197) ENE BAHSİ İLE ALAKALI MEVZULAR DERS – 1

197) ENE BAHSİ İLE ALAKALI MEVZULAR DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

ENE BAHSİ İLE ALAKALI MEVZULAR DERS – 1

-:

Tılsım-ı kâinatı keşfeden, Kur’an-ı Hakîm’in mühim bir tılsımını halleden

Otuzuncu Söz

“Ene” ve “zerre”den ibaret bir “elif” bir “nokta”dır.

            Şu Söz iki maksaddır. Birinci Maksad, “Ene”nin mahiyet ve neticesinden; İkinci Maksad, “zerre”nin hareket ve vazifesinden bahseder.

Hulusi Bey: Zerre kalsın, şimdi Ene’nin mahiyet ve neticesinden bahseden şeyi bunun üzerinde duruyoruz. Ene’nin mahiyeti ve neticesinden.

-: Birinci Maksad

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا اْلاِنْسَانُ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً

٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭

Şu âyetin büyük hazinesinden tek bir cevherine işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Hulusi Bey: Büyük hazinesinden tek bir cevherine..

-: Gök, zemin, dağ tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir vechi, ene’dir. Evet ene, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i tûbâ ile müdhiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir. Şu azîm hakikata girişmeden evvel, o hakikatın fehmini teshil edecek bir mukaddime beyan ederiz. Şöyle ki:

            Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar. Şu mes’eleye dair “Şemme” isminde bir risale-i arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki:

(10.Söz Mukaddime)

-: Burası biraz daha anlaşılır tarzda.

-: Kezalik Allah hesabına

Hulusi Bey: Buradan mı buradan mı?

-: Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir.

Hulusi Bey: Ve nefsine takılmıştır.

-: Âlemin kapıları açık ise de manen kapalıdır. Cenab-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan “Ene” namında bir miftahı insanın eline vermiştir. Fakat ene de kapısı kapalı bir bilmecedir. Bunun kapısı açılıyorsa kâinatın da kapıları açılıyor.

            Evet, Cenab-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet vermiştir ki, Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine ait evsafı bilmek için mevhum, farazî bir vâhid-i kıyasî yapsın.

            Mahiyet-i beşerde pek ince bir ip, insanın vücudunda şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve miktarında olan “Ene”nin iki vechi vardır. Biri hayra bakar. Bu vecihle yalnız kabil-i feyizdir, fâil değildir. Diğer vechi ise şerre bakar. Bu vecihle kendisini fâil bilir.

            Ene’nin mahiyeti mevhumedir, rububiyeti hayalîdir. Vücudu bir şeye hâmil olamaz. Ancak mizan-ül hararet gibi, Vâcib-ül Vücud’un rububiyetine ait sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor.

            Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kâinattan zihnine akıp gelen âfâkî malûmatı kendi malûmatı ile tasarrufat ve sıfât-ı İlahiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder.

Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kâinattan zihnine akıp gelen âfâkî malûmatı kendi malûmatı ile tasarrufat ve sıfât-ı İlahiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder.

Hulusi Bey: …… …. Ne demek istedi?

-: Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa,

Hulusi Bey: Benliğine mizan nazarıyla bakarsa.. Evet.

-: kâinattan zihnine akıp gelen âfâkî malûmatı kendi malûmatı ile, tasarrufat ve sıfât-ı İlahiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder. Ve bu sayede قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكَّيهَا daki مَنْ şümulüne dâhil olarak bihakkın emaneti îfa etmiş olur.

-: Şöyle anlıyoruz Efendim! Diyor ki; Ene’nin iki veçhi vardır. Birisi hayra bakan, diğeri şerre bakan. Tekrar Üstad Hazretleri orda izah ediyor. Eğer diyor hodbinlik yapmazsa o bir nevi hürriyet ve idrak yolu ile diyor. Halıkını görür her şeyi ondan bilirse.

Hulusi Bey: Bir mizan nazarıyla bakarsa benliğine.

-: Bir mizan nazarıyla bakarsa o zaman kendisini rab yerine kor.

-: Olmaz….  Oku orayı.

-: Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kâinattan zihnine akıp gelen âfâkî malûmatı kendi malûmatı ile tasarrufat ve sıfât-ı İlahiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder.

 -: Her şeyi Allah’tan bilir tasdik eder efendim! Şimdi burada bir başka misal ile anlayalım. Mevlana Cami diyor ki; “

-: Suali bir daha okuyorum.

SUAL: Niçin Cenab-ı Hakk’ın sıfât ve esmasının marifeti, enaniyete bağlıdır?

Hulusi Bey: Bilinmesi enaniyete bağlıdır.

-: ELCEVAB: Çünki mutlak ve muhit bir şeyin hududu ve nihayeti olmadığı için, ona bir şekil verilmez ve üstüne bir suret ve bir taayyün vermek için hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Meselâ: Zulmetsiz daimî bir ziya, bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakikî veya vehmî bir karanlık ile bir had çekilse, o vakit bilinir. İşte Cenab-ı Hakk’ın ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve esması; muhit, hududsuz, şeriksiz olduğu için onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise hakikî nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâzım geliyor.

(10. Söz 1. Maksat)

-: Uzay Geometride öyle efendim!

Hulusi Bey: Ne ise sen orayı oku öyle.

-: Öyle ise hakikî nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâzım geliyor. Onu da enaniyet yapar. Kendinde bir rububiyet-i mevhume, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder; bir had çizer. Onun ile muhit sıfatlara bir hadd-i mevhum vaz’eder. “Buraya kadar benim, ondan sonra onundur” diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücükler ile onların mahiyetini yavaş yavaş anlar. Meselâ:

Hulusi Bey: Demek ki anlamak da yavaş yavaş olacak.

-: Kendindeki ölçücükler ile onların mahiyetini yavaş yavaş anlar. Meselâ: Daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Hâlıkının rububiyetini anlar ve zahir mâlikiyetiyle, Hâlıkının hakikî mâlikiyetini fehmeder ve “Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın mâlikidir.” der ve cüz’î ilmiyle onun ilmini fehmeder ve kesbî san’atçığıyla o Sâni’-i Zülcelal’in ibda-i san’atını anlar.

Hulusi Bey: ibda-i san’atını anlar.

-: İbda-i san’atını anlar. Meselâ: “Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş.” der.

-: Allah razı olsun

Hulusi Bey: “Müdavele-i efkârdan barika-i hakikat çıkar.” Diyorlar.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 196) YİRMİNCİ MEKTUB VE YİRMİSEKİZİNCİ LEM’A (EVHÜM KAİLUN) DERS - 3 başlıklı makalemizde EVHÜM KAİLUN hakkında bilgiler verilmektedir.