202) YİRMİSEKİZİNCİ SÖZ DERS-4

202) YİRMİSEKİZİNCİ SÖZ DERS-4

ADAD

Hulusi Bey

YİRMİSEKİZİNCİ SÖZ DERS-4

-:  Öyle de, cismaniyet; en câmi’, en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı esma-i İlahiyedir.

Hulusi Bey: Allah, Allah. Cismaniyet

-: Cismaniyet; en câmi’, en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı esma-i İlahiyedir.  Bütün hazain-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismaniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zaika, rızk zevkinde enva’-ı mat’umat adedince mizanlara menşe’ olmasaydı; her birini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı.

Hulusi Bey: Mesela kuvve-i zaika denilen şey, dilde ne kadar yer işgal ediyor?

-: Ucu ve bir de arkada kökünde ufak bir nokta.

Hulusi Bey: Yani ne kadardır tahminen? Mili metre kare var mı?

-: Yüzde biri sayılır. Yanlış bilmiyorsam.

Hulusi Bey: Zaikanın içerisinde de zaikacıklar var. İnsan ömrü boyunca tatmadığı bir şeyi günün birinde eline geçerse tadar. O zaika içerisinde sırf, mesela yaşı yetmiş, seksene yaklaştığı zamanda, o şey kendisine kısmet olmuş ya. Rızık olmuş ya. O gelip o dilden geçerken zaikaya uğrayınca, o zaika içerisindeki zaikacık onun için hazırlanmış o açılır, o tadı o zaman alır. ….. ….. O kadar küçük bir cihaz, o kadar küçük parçalara bölünmüş ki, atomdan da küçük.

-: Efendim her bir lezzetli şeyin lezzetini alan zaikacık ayrı ayrı mı oluyor?

Hulusi Bey: Ayrı ayrı ya. Ayrı ayrı. Ayrı ayrı. Yani bir çeşidi, bir şeyi çok yemiş, o lezzete alışmıştır. Ondan ünsiyeti vardır. Fakat bir şey ki ömründe ilk defa tadıyor. Mesela, Hindiçini’de şimdi ne diyorlar ona? Söyleyin orayı. Vietnam mı diyorlar. Vietnam’da. Ordan çıkmış bir şey, var mı yok mu bilmiyorum ya. Elimize geçti, oradan gelen yahut Kore’ye giden. Oradan bir şey getirdi ki memleketimizde ondan yok. İşte o zaikamızdaki zaikacığımız ki onun için halk olmuş. O zaika cihazına girdiği zaman duygusuna, o zaikacık o zaman faaliyete geçer, açılır, o tadı anlar. Halık’ın sun’una bak. Fe subhanellah, Fe subhanellah. Küçücük bir zaika içerisinde böyle tadı alınacak ne kadar şey varsa ona nasib olmuş. O geldiği zamanda sanki o, buyurun size intizar ediyordum. Mademki şu mide-i insaniyeye giderken yolunuz bana uğradı, işte bende şimdi emr-i İlahi ile senin tadını nakletmek için faaliyete geçirildim. Gel hakîm-i mutlaka, gel o sani-i alime,

وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَل۪يمٌ

Deme de ne diyeceğiz ya?

-: Elhamdulillahil azim.

-: Yani, Efendim! Dünya üzerinde ki tatlar adedince, dilimizde tat alma duyguları halk edilmiş.

Hulusi Bey: Var.

-: Ne kadar tat varsa çeşitler.

Hulusi Bey: Evet işte o cihazlar bazısı açılmıştır faaliyettedir. Onlardan o yediğimiz şeyleri mu’tad vaziyetine girmiş. İtiyad edindiğimiz, onların o açılmış olanlardan o lezzet alınır. Lezzet almayı bitirdi de söndü mü, vefat etti mi? Yok, o yine devam da. O geldiği zaman ondan alır. Birde şunu düşünün ki, ilk defa olarak tadıyorsun, birisi getirmiş. Gördün mü şunu? Bu nedir, adı nedir, nerde yetişir filan sordun. Hiç doğusu ben bunu ilk defa işte görüyorum. İlk defa tadacağım senin elinden. Aha işte bismillah de, tat bakalım. İşte o zaman o zaika cihazı içindeki o zaikacık faaliyete emr-i İlahi ile izn-i İlahi ile geçiyor da o lezzeti alıyor. Sanattaki harikalığa bak. Hangi bir şeyde harikalık yok, hangi şeyde. Beşerin dimağı denilen nesne o hafıza meselesi. Ne kadardır? Dimağda ne kadar yer işgal ediyor? Hardal tanesi. E kütüphaneler oraya nasıl yazılıyor? Onu öyle yapan ve yazan, yazdıran. Öyle ise ayeti okuduğun zaman da sure-i Kehf’deki. Kitabı verildiği zaman adama. Nasıl kitap yahu.

لاَ يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلاَ كَب۪يرَةً اِلآَّ اَحْصٰيهَۚا

Bu nasıl kitap? Benim amellerimden hiçbir şey yok ki yazılmasın. Her şey bütün teferruatıyla yazılmış. Bu nasıl kitap yahu? Efendim insan ölürse daha dimağ mı kalır, hafıza cihazı mı kalır, zaika mı kalır? Evet, hepsi ölür amma, insanı yok iken hiçbir şey değilken o karanlık yerde, ananın babanın sularını cem ederek, bir insan vaziyetine getirip orada bir müddet onun hiç insan eli değmeyen yerde onu yetiştirip tam dünyaya getirme çağı geldi mi, oraya getiren ondan sonrada harici vasıtalarla yine onu besleyen büyüten kemale getiren. Ondan sonra vefat edince toprağa gitti, çürüdü, bunlar dirilir mi diyecek. Bunu mü’min demez. İmansızlar der ancak ya. Her vakit oraya temas ettiğimiz zaman diyoruz.

قَالَ مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِىَ رَم۪يمٌ ٭قُلْ يُحْي۪يهَا الَّذ۪ٓى اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ

Evet, o zaman habib-i zişana söyle böyle diyenlere. Kemiği getirdiler, bunlar dirilecek tekrar adam mı olacak diye. Peygamber aleyhisselatu vesselam’lan münazara yapıyorlar. Bu da dirilecek tekrar insan mı olacak?

قُلْ يُحْي۪يهَا الَّذ۪ٓى اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ

Şimdi kemik gösteriyorsunuz, o zaman hiçbir şey yokken. Bunu o karanlık yerde icad eden, bu kemiğin bütün zerratını un gibi olsa bir araya getiremez mi? O bedeni azasını, hafızasını, lamise’sini, efendim, şamme’sini. Her şeyi her şeyi bütün cihazatıyla yeniden inşaya muktedir olamaz mı? Olur, hem bir emirle.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Bir kere ol demesine bakar. Hatta daha ileri gidiyorlar. Ol demesini murad buyurunca derhal o şey, olur artık hafa perdesi altında kalamaz zuhura gelir. Buyur, buyur.

-: Dildeki kuvve-i zaika, rızk zevkinde enva’-ı mat’umat adedince mizanlara menşe’ olmasaydı; her birini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem ekser esma-i İlahiyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismaniyettedir.

Hulusi Bey: Cismaniyette

-: Hem gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidadlar, yine cismaniyettedir. Madem şu kâinatın Sâni’i, şu kâinatla bütün hazain-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı esmasını bildirmek ve bütün enva’-ı ihsanatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyetinden, -Onbirinci Söz’de isbat edildiği gibi- kat’î anlaşılıyor. Elbette şu seyl-i kâinatın bir havz-ı ekberi ve bu kâinat tezgâhının işlediği mahsulâtın bir meşher-i a’zamı ve şu mezraa-i dünyanın bir mahzen-i ebedîsi olan dâr-ı saadet, şu kâinata bir derece benzeyecektir. Hem cismanî, hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecektir. Ve o Sâni’-i Hakîm ve o Âdil-i Rahîm; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükâfat olarak ve ibadat-ı mahsusalarına sevab olarak, onlara lâyık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adalet ve rahmetine zıd bir halet olur ki, hiç bir cihetle onun cemal-i rahmetine ve kemal-i adaletine uygun değildir, kabil-i tevfik olamaz.

Hulusi Bey: Hatırıma şöyle, garib bir şey geldi. Temas ettiğimiz zaikanın zaikacıkları dolayısıyla. Gerek Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, gerekse onun mirasçıları olan sahabe-i kiram pek az bir şeyle tagaddi ediyorlar. Mütenevvi yemiyorlar, az yiyorlar, açlığı çok ihtiyar ediyorlar. Acaba bunların bu zahika cihazlarındaki cihazcıklar. Efendim! Zahika cihazlarındaki cihazcıklar, burada hiç nasibini almadan gidiyor buna artık şüphemiz yok. Bunlar burada o cihazlar halk edilmiş o cihazların karşılığında nimetlerden nimetlenmeden bu âlemden göçüp gitmişler. Cenab-ı Hak nimeti ihsan eden, mün’im-i hakiki o.  Bunlara o cihazatı verdikten sonra, burada da şu hayat-ı faniyede de, o onlara lazım gelen lezzeti tattırmadan huzuruna almalarından dolayı bu cihazların hilkati abes mi, yoksa hakiki bir hikmeti var mı? Birden bire hatıra bu geldi. Diyoruz ki, “Ed-dünya mezraatül ahire” Evet bu dünyada istidatlar da muhalif. Yani kullandığımız cihazlar, letaifin üzerindeki hâkimiyetimiz de değişik bir şekilde oluyor. Onlar, o zatlar dünyevi lezzeti terk etmişler. Acaba o cihazlara mahsus ebedi lezzet alınacak bir diyar var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: O diyar varsa, o cihazların alacağı lezzeti o lezzet zayi olmadan devam edecek bir yerde var ki o da nedir, işte Cennet.

-: Cennet.

Hulusi Bey: Ha. Demek onların inkişaf etmemiş o zerrecik vaziyetinde ki cihazları burada evet toprak olurlar. Fakat oraya ihya edilip de oraya gittikleri zaman Cennet nimetlerinden o hisseleri onlara verdirilir. Sen bunu orada açmaya şey etmedin. Şunu da yiyeyim, şunun da tadına bakmak sevaptır derler yaaa. Çok bazı yerlerde çok hakimane sözlerimiz var. Tadına bakmak sevaptır, bilmem neye bakmak sevaptır. Nefis hesabına çok güzel fetvalarımız vardır. Hacı Ağa! Öyle mi? Sen hırla. Hacı Nuri’nin yokluğunu belli etme. İşte, böyle ebedi bir hayat var. Ebedi saadet diyarı var. Orada bütün aza ve cevarih letaif en incelerine kadar onlar yeniden yapılacak. O ebedi hayata layık sonsuz lezzeti orada Cenab-ı Hak onlara verecek amma şartı var haa. Şartı, burada nefsin hesabına, haram yollarda kullanılmaması şarttır. Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak ve Rabb-ül Felak Hazretleri bize nihayetsiz nimetler vermiş. Bu nimetlere yaklaşmak için de çeşitli cihazat ve letaif vermiş. Şu letaifi onun rızası dâhilinde aza ve cevahirimizle beraber Onun rızası dâhilinde istimal ettirip ebedi ücret tevzi’inde sapa sağlam cihazlarla, letaifle huzur-u kibriyasına alsın. Âmin. En son nimet olan Cemal-i Ba Kemal-i İlahisini müşahade ile en son nimetini de versin temennisindeyiz. Cenab-ı Hak müyesser ede. Allâhümme yessir lenâ, Allâhümme yessir lenâ, Allâhümme yessir lenâ. Âmin.

Hoca Efendi!

-: Efendim! Hafiz kardeşimiz.

Hulusi Bey: Tamam. Hafız kardeşin okusun.

-: Bir Aşir. 

Hulusi Bey: Hafız kardeş okusun. Boğazını ayıkla ondan sonra oku.

-:

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ٭ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَاۙ ٭ وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَاۙ ٭ وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَاۙ ۖ٭ وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَاۙ ٭ وَالسَّمَٓاءِ وَمَا بَنٰيهَاۙ ٭ وَاْلاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَاۙ ۖ٭ وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙ ۖ٭ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙ ٭ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙ ٭ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ٭ كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوٰيهَاۙ ۖ٭ اِذِ انْبَعَثَ اَشْقٰيهَاۙ ۖ٭ فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللّٰهِ نَاقَةَ اللّٰهِ وَسُقْيٰيهَ۠ا٭ فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَاۙ ۖ فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوّٰيهَاۙ ۖ٭ وَلاَ يَخَافُ عُقْبٰيهَا٭ صَدَقَ اللّٰهُ رَبُّنَا اْلأَعْلٰى٭

Hulusi Bey:

اَلْحَمْدُلِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ

وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى رَسُولِناَ مُحَمَّدٍ وَ اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ

Erhamurrahimin olan Rabbımız okunan Kur’anı Kerim ve ders-i Kur’aniden hâsıl olan sevap hürmetine, bütün hastalarımıza, ehl-i imanın bütün hastalarına acil şifalar, dertlilerine devalar, yolcularına selametler nasip eyleye. Âmin. Cümlemiz hakkında in’am-ı ihsanını kesmeden devam ettire. Rızasına muvafık amal-ı haseneye, kelimat-ı tayyibeye nail eyleye. Günahlarımızı hasbel beşeriye büyük, küçük bizden sadır olmuş günahlarımızı Gaffar ismi hürmetine afvv-ı mağfiret eyleye. Bütün kötü ahvalımızı iyiliklere,

 يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ

sırrınca tebdil eyleye. Âmin. Memleketimizi ve sair bilad-ı müslimini her türlü afat-ı arziye ve semaviyeden Hafiz ismi hürmetine muhafaza eylesin. Âmin, âmin. Çok müşkülata maruz din kardeşlerimiz var, bunların en başında çeşitli umulmaz dertlere müptela olanlar var. Cenab-ı Hak o gibi zevatın o müptela oldukları ister hastalık, ister sair illetler ve çeşitli musibetlerden onları lütfu ile kurtara. Âmin, âmin. Bize dua edin diye çok şeyler ricalar görüyoruz. Efendi bize dua et, efendi bize dua et. Efendide ne var ki ne ede? Biz de diyoruz ki, sizin de bizim de Rabbımız, Erhamürrahimindir. Merhamet edecekse bize ancak o merhamet edebilir. Onun için Ya Rabbi! Bize böyle boynu bükerek müracaat eden ne kadar ehl-i iman varsa, ister muhitimizde, ister hariçte şu Nur mensuplarından dua bekleyenleri, Ya Rabbi sen nihayetsiz ikramınla, ihsanınla, inamınla onları mütenaim et, merzuk et. Müptela oldukları dertlerden belalardan kurtar. Âmin. Halas eyle. Ahir-ü akıbetlerini ve ahir-ü akıbetimizi ahsen-i hale tebdil buyur. Âmin. Bizi günahların, zulümların altında ezilmekten muhafaza buyur. Âmin. Huzuruna temiz alınla çıkmak şerefiyle müşerref eyle. İşte geldik, Ya Rabbi! Bir şeyimiz yok, fakat inanıyorduk Sen Erhamürrahiminsin, afvvı seversin. Bizi afvvet diye, ümidimiz sendeydi, geldik ümit kapısı senin kapındır. Kapına geldik, Ya Rabbi! Bizim kusurlarımızı afveyle. Bizi, seni sevenlerin hürmetine afv eyle. Kusurlarımızı afv et, sana layık kullarınla beraber haşr-ü cem eyle. Burada Kur’anın nuru altında haşrettiğin gibi, topladığın gibi dar-ı saadette, haşr-i kıyamette sevgili habibinin liva-i hamd adıyla müsemma livası altında haşr-ü cem eyleye. Âmin. Hesabımızı yesir eyle. Kur’an sevgimizi burada tam nemalandır da hem kabrimizde nur, hem sırat üstünde nur, hem Cennete nur ve refik eyle Ya Rabbi. Âmin.

Lillahil fatiha maasselavat.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 201) YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ VE YİRMİSEKİZİNCİ SÖZ DERS-3 başlıklı makalemizde YİRMİSEKİZİNCİ SÖZ ve YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ hakkında bilgiler verilmektedir.