
Hulusi Bey
YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ DERS-2
-: Eğer insan yalnız bir kalbden ibaret olsaydı; bütün masivayı terk, hattâ esma ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakk’ın zatına
Hulusi Bey: Yalnız orada üşümeyesiniz. İsterseniz burada yanım boş benim.
-: Eğer insan yalnız bir kalbden ibaret olsaydı; bütün masivayı terk, hattâ esma ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakk’ın zatına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letaifi ve hasseleri vardır.
İnsan-ı kâmil odur ki: Bütün o letaifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubudiyette, hakikat canibine sevketmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalb bir kumandan gibi, letaif askerleriyle kahramanane maksada yürüsün.
-: Fiyatını verelim.
Hulusi Bey: Sende fiyatını ver de. Şunun insafına bak. Bozuk parası yok cemaatin, gündüzün sarf etmiş.
-: Demişler ki: Tarîk-ı Nakşîde dört şeyi bırakmak lâzım. Hem dünyayı, hem nefis hesabına âhireti dahi maksud-u hakikî yapmamak, hem vücudunu unutmak, hem ucbe, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir. Demek hakikî marifetullah ve kemalât-ı insaniye terk-i masiva ile olur?
Elcevab: Eğer insan yalnız bir kalbden ibaret olsaydı; bütün masivayı terk, hattâ esma ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakk’ın zâtına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letaifi ve hasseleri vardır. İnsan-ı kâmil odur ki: Bütün o letaifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubudiyette, hakikat canibine sevketmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalb bir kumandan gibi, letaif askerleriyle kahramanane maksada yürüsün. Yoksa kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ızdırardır.
Hulusi Bey: Yani muztar kalıyor, onları bırakıyor. Ben canımı kurtarmaya bakıyorum sizde siz de başınızın çaresine bakınız gibi. Yani teşbih şöyle. Bir kumandan emri altındaki kıtasını, birliklerini bırakıp da, düşman çemberinden nasılsa sıyrılıp atını veyahut kendine tahsis edilen binek motorlu otosunu onu sürerek gelip kendisinden büyük kumandanına;
“Huzurunuza geldim kumandanım, canımı kurtardım geldim.
E, sana ben bir kıta teslim etmiştim, onlar nerede?
Baktım ki onları kurtaramıyorum, bari kumandanıma gideyim de ben kendimi ancak kurtarabildim geldim.” dese. Kumandan herhalde sırtını okşayıp “Aferin maşallah, kumandan dediğin senin gibi olur” mu der?
-: Demez.
Hulusi Bey: Hı, işte o diğer letaif askerlerini bırakıp, kalp yalnız kendi başıyla gitmek misali buna benzer. Hüner odur ki bu verilen letaifi de ….. lehine kullansın. Ne için verilmiş onlar, boşuna mı? İnsana vermiş ki kemalata değil mi? Kemalat onlarla beraber gitmek gerek. Kemalat-ı insaniye, bunları da beraber götürmekle elde edilebilir. Yoksa o kemal değildir. Kendi idaresine verilmiş letaifi ihmal etsin, onları kendi başlarına bıraksın yalnız kendisi çeksin gitsin. Eeeyy! Hacı Yumurtacı kokun bitti mi?
-: Var.
Hulusi Bey: Var ama çok zayıf söylüyorsun yani. Anlaşılan fiyat ona da mı zam geldi?
-: Yok.
Hulusi Bey: Ya? Her şeye zam geldiğine göre kokuya da zam gelir ne olacak. Su koy ver, su koy ver. Bu hangisi fındık yağı mı? Öylemi, hafif. Hacı çok israf ediyor bu. Peki buyur.
-: İnsan-ı kâmil odur ki:
Hulusi Bey: O tarafa götür misafirlere de ver.
-: İnsan-ı kâmil odur ki: Bütün o letaifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubudiyette, hakikat canibine sevketmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalb bir kumandan gibi, letaif askerleriyle kahramanane maksada yürüsün. Yoksa kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ızdırardır.
Hulusi Bey: İşte anlatmaya çalıştığımız mesele gibidir ha. Canını kurtarmış, emrine verilen birlikleri bırakmış, kendisinden büyük kumandanına afili bir selam vererek. Sayenizde canımı kurtardım geldim. Ona ne derler? Eferiiin. Öyle değil mi? Ona eferin mi derler? Yoksa maşaallah, barekallah. Ne?
-: İyi bir kumadan olursa çeker onu vurur. Mademki onlar gitti sende git.
Hulusi Bey: Baba sende çok hiddetlisin ya. O zaman kumandan bulamazsın ki. Çünkü herkes canını kurtarmak derdinde. “Menem diger nist.”
-: Efendim! Letaif askerlerini ihmal eden bir kumandan müşahhas olarak bir misal.
Hulusi Bey: Bu misal kâfi gelmedi mi? Şimdi öyle ise şöyle düşün. Bu letaif var mı, yok mu?
-: Var, var.
Hulusi Bey: Varsa veren, hiç onların yüzüne bakmasın, bohçalarını açmasın öyle dursun diye mi vermiş? Yoksa kemalat-ı ilahiyeyi tahsil için onlardan da istifade edilmesi mi lazım gelir?
-: Evet. Lazım gelir, bunun icraatını
Hulusi Bey: İşte icraatını. Bunlardan istifade etmesini başaramayan, ızdırarla kalmış kumandan gibi olur. Netice-i ızdırardır diyor da, bu bir marifet değildir.
-: Efendim, hataya mı düşer?
Hulusi Bey: Ya, sevaba düşmez herhalde. Hata ya düşer.
-: İslam’dan taviz
Hulusi Bey: Yani hareket doğru değildir. Mademki bu letaifin vücudunu kabul ediyoruz. O letaifi veren onlardan faidelenmek, onları da ne için verilmişlerse o istikamete yürütmek. Bu surette kemalat-ı ilahiyeyi tahsil etmek için verilmiş. Yoksa haşa Cenab-ı Hak, ister aza, cevarih isterse letaif bunları insana boşu boşuna vermemiş. O zaman Hakîm-i Mutlaktan abes zuhur etti diye bir hükme varmak lazım gelir ki büsbütün hata. Verdiği her şey elbette bir hikmete mebni verilmiş. Onun üzerinde durmamız lazım. Onları da çalıştırmak lazım. Biz onları nerede sarf ediyoruz? Hepsini derliyoruz, topluyoruz, nefsimize muhabbette sarf ediyoruz. Nefsimize muhabbette sarf ediyoruz. Hâlbuki nefse muhabbet değil, ona adavet etmek. Eğer mutmainne derecesine çıkarsa o zaman ona acımamız lazım gelir. Bu da o derslerimizde geçiyor. Mutmainne derecesine geldiği o zaman ona acımak lazım gelir ki: “Ömrün birçok zamanını böyle kazançsız geçirdik senden hiçbir istifade edilmedik. Seni bana verenin rızasını tahsil edemedik.” diye, esef duymak. Yaaa Pehlivan Efendi. Buyur.
-: Dördüncü Sual:
Hulusi Bey: Bitirdin?
-: Bitmedi
Hulusi Bey: Bitmedi?
-: Şimdi sen bir şeyi eksik yaptın oğlum. Mademki bir işe başladın Bismillah diyecektin. Tevziata başladığın zaman bismillah dedin mi? Aklıma bile gelmedi. Ben biliyorum. İşin eksiği orada. Daha bu Hacı unutmuşum der bundan sonra. Böyle kokusunu getirirse fındık yağını kor yahut zeytinyağının satılmayanını. Bunu koklat der. Vahdettin Bey!
-: Efendim!
Hulusi Bey: Görünmeyecek yerde oturuyorsunuz. Niye öyle?
-: İnsanın birçok letaif taşıdığına dair şurda bir bahis var.
Hulusi Bey: Oku. Bu münasebetle, otuzikinci sözde mi?
-: Evet.
Mahir bir san’atperver meharetini göstermeyi sever bir usta; güzel, plâksız konuşan fonoğraf gibi bir san’atı icad ettikten sonra, onu kurup tecrübe ediyor, gösteriyor. O san’atkârın düşündüğü ve istediği neticeleri en mükemmel bir tarzda gösterse; onun mucidi ne kadar iftihar eder, ne kadar memnun olur, ne derece hoşuna gider. Kendi kendine “Bârekâllah” der.
İşte küçücük bir insan, icadsız, sırf surî bir san’atçığı ile, bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa; acaba bir Sâni’-i Zülcelal, koca kâinatı, bir musikî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhâssa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbanî ve bir musika-i İlahî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor.
(Sözler Shf: 623)
O misaller var, Efendim atlıyoruz.
İşte şu üç misal gibi, binbir esma-i İlahiyenin herbirinde pek çok tabakat-ı hüsün ve cemal ve fazl ve kemal bulunduğu gibi, pek çok meratib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriya vardır. İşte bundandır ki: “Vedud” ismine mazhar olan muhakkikîn-i evliya; “Bütün kâinatın mayesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı, muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve cazibe kanunları, muhabbettendir.” demişler. Onlardan birisi demiş:
فَلَكْ مَسْتْ مَلَكْ مَسْتْ نُجُومْ مَسْتْ سَمٰوَاتْ مَسْتْ شَمْسْ مَسْتْ قَمَرْ مَسْتْ زَمِينْ مَسْتْ عَنَاصِرْ مَسْتْ
نَبَاتْ مَسْتْ شَجَرْ مَسْتْ بَشَرْ مَسْتْ سَرَاسَرْ ذِى حَيَاتْ مَسْتْ هَمَه ذَرَّاتِ مَوْجُودَاتْ بَرَابَرْ مَسْتْ دَرْمَسْتَسْتْ
Yani: Muhabbet-i İlahiyenin tecellisinde
Hulusi Bey: O Vedud ismi hakkında şunu da söylemişler. “Muhabbetten yanar cümle vücudu. Eğer bulsalar vücudda hubb-u Vedudu.” Bunlar ehli aşk, Vedud ismine mazhar olduklarından onlar o ismin tecellisi altında bu şeyleri geçiriyorlar, bu haleti. Muhabbetten yanar cümle vücudu. Vücudu yanar, varlığı gider. Yani, enaniyeti gider. Muhabbetten yanar cümle vücudu. Eğer bulsalar vücudda, varlıklarında hubb-u Vedudu. Vedud ismi onun evet, mübarek bir ismi olan Cenab-ı Hakkı, O’nu bulan neyi kaybeder? Hiç, her şeyi bulur. O bulunduktan sonra, her şey bulunmuş olur. Yeter ki bir ismin tecelliyatına mazhariyetini hissede, o ismin müsemmasını seve. Yine oraya geliyor iş. O ismin müsemmasını seve. Evet.
-: Yani: Muhabbet-i İlahiyenin tecellisinde ve o şarab-ı muhabbetten herkes istidadına göre mesttir. Malûmdur ki: Her kalb, kendine ihsan edeni sever ve hakikî kemale muhabbet eder ve ulvî cemale meftun olur.
İşte şu sırdandır ki; “Vedud” ismine mazhar bir kısım evliya, “Cennet’i istemiyoruz. Bir lem’a-i muhabbet-i İlahiye, ebeden bize kâfidir.” demişler.
Hulusi Bey: Orayı bir daha söyle.
-: İşte şu sırdandır ki; “Vedud” ismine mazhar bir kısım evliya, “Cennet’i istemiyoruz. Bir lem’a-i muhabbet-i İlahiye, ebeden bize kâfidir.” demişler.
Hem ondandır ki; hadîste geldiği gibi: “Cennet’te bir dakika rü’yet-i cemal-i İlahî, bütün Cennet lezaizine faiktir.”
“Cennet’te bir dakika rü’yet-i cemal-i İlahî, bütün Cennet lezaizine faiktir.”
Hulusi Bey: Üstündür.
-: İşte şu nihayetsiz kemalât-ı muhabbet, vâhidiyet ve ehadiyet dairesinde Zât-ı Zülcelal’in kendi esma ve mahlukatıyla hasıl olur. Demek o daire haricinde tevehhüm olunan kemalât, kemalât değildir.
Hulusi Bey: Bıraktığın yere dön.
Dördüncü Sual: Sahabelere karşı iddia-yı rüchan nereden çıkıyor?
Hulusi Bey: Yani biz sahabelerden daha, daha üstünüz iddiası nerden çıkıyor?
-: Kim çıkarıyor? Şu zamanda, bu mes’eleyi medar-ı bahsetmek nedendir? Hem müçtehidîn-i izama karşı müsavat dava etmek neden ileri geliyor?
Hulusi Bey: Yani bende hocayım bende içtihad ederim diyor ötekine. Yani biraz ibareye, dişi battı derler ya, dişi battı. Biraz ibareye dişi battı mı bende hocayım. Bende içtihad edebilirim. Öyledir o. Ehl-i zevkte öyle, ehl-i zevkte öyle. Mesela zikirden bir şey, kendisine bir neşe hâsıl olur. O ben buldum, ben erdim efendim. Zaten o evrad-ı,ezkar, insan ister hissetsin, ister hissetmesin elbette insanda bazı tesirlerini gösterecek. İşte rüyasında güzel manzaralar, hoşa giden yerlere gider. Neden hoşlanıyorsa onları orda görür. Netice arada bir uyanmak icab etse, bu kere gözünü kuvvetli kapar ki o manzara kaybolmasın. Bu neden geldi? Allah Allah dedi. La ilahe illallah dedi. Cenab-ı Hak da al bahşişin dedi. Şimdi bahşişi mükâfatın tamamı zannediyor zavallı. Hizmetteki ufak bir şeysine karşı makbuliyeti için bir bahşiş verir. Ben buldum, ben erdim, ben mükâfatımı aldım. Bana böyle iltifat edildi. Böyle yerlere götürüldü gibi şey işte onlarda da var. Hâlbuki bakın, Cennet’te bir dakika rü’yet-i cemal-i İlahî, bütün Cennet lezzetlerinin üstüne çıkıyor. E, sen ne oldun ya? Yine karnım acıktı çorba yok mu? Var mı, ayran hazırlatın mı? Yatmadan içesin, güzel uykular göresin beyaz beyaz. Böyle köpüklenmiş gidiyor, ayran sulanmış gidiyor. Ya. Buyur.
-: Sahabelere karşı iddia-yı rüchan nereden çıkıyor? Kim çıkarıyor? Şu zamanda, bu mes’eleyi medar-ı bahsetmek nedendir? Hem müçtehidîn-i izama karşı müsavat dava etmek neden ileri geliyor?
Elcevab: Şu mes’eleyi söyleyen iki kısımdır: Bir kısmı, safi ehl-i diyanet ve ehl-i ilimdir ki; bazı ehadîsi görmüşler, şu zamanda ehl-i takva ve salahatı teşvik ve tergib için öyle mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı sözümüz yok. Zâten onlar azdırlar, çabuk da intibaha gelirler. Diğer kısım ise gayet müdhiş mağrur insanlardır ki; mezhebsizliklerini, müçtehidîn-i izama müsavat davası altında neşretmek istiyorlar ve dinsizliklerini, sahabeye karşı müsavat davası altında icra etmek istiyorlar. Çünki evvelen: O ehl-i dalalet sefahete girmiş, sefahette tiryaki olmuş; sefahete mani’ olan
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 199) YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ DERS-1 başlıklı makalemizde YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ hakkında bilgiler verilmektedir.