet.

-: Dünya kapandıktan sonra o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak.

İkinci:

Hulusi Bey: Yani arzdan bu kadar uzakta. Yoktan halk etti, ademden getirdi. Esirden yani hava tabakasının dışındaki esir maddesinden de getirdi. Bize hayat verecek surette onu istihdam etti. Ama insanların bazısı da onu kendisine ma’bud ittihaz etti. Güneşe tapan var. Yani hidayet başka, mütefennin olmak başka. Mesela, Japonlar mütemeddin bir millet sayılıyor. Her türlü fenne aşina bir millet. Askerlik şeyine de çok aşina. Hayatlarını istiskal ederler, kahramanlık gösterirler. Hiç hayatlarını hiçe sayarlar. Fakat hidayetleri yoktur, güneşi ma’bud ittihaz ederler. Güneşin karşısında yere yatarlar ibadet ederler. Güneşe ibadet ederler. İşte Cenab-ı Hak bize اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْۙ fermanıyla diyor ki şimdi artık metaanı topla. Ziyandan istifade eden, hararetinden istifade edenlere artık bunlara lüzum kalmadı. Sen şimdi doğru Cehenneme. Yirmibeşinci sözde öyle diyor. Cehenneme git seni ma’bud ittihaz edenleri yak. Yani sana haşa Allah diyenleri yakmak için cehenneme git, orada onları yak. De ki siz beni ma’bud ittihaz ettiniz, ben hâlbuki Cenab-ı Hakkın musahhar bir memuruydum, size hizmet ediyordum, bilmediniz halıkınızı tanımadınız beni ma’bud ittihaz ettiniz. Bende şimdi emir aldım, dünyevi hizmetim bitti. Sizi cehennem de yakmaya geldim. Buyurun, buyurun. Peki.

-: İkinci: Veya ziya metaını neşretmek ve zeminin kafasına ziyayı zulmetle münavebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu ve her akşam o memura metaını dahi toplattırıp gizlettiği gibi; kâh olur bir bulut perdesiyle alış-verişini az yapar, kâh olur Ay onun yüzüne karşı perde olur, muamelesini bir derece çeker. Metaını ve muamelât defterlerini topladığı gibi elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisal edecektir.

Hulusi Bey: Ayrılacak. Azledilecek. Evet.

 -: Hattâ hiç bir sebeb-i azl bulunmazsa, şimdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmuş yüzündeki iki leke büyümekle, Güneş yerin başına izn-i İlahî ile sardığı ziyayı, emr-i Rabbanî ile geriye alıp, güneşin başına sarıp “Haydi yerde işin kalmadı der, Cehennem’e git, sana ibadet edip senin gibi bir memur-u müsahharı sadakatsızlıkla tahkir edenleri yak” der.

Hulusi Bey: Hı, اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

-:  اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ fermanını lekeli siyah yüzüyle yüzünde okur.

Hulusi Bey:

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلى يَوْمِ الدّ۪ينِ *  وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Cenab-ı Hak ve Feyyazı Mutlak Hazretleri okunan dersi Kur’aniden hâsıl olan sevap hürmetine ehl-i imanın bütün hastalarına, çeşitli elemlere mübtela olan ehli imanın her nev’ine, elemi ne ise Cenab-ı Hak onları o elemden gayet kolay kurtarıp, ohh elhamdülillah dedirsin inşâallah. Âmin. Bize çok müracaatlar var. Şu muhterem cemaatinizden dua edin diyorlar. Mademki biz cemaat halindeyiz, öyle ise biz mü’min kardaşlarımıza dua ile vazifeliyiz. Cenab-ı Hak böyle bize dua edecek yok mu? Ağzı dualı, ağzı dualı birini ararlar.  Bin bir ferdin ağzı dualı nerde bulayım ben onu. Fakat cemaatin duası çok ehemmiyetlidir. Hem zahr-i gayıpta yapılan dua da ret edilmez. Yani bir mü’mine onun arkasından hayır duada bulunursa Cenab-ı Hak o duayı reddetmez kabul eder. Şimdi böyle bir duacı arayan niyeti ne ise. Hastalıktan kurtulmak mı? Dertten, elemden şifa bulmak mı? Kendisini üzen hadiselerin başından kalkması mı? Her ne matlubu varsa,  biz Erhamürrahiminden niyaz ediyor ki bu gibi zevatın dünyevi bu hallerini kolaylıkla üzerlerinden kaldırsın. Âmin. Onlara oh elhamdülillah dedirtsin. Bizlerin vefatından sonrada bizlere dua edecekleri Cenab-ı Hak halk buyursun. Onlar da biz berzah âlemine intikal ettikten sonra umum mevtaya, mevta-i müslimine dua edecekleri de “men dakka dukka”, “men rahime ruhime” Evet onlar burda merhametli dua ediyorlar, bize de inşâallah dua edilecektir. Yani Cenab-ı Hak onun mükâfatını ahirete bırakmadan, evet berzah hayatına intikal ettikten sonra da bize rahmet edecekleri Cenab-ı Hak halk edebilir. Hiç şüphemiz yok onun rahmetinden ümit varız. Bütün geçmişlerimize Allah rahmet etsin. Âmin. Taksiratlarını af etsin. Âmin. Bizlerin de seyyiat ile geçirdiğimiz zamanımızı affı mağfiret etsin. Âmin Mağfirete bazı hocalar şöyle mana vermişler işimize gelir. Mağfiret demek, hem af olmak hem de günah ile geçen zamanı ibadat ve taat ile geçirmişçesine sevaba çevirmek. Yani,

يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ

Sırrına mazhar kılsın. Âmin. Bunların hepsi Cenab-ı Hakkın kudreti dâhilinde, hikmeti dâhilindeki şeylerdir. Biz böyle isteyelim. Biz böyle ehli iman için aynı duayı yaparken bizim de şahsi böyle kusurlarımızı Cenab-ı Hak aff-ı mağfiret etsin. Âmin. Yani o seyyiatımızı hasenata tebdil buyursun. Âmin. Suri ve manevi müşkülatımızı halletsin. Âmin. Dünyada bizi Kur’anın nuru etrafında, şöyle cüz-i sıkıntılara maruz bırakarak topladığı gibi, inşâallah o mahşerin en sıkıntılı gününde Habib-i Ekrem Sallallahu Teala Aleyhi ve Sellem efendimizin “Liva-ül hamd” adlı sancağı altında da Üstadımızın da rehberliği ve “Ey Ahiret kardaşlarım, Ey Hizmet-i Kur’anide arkadaşlarım! Buraya gelin, iki cihan serveri burda, livası burda, buraya gelin.” diye inşâallah çağırsın orada toplanalım. Hiç birimiz dışarıda kalmasın. Âmin âmin.

وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ وَالْحَمْدُلِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ اَلْفَاتِحَه

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 188) ONUNCU SÖZ/ZEYLİN ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ PARÇASI DERS -3 başlıklı makalemizde ONUNCU SÖZ/ZEYLİN ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ PARÇASI hakkında bilgiler verilmektedir.