211) BİRİNCİ LEM’A DERS-1

211) BİRİNCİ LEM’A DERS-1

ADAD

Hulusi Bey

BİRİNCİ LEM’A DERS-1

Hulusi Bey: .. gelmiş sermayemiz nedir? Her zaman bu mesele üzerinde duruyoruz. Sermayemiz nedir? Ne sermaye ile geldik buraya? Ömür, yaşıyoruz. Çocukluk çağından çıktık mı? Çıktık. Teklif çağında bulunuyor muyuz? Allah’a karşı vazifemiz var mı? Var. Efrad-ı ailemize karşı vazifelerimiz? Var. Konu komşuya, akraba taallukata, cemiyete, müşteriye, düşmüşe, zengine, ülemaya, sülehaya, evliyaya karşı vazifelerimiz var mı? İşte bir cemiyet içerisinde bir ferd olarak, Cenab-ı Hak birine ihsan ede zengin eder. Beraber işe başlamıştık, …. . Aman ama işine bir şey gelmesin. Seni teselli edecek şu ayet-i kerimeyi mealen olsun daima hatırında bulundur. Cenab-ı Hak ferman buyuruyor.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍقَد۪يرٌ

Cenab-ı Hak dilediğine verir. Mülk verir, saltanat verir, şöhret verir. Verir mi, verir. Diğerine de vermez, ondan da alır. Verdiğinden de alır. Bir gün verir, bir sene verir, on sene verir on birinci sene tersine iter. Verirken iyi, aldığı zaman şekva. Hayır hayır. İşte Cenab-ı Hak bu gibi ayetlerle bizi uyandırıyor. Burası böyle bir memleket. Daima mübtelayız, daima imtihandayız. Cenab-ı Hak bizi deniyor. Yine dava o dava. O ezeli “elestü” hitabına cevabımızın imtihan yeri burası. Bakalım ahde vefa ediyor mu? “Kalu bela” dedim, Rabbımız sensin. Rabbın bin bir ismiyle sende tasarruf ediyor. Elbette bir gün aziz edecek, bir gün zelil edebilir. Aziz eden de O’dur, zelil eden de O’dur. Fakat mevzuya gelelim. Ne diyor? Dereceten senin dun’unda olanlara bak. Mesela, sen de zenginsin fakir sayılmazsın. Ramazanda sadaka-i fıtır ver. Kurban bayramında kurban kesmek sana vacib. Yahut …  olacak hale gelmişsin, evet. Sen de şer’an zengin sayılırsın nisaba maliksin. Nisaba maliksin. Ama, … niye böyle olaydı canım. Hem o benim kadar ibadetine düşkün değil. Hele, vaizlere, bilmem neye o kadar seğirten değil, ihmal eder. Neden o terakki ede de ben etmeyeyim. Be mübarek zat! Senin ibadetine karşılık, Cenab-ı Hak bir şey vadetti mi sana dünyada bunu vereyim diye? Yoksa bizi halk ettiğinden dolayı mı bizden münhasıran ben seni yarattım, bana ibadet et mi diye.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ

Fermanı ortada. Biz cinni insi halk ettik ki bizi mabud tanısınlar, bize ibadet etsinler. Böyle buyuran bir Mabud-u hakikiye karşı ben namaz kılıyorum, ben oruç tutuyorum, ben zekât veriyorum. Öyle ise beni zengin et. Öyle ise beni diğer nas içerisinde daha ali et. Deme, deme. Onu deme. İşte şu emri hatırımızda tutalım. Bizden daha aşağı olanlara bakalım dereceten. Yani malca, ilimce, irfanca, itibarca, evlad-ı ahvadın çokluğu bakımından hangi tarafa bakarsan bak. Bizden daha çok, bizden daha rahat asude gördüklerine bakma. Kime bak? Senden daha derdimend olanlara bak. Senden daha aşağı vaziyette bulunan, daha sıkıntılı bir hayat geçirenlere bak ki, Ha elhamdülillah Ya Rabbi. Mesela sana bir evlad vermiş, muti. Ötekinin dört tane evladı var. Dördünün her birisi bir çeşit herif yakasını yırtıyor. Duvarlara şekva edip geçiyor. Pek umumi mahiyettedir. Bizden daha aşağı olanlara bakıp, bizden daha yukarı, bizden daha müreffeh hayat sürenlere bakmayacağız. Bir adamın, bunu başka yerde söyler muhterem Üstadımız. Allah şefaatine nail etsin. Senin bir elin sakatsa iki eli birden sakat olana bak. Senin bir gözün yoksa iki gözü olmayana bak. Senin bir ayağın sakatsa, iki ayağı da sakat olana bak ki sendeki nimetin kadrini bilesin. Benim bir parmağım niye böyle duruyor? O da düzgün duraydı. Niye güzellik kraliçesi mi olacaksın yahu? Senide … işte o’muş. Nimet-i ilahiye olarak üzerimize Cenab-ı Hak yağdırmış, yağdırmış. Yağdırmış. Bu kadar mahlûkata mün’im-i hakiki kimdir, hepsinin nimete ihtiyacı var. Hepsinin mün’imi O’dur. Onları nimetlendiren. Ama işte her zaman sırası geldi mi söylüyoruz. Herkesin yiyeceği, giyeceği, besleneceği ne ise başkalarına muhtaç ettirmeden onların ağızlarına kadar, önlerine kadar, yuvalarına kadar, kafeslerine kadar onu muhtelif ellerle onu yetiştirir. Gönderiyor. Hakikatte veren O, yetiştiren O, nimetin hakiki sahibi O. Öyle ise, bize az verdi ona çok verdi diye düşünmeyeceğiz, biz onun lütfudur vermezse, vermeseydi ben kendi iktidarımla bunun yüzde birini temin edebilir miydim, kendi iktidarımla? Şimdi bir adamın halk arasında sevilmesi de var, sevilmemesi de var. Biraz üzerinde işliyoruz ha. Pratik ameli olalım ameli. Bir adamdan halk nefret eder, aman bu herif nerden karşıma geldi yav. Ta yüzünü alıp kaçar. Kim yaptırıyor hakikat. Yaptırıyor ama sana bana da gösteriyor ha. Diyesin bak sen bir yere gittiğim zaman ooo ehlen ve sehlen. İçten geliyor böyle. Neredesin kardaşım, kaç gündür göremedim gözümüz yolda kaldı. Başın mı, ağrıyordu, dişin mi ağrıyordu, ne mazeret vardı ki göremedik diye korkuyor onun hatırını soruyor. Biri de var ki herif neye geldi? diyor. Yani gözüm mü atıyordu. Yanına geldiği zamanda da başka birisine der ki, işte böyleleri kovarsın da anlamaz. Yine gelir şeyine burnun dibine dikilir. Bize ibret gösteriyor Cenab-ı Hak bu levhaları. İşte bazı adamı, şimdi alafranga tabiri var ha. Ona diyorlar antipatisi var. Hiçte sevmiyorum. Öteki de sempatisi varmış. Onu da severler. Şimdi gavurca oldu mu bayılıyor, ooo diyor bak herif tam medeni adammış ha. İki tane gavurca kelimeyi araya karıştırdı mı, küllahı fırlatır. Evet, dereceten bizden daha aşağı olanlara bakıp, niye bakacağız? Eğer üstündekilerine bakarsak bana niye vermedi? Bu hal bizi daima elimizdeki nimet-i ilahiyeye karşı hor, hakir baktıracak bir vaziyete düşürür. Ne zaman ki Elhamdülillah Ya Rabbi! Ben bu kadar nimete layık bir kulun değilim amma, sen lütfediyorsun. Senin keremine nihayet yok. Eğer merhamet etmezsen benim halim nice olur? Evet, ona misal olarak, yine mübarek Üstad’ın o misalini alalım. Mesela diyor sen bir tarihte bir zatın divan hanesine gireceksin. İçinden geçiriyor, şu zat beni kabul etse dışarıdaki tesirat-ı hariciyeden korunacak bir şekilde şu ayakkabılığa yakın bir yerde de otur dese ben maal-şükran kabul ederim. O niyetle giriyor içeri. Onun mütevazi hali ev sahibi, divan sahibinin hoşuna gitti için. Buyur yukarı yukarı yukarı buyur, yukarı, yukarı götürür. Onun mütevazı hali onu ona iltifat ettirir, ikram ettirir. Öteki de ben gireceğim amma yani bir parça ilmimde var. Esasında benim şöhretim var yahu. Akıl karı mıdır, beyzadeyim, hem paşazadeyim. İçeri girer girmez bana taaaa baş köşeye oturtmalı. Aşağı kurutmaz. Bu niyetle içeri giriyor böyle çalımlı bir vaziyette. Ev sahibi ne yapıyor? …. .. … … ya o zaman o yukarı gittikçe der, hele git şurda otur, git şurda otur. Şimdi bu kere içinden bu kadarına da şükretmek lazım gelirken, içinden ev sahibine buğz ediyor. Bu ne kadir bilmez adam. Biliyor ki ben işte paşazadeyim. Bu memleketin ileri gelenlerindenim, bana layık mıdır böyle pabuçluğa yakın oturdum. Niye mübarek sen o kadar mı ahım şahım bir adamsın? Cenab-ı Peygamber aleyhisselatu vesselam efendimiz, mescid-i şerife teşriflerinde nereyi boş bulursa orada otururlardı. Sen kimsin? Niye mütevazı olmuyorsun? Evet, gayet güzel bir sözdür. “Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye ‘âlî” mütevazi ol ki, “Men tevaza’a Rafeahüllah, Ve men tekebbere vedaahüllah” bir kimse tevazu ederse, Cenab-ı Hak onu yüceltir. Kim tekebbür ederse Cenab-ı Hak onu aşağıdan aşağıya. Sekizinci emir de şudur, bu kadar bırakacağım. Eğer ki senden kesilmişlerse dahi akraba ve müteallikatından kesilme onlara ihsan et. Mühim bir emir. Eğer ki senden kesilmiş, gelip gidiş bitmiş. Gelmiyorlar. Efendim, ben gittim, o gelmiyor. Ben evine gittim, o benim evime uğramıyor. Bahaneler hazır. Kime uyacağız efendi, kime uyacağız. Ey Müslüman, mü’min kardaşlar kimi taklit edeceğiz, kimin emrini dinleyeceğiz? Allah’ın emrinden sonra insan olarak, ahlak güzelliğini nefsinde toplamış bir zat kimdir derlerse ne deriz? Aleyhisselatu vesselam efendimiz deriz. Gelin biz ona benzeyelim. Bizden kesilmişlerse dahi, biz ne yapacağız? Onlardan kesilmeyeceğiz. Onlara ihsan edeceğiz. Ana, baba, akraba taallukat derecesine göre. Kovsalar, dövseler bilhassa onlara karşı ana babaya karşı, yine onların kapısına yüzümüzü sürerek gireceğiz. Cenab-ı Hak

-: Bir şey sorabilir miyim?

Hulusi Bey: Hı.

-: Akrabayı taallukatın yaşayışı İslami olmazsa. Akrabayı taallukatın yaşayışı İslami olmazsa onlarla temasta ki manen zarar edersek, onlarla temas caiz olur mu acaba?

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 210) EBU-S-SUUD EFENDİNİN MÜNACAAT-I VE MÜBAREK GECELERİN EHEMMİYETİ - 2 başlıklı makalemizde EBU-S-SUUD EFENDİNİN MÜNACAAT-I ve Mübarek geceler hakkında bilgiler verilmektedir.