208) YİRMİİKİNCİ SÖZ’ÜN İKİNCİ MAKAMI/ALTINCI LEM’A DERS- 3

208) YİRMİİKİNCİ SÖZ’ÜN İKİNCİ MAKAMI/ALTINCI LEM’A DERS- 3

ADAD

Hulusi Bey

Hulusi Bey: Neyse diyen gitti o kadar. Hadi bakalım sen altıncı lem’ayı bugün bitirirsen eski bi ramazan toplarımız vardı, hazır olsaydı ona bir top attırırdık. Buyur.

-: Arzın sahifesinde birbiri içinde üç yüz bin muhtelif efradını hatasız ve sehivsiz, galatsız, noksansız, gayet mevzun, manzum, gayet muntazam ve mükemmel bir surette yazmak, elbette nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme ve kâinatı idare edecek bir iradeye mâlik bir Zât-ı Zülcelal’in, bir Kadîr-i Zülkemal’in ve bir Hakîm-i Zülcemal’in sikke-i mahsusası olduğunu

Hulusi Bey: Beşerin en büyük sapıklıklarından biri de, bildiğiniz gibi Allah’a iman etmek zorunda kalıyorlar da, fakat bu öldükten sonra dirilmek meselesi, ahirete iman meselesine bir türlü akıl erdiremiyorlar. Cenab-ı Hak da şu dünyada gözümüzün önünde her baharda haşrin numunelerini bize göstere, göstere artık insanda iman-ı bil ahireye iman, zaruri bir şekil alıyor. Ölmüş arzı sen yaşadığın müddetçe her baharda diriltmedim mi? Bunların her birisini böyle bir birinden tefrik ederek yerli yerince yapmadım mı? Gözünle gördüğün halde bunu nasıl inkâr ediyorsun? Hala diyorsun ki: Haşir olur mu? Biz de öldükten sonra, biz de öldükten sonra diriltilir miyiz? Buna imkân var mı diye? Böyle aklına sığmıyor mu, akıldan uzak bir şeydir işte. Üstadın tabiriyle istib’ad, akıldan uzak görmek. Hâlbuki bunu böyle bu numuneleri tekrar ede, ede gösteriyor ki haşri Allah’a inanan, haşre ve ahirete de inanmak zorundadır. İkisi de bir birinden tefrik edilemez. Ya diğer iman rükünlerine ne buyurursunuz? Meyveler risalesi tafsilatı ile bunu gösteriyor ki imanın bir rüknüne inanmayan nedir? İmanın bir rüknüne inanmayan inkâr eden nedir?

-: Kâfir.

Hulusi Bey: Kâfirdir ha. Çünkü o birini inkâr ederse tedricen diğerlerini de inkâr eder. Diğerlerine de inanmıyor demektir, bir birilerine bağlı şeyler. Evet.

-: Kur’an-ı Hakîm ferman ediyor ki:

Hulusi Bey:

فَانْظُرْ اِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا

Bak, bak diyor, bak. Bak ölmüş yeri nasıl diriltiyorum gör. Rahmet eserlerini gör. Ha.

-: Evet, zeminin diriltilmesinde, üç yüz bin haşrin nümunelerini, birkaç gün

Hulusi Bey: Şimdi zeminin diriltilmesinde diyor. Zeminin diriltilmesinde şahitlerimiz nedir? O saydığın üç yüz bin, dört yüz bin enva var ya bunlar her baharda yenileniyor mu?

-: Evet.

Hulusi Bey: Üç yüz bin veya dört yüz bin envaını her baharda yenilemek suretiyle arzı diriltiyor. Evet.

-: Birkaç gün zarfında yapan, gösteren Kudret-i Fâtıraya; elbette insanın haşri ona göre kolay gelir. Meselâ: Gelincik Dağı’nı ve Sübhan Dağı’nı bir işaretle kaldıran bir Zât-ı Mu’ciznümaya, “Şu dereden, yolumuzu kapayan şu koca taşı kaldırabilir misin?” denilir mi?

Hulusi Bey: Şey nerde, Nureddin Bey?

-: Gelmemiş.

Hulusi Bey: Gelmedi mi? Yine ağrısı mı var?

-: Dizlerinden mutazarrır.

Hulusi Bey: Onun ağrısına doktor bir ilaç veremedi mi?

-: Öyle de: Gök ve dağ ve yeri altı günde icad eden ve onları vakit-bevakit doldurup boşaltan bir Kadîr-i Hakîm’e, bir Kerim-i Rahîm’e: “Ebed tarafından ihzar edilip serilmiş, kendi ziyafetine gidecek yolumuzu seddeden şu toprak tabakasını üstümüzden kaldırabilir misin? Yeri düzeltip bizi ondan geçirebilir misin?”

Hulusi Bey: Bakın, toprak tabakasını üzerimizden kaldırıp, yeri de düzeltip, bizi onun içerisinden çıkarabilir misin? Biz toprağın altındayız ya güya. Bu toprağın altından nasıl kaldıracak bizi? Oooo, 

 -: İstib’ad suretinde söylenir mi?

Hulusi Bey: Söylenmez.

-: Şu zeminin yüzünde yaz zamanında bir sikke-i tevhidi gördün. Şimdi bak! Gayet basîrane ve hakîmane zeminin yüzündeki şu tasarrufat-ı azîme-i bahariye üstünde, bir hâtem-i vâhidiyet gayet aşikâre görünüyor. Çünki şu icraat, bir vüs’at-i mutlaka içinde ve o vüs’atle beraber bir sür’at-i mutlaka ile ve sür’at ile beraber bir sehavet-i mutlaka içinde görünen intizam-ı mutlak ve kemal-i hüsn-ü san’at ve mükemmeliyet-i hilkat; öyle bir hâtemdir ki, gayr-ı mütenahî bir ilim ve nihayetsiz bir kudret sahibi ona sahib olabilir.

Hulusi Bey: İşte ayet-i kerime burada.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ى كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪ىۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَاْت۪ينَكَ سَعْيًۜا

Ondan sonra çağır.

 وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟

Ha bu ki oldu, ondan sonra sen azizsin, hâkimsin. İbrahim Aleyhisselam böyle dedi, Kur’an da böyle ferman buyuruyor. Velhasıl Cenab-ı Hak, böyle parça parça edilse cesetlerimiz, kimisi şu beş kıta mı, yedi kıta mı deniyor? Bunların her birisine ayrı ayrı parçalarımız zerreler halinde gitse, yine bizi haşr için, bu zerrelerimizi terkip edip haşir meydanına götürür mü, götürmez mi?

-: Götürür

Hulusi Bey: Âmennâ ve saddaknâ götürür. Nasıl ederse etsin biz ona karışmıyoruz.

-: Evet, görüyoruz ki; bütün yeryüzünde bir vüs’at-i mutlaka içinde bir icad, bir tasarruf, bir faaliyet var. Hem o vüs’at içinde, bir sür’at-i mutlaka ile işleniyor. Hem o sür’at ve vüs’atle beraber teksir-i efradda bir sehavet-i mutlaka görünüyor. Hem o sehavet ve vüs’at ve sür’atle beraber bir sühulet-i mutlaka görünüyor.

Hulusi Bey: Yani bir tek çekirdek, mesela elma çekirdeği elma ağacı olduktan sonra onun hikmetinden sual edilmez. Bir tek ağaca bir tek meyve de verse ne diyecektik? Fakat öyle mi yapıyor? O kadar, onun âdetini çoğaltıyor ki. Eğer desen, bir tek çekirdekti, işte ağaç doğurdu. Meyvesinin içerisinde yine o çekirdeğe benzer birçok çekirdekler var. Dört, beş, sekiz neyse var. Elmada böyle olduğu halde bir elmayla da kalmıyor. Bir tek sene başında, onda kaç tane? Bin tane elma. Kaç sene ömrü var bunun? Yirmi sene, yirmi sene her sene. Biz onu efendim her sene tutmaz bazen de işte şöyle olur, böyle olur, fırtına olur, bilmem vakitsiz soğuklar olur. Ha beş tanesini sana bıraktık, bin tane de kabul ettik. On beş senede biner tane şeyden ne olur? On beş bin, bir tek çekirdekten. Biri sana dese ki bu çekirdekten on beş bin elmayı Cenab-ı Hak halk eder ve ediyor ne diyeceğiz?

-: Amenna.

Hulusi Bey: Eder, edebilir. Makinayı kurduktan sonra, sehaveti de var onun cevad’dır. Cûd’u var, cûdu. Hadsiz bir sehaveti var onu eseriyle gösterir. Bir çekirdeği, böyle çok çekirdekli güzel, tatlı meyvelere çevirebilir, çeviriyor, görüyoruz. Âmennâ ve saddaknâ. Evet.

-: Hem o sehavet ve sühulet ve sür’at ve vüs’atle beraber; her bir nevide, her bir ferdde görünen bir intizam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü san’at ve nihayet ihtilat içinde bir imtiyaz-ı etemm ve gayet mebzuliyet içinde gayet kıymetdar eserler ve gayet geniş daire içinde tam bir muvafakat ve gayet sühulet içinde gayet san’atkârane bedîaları icad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her ferdde bir san’at-ı hârika, bir faaliyet-i mu’ciz-nüma göstermek; elbette ve elbette öyle bir zâtın hâtemidir ki, hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hazır, nâzırdır. Hiçbir şey ondan gizlenmediği gibi, hiçbir şey ona ağır gelmez. Zerrelerle yıldızlar, onun kudretine nisbeten müsavidirler.

            Meselâ: O Rahîm-i Zülcemal’in bağistan-ı kereminden, mu’cizatının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım: Yüz elli beş çıktı. Bir salkımın tanesini saydım: Yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: “Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, daim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurub tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek. Hâlbuki bazen az bir rutubet ancak eline geçer. İşte bu işi yapan, her şeye kadir olmak lâzım gelir.

سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ فِى صُنْعِهِ الْعُقُولُ

Hulusi Bey: “Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.”

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak ve Rabb-ul Felak Hazretleri sohbetinde bulunduğumuz, nur derslerinden, bir tek dersin küçük bir lem’acığından hâsıl olan sevap hürmetine, bütün hastalarımıza acil şifalar, dertlilerimize devalar, borçlularımıza borç eleminden kurtulmalar, yolcularımıza hayırlı selametler, ticaret erbabına hayırlı bereketli ticaretler, sanat erbabına feyizli, her işlerinde bereketli sanatlar meydana getirmeler, müşkülata maruz bütün din kardaşlarımıza, memleketimizi saran, her taraftan aldığımız haberlere göre bir parça uyanıklardan gelen sesler şu; Haraba yüz tutmuşuz, masum ağızlarıyla bunları görüyoruz. Harap olduk diyor. İş elden çıkmış, iki sene evvelki vaziyet, geçen seneki vaziyet bugün yok diyor. Fe subhanallah nereye gidiyoruz? Almanya’dan aldığımız mektuplar, bizi ümide götürürken şu İslam medeniyetine beşiklik, İslam âlemine kahramanlık numunesi gösteren evlatlar yetiştirmiş olan şu güzelim memleketimiz ne facia geçiriyor. Ne kadar sukut halindedir. Ya Rabbi Erhamurrahiminsin. Memleketimizi saran şu afet-i maneviyeden halas edecek yine sensin. Halas buyur ya Rabbi, halas buyur ya Rabbi. Yazıktır yazıktır, akıbetimiz iyi görünmüyor. Hala bir hükümet bunalımıdır gidiyor. Nereye kadar gidecek bu hal? Hiçbir ümit görünmüyor. Fakat üminterin münkati’ oluğu kesildiği zamanda bir müracaat edilecek bir kapı var. Biz ona inanıyoruz. Ya Rabbi Fatihül-ebvab sensin. Bütün kapılar kapansa da, onları sen açmaya muktedirsin. Bize merhamet etmiyor isen, yani biz liyakatsizliğimiz dolayısıyla bizi merhametinden uzak olursak fakat şayan-ı merhamet masumlar vardır. Emzikte çocuklar, beli bükülmüş ihtiyarlar. Otlayan hayvanlar vardır, mademki böyle bir hadis-i kudsi var. Bizi belalardan esirge. Bizi lütfuna rahmetine layık gör. Her halde senden merhamet bekliyoruz, Ya Rabbi bize merhamet eyle, bize merhamet et. Geçmişlerimizin yüzü suyu hürmetine, senin halis kulların olan o mübarek zatların ahiret intikal etmiş zatların hürmetine, bizimde şu hizmetimizin hürmetine, şu hizmetimizin hürmetine. Bize bu hizmeti nasip ettiğin gibi, bu hizmete vesile olan zata da nihayetsiz rahmetinle muamele buyur. Evet, hepimizi istinasız haşir meydanında liva-i hamdi Muhammedi altında inşâallah haşr-i cem eyle. Ahir-i akıbetimizi hayreyle. Seyyiatımızı hasenata tebdil eyle. Çünkü sen

يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ

Fermanını buyurmuşsun. Böyle yapmaya muktedirsin, inanıyoruz. Dergâhınıza geldik niyaz ediyoruz. Ya Rabbi şu fermanına masadak olacak kullar arasına bizleri de dâhil et. İşlerimizi senin rızana muvafık bir surette yürütmeye iktidar ver. Biz iktidarımızla senin rızanı tahsil edemeyeceğiz, iş anlaşıldı. Fakat senin rızana bizi sevket, onun neticesi olarak bizi bu âlemde de sıkıntılardan kurtar, lütfuna layık gör.

Lillahil fatiha maassalavat

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 207) YİRMİİKİNCİ SÖZ'ÜN İKİNCİ MAKAMI/ALTINCI LEM’A DERS - 2 başlıklı makalemizde YİRMİİKİNCİ SÖZ'ÜN İKİNCİ MAKAMI/ALTINCI LEM'A hakkında bilgiler verilmektedir.