اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Sual 1: Müşkülünüzün, namaz ile izahını kâfi görmemişsiniz?
Cevap 1: Bilirsiniz ki namaz, kesrete mübtela olan müminin kesret içinde boğulmaması için mahz-ı lütuf olarak, huzura ve rahata kavuşmasını temin eden ve bütün ibadetleri cami bir ibadet olduğundan sualinize namazdaki hakikatlarla cevap verilmiştir.
“Bir saat tefekkür bir sene ibadetten hayırlıdır.” hadisi ile Mevlana Celaleddin-i Ruminin “İnsan tefekkür ve endişesinden, bakisi de et ve kemik ve tüyden ibarettir.” buyurmasına bakılarak, kendimizi şu kâinat kitabının mütalaacısı, seyircisi, vazifeli memuru ve şu dünya hanında idrakli, iz’anlı, mükerrem ve ahsen-i takvime müstaid bir memuru bileceğiz. Kitabı okumak o kitabın harflerini, kelimelerini, cümlelerini, ifade ettikleri manalarını bilmeye bağlıdır. Mesela; bir gül fidanındaki bir çiçeğe mana-yı harfi ile bakıyoruz. Güzellik yani hüsn-ü hilkat, san’at, letafet, … görüyoruz. Bu çiçeğe “güzel” değil, “güzel yaratılmış” demekliğimiz ve ondaki san’atdan Sâni ismine, letafetten Lâtif ismine intikal etmekle insanlığımızı ve insaniyet-i kübra olan islamlığımızı göstermiş oluyoruz. O gül fidanının bir dalındaki diğer çiçekler kelime olurlar, bu manayı kuvvetleştirirler. Diğer dallardaki çiçeklerde manalı kelimeler olarak cümleleri teşkil ederler. O gül fidanı kökü, gövdesi, dalları, çiçekleri, toprağı ile mü’mine bu kâinat kitabından küçük bir risale haline gelir. Şekl-i zahirisiyle Zahir ismine, iç faaliyeti ile Batın ismine, tohumuyla Evvel ismine, çiçekleriyle Ahir ismine delalet ettiklerini okuyana bildirirler.
İşte nezaretçi, zâbit, müşâhid ve şâhit olarak o insan-ı mü’min bu gül fidanının lisan-ı haliyle okuduğu Ya Hâlık, Ya Sani, Ya Latif, Ya Evvel, Ya Ahir, Ya Zahir, Ya Batın ve daha diğer isimlerini Allah’a, o fidana memur meleğin kendi masum dilliyle arz ve takdim ettiğini düşünmesi ve böyle tefekküri ibadetler vasıtası ile afaki mütalaa ve müşahedesini tekemmül ettirir. Namazda da bu melekenin tesiri altında, enfüsi yolu ile
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ٭ اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ٭
اَشْهَدُ اَنْ لآَاِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ
demekle bir nevi ruhani, manevi bir seyr yapmış olur. Düşüncem bu kadardır, noksanını tamamlarsınız.
Sual 2: Kulun kesbi, hayır ve şer ile alakası a’mal-i saliha ile münasebetini izah etmeyi, kesbin kaderle ve ubudiyet-i insaniye ile alakasını soruyorsunuz?
Cevap 2: Kulun kesbi hayır ve şer ile alakalı ve a’mal-i saliha ile münasebetlidir. Çünkü kul mükelleftir. Hayra çalışmak ve şerden sakınmakla emrolunmuştur. Sure-i Asr’da “İnsan mutlaka zarardadır. Ancak iman edenler, a’mal-i saliha da bulunanlar, emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker edenler ve taatta, masiyette ve musibette sabredenler müstesnadır.” buyrulmuştur. İnsanın kesbi kaderlerle alakalıdır. Çünkü insanın ahsen-i takvime müstaid bir yaratılışı vardır. Bu istidadını dilerse hayra veya şerre döndürür. Her iki halde de kaderin hükmü hâkimdir. Fakat istidadını hayırda kullanmak ve şerde kullanmamak ile mükellef olduğundan cüz’i ihtiyarisini hayırda kullanırsa fahre hakkı yoktur. Onu Allah’tan bilmesi, “İyiliği Allah’tan, kötülüğü nefsinden bil” mealindeki ayetle sabittir. İnsan ma’buduna ibadet etmek için halk olunduğundan ve ubudiyet emir olunanı kayıtsız şartsız yapmak ve nehyolunan da kat’i surette sakınmayı istediğinden, insan bu ikiden birini ihtiyar etmekle kesb-i insaninin ubudiyet-i insaniye ile alakası da meydana çıkar.
El Baki El hubbifillah, Muhibbi Muhlisiniz
İbrahim Hulusi
Orjinalini indirmek için tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 21) BAZI TENKİTLERE VERİLEN CEVAP! başlıklı makalemizde okumaköğrenmekiçindir ve Üstadıntaklitetmek hakkında bilgiler verilmektedir.