AHMET FEYZİ ABİ İLE HATIRALAR-1
Hulusi Bey: Misafirdir. Misafir perver bir zattı zaten. Nihayet diyor, iftarlık geldi. Bir tepsi içerisinde biraz zeytin, peynir gibi işte bir âdet vardır ya. İftarlık bir tepsiye konmuş getirdiler. Şöyle baktı, ben onu sormadım. Yani hangisini intikal etti diye. Bir tanesini aldı, bu yeter dedi öbürünü götür. İftarlık diye gelen şeyden, üç dört parça neyse ufak tabaklar içerisinde bir tanesini aldı öbürünü götürün dedi. Onlar gittikten sonra ben misafirlerime karşı çok mahcuptum. Ondan iftar ettik, dua etti kalktı. Namaz kılındı ben sonra diyor misafirleri aldım hareme götürdüm, orada karınlarını doyurdular. Onunla misafirleri başka yere götürmüşler o orada yalnız kalmış. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, yatsıdan sonra. Bir de baktım ailesi beni dürtüyor yatakta, ne var dedim? Baktım ki ev sallanıyor. Dikkat ettim baktım ki işte,
رَبِّ اِنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Hem diyor ama çok gür söylerdi zaten. Evet, ev sallanıyor. Hanımıma dedim ki, yatağımızı ayıralım. Allah bizim başımıza bir devlet kuşu getirdi. Helalaştık ayrıldık. Ondan sonra işte. O odayı görmüşsünüz herhalde.
Ahmet Feyzi Abi: Muhacır Hafız Ahmet’in gördük.
Hulusi Bey: Barla’daki odasını beş sene filan peşin vermek suretiyle oraya geçirmiş. Orada kalmıştı, bizde o odada görüşmüştük.
Ahmet Feyzi Abi: Kendisinin ikametgâhında bulunduk biz.
Hulusi Bey: Efendim!
Ahmet Feyzi Abi: O ikametgâhında bulunduk, orası demek muhacir Hafız Ahmet’in miydi acaba?
Hulusi Bey: Yok köyün, köye aitti kiraydı.
Ahmet Feyzi Abi: İyi.
Hulusi Bey: Neyse şimdi yemek zamanı da Muhacir Hafız Ahmet’e ait kısım var.
Ahmet Feyzi Abi: Tamam
Hulusi Bey: O daima akşamdan akşama şu kadar bir kap içerisinde bir yemek gönderir. O da minderin altını kaldırır. O eskiden kulpsuz, nikel on kuruşluklar vardı. On kuruş. Oradan on kuruştan bir tane çıkarır, orası hazine. Yemek geldikçe oradan on kuruş çıkarır. Eğer getirene yani evvela parayı verir ondan sonra yemeği alır. Üç, beş tane misafirde olsa, yiyecekleri odur. Beş tane kedi misafir de geldiği zamanki yiyecek yine odur. Kedilerin yemeğini peşinen ayırır, misafirler beklerler. Götürür onların yemeklerini oraya kor, onlar yemeğe başlarlar ondan sonra gelir fiyatını verelim. Bismillah, başlanır. İlk gittiğimiz zaman ilk sofra yemek hatırası da şöyle olmuştur. Bugün dersi okutmayacaksın daha.
Ahmet Feyzi Abi: Tamam.
Hulusi Bey: Ben ne yapayım be birader. Biz istiyoruz istifade edelim, sohbet olsun.
Ahmet Feyzi Abi: Tamam tamam. Biz her zaman okuyoruz. Bunları bir daha duyamayız. Dur daha soracağım sualler var.
Hulusi Ağabey: Şimdi öyle ise bu gece bir mektup yazarsın. Manevi bir mektup yaz bu müşkülleri kendisinden sor.
Ahmet Feyzi Abi: Tamam. Burada o dinliyor. Buradan uzak değil.
Hulusi Ağabey: Ondan sonra sen beyan edersin. Bu müşterilerine inşâallah kabul ettirirsin.
Ahmet Feyzi Abi: Tamam tamam, bizi gönderdi buraya.
Hulusi Ağabey: Her ne ise. Ne diyorduk?
Ahmet Feyzi Abi: İlk yemek sofrası.
Hulusi Ağabey: Ha yemek. İlk yemek şeysi, biz yedi sekiz kişi oturduk. Fiyatını verelim. Yemeğe başlamıyor. Bismillah. E başla daha, yok. Bismillah. Biraz yine duruyor. Bismillah. Fakat ben çok zaman sonra ona hükmettim ki; biz Bismillahı şümulüyle söyleyemiyoruz da, o zat her birimizin namına Bismillah dedi. O kadar insan, o hamur tahtası, orda adet öyledir, ekseri Isparta havalisinde hamur tahtasını sofra diye kullanırlar. O yemek bitmedi tabi. Herkes yedi, elhamdülillah sofradan kalkıldı, yemek hemen hemen aşağı yukarı geldiği gibi gitti kalktı. Peki devamı bu. Şimdi, bu hadiseyi bir iki münasebet başımdan geçti bende taklit ettim. Onu da söyleyeceğim. Taklit. Ama peşinen de anlattım. Birisi Kars’ta idi. Akşama yakın bir zatın gayet kuvvetli yemelerine şahit olduğum iki zatta var, beraber birde ben, ev sahibi. Akşama yakın olduğu için, hanımıyla beraber bir kab yemeklerini koymuşlar önlerine yerken biz kapıyı. Bizim için kapıyı açtı buyurun dedi. Hanımı öbür tarafa geçti. Patates yemeği. Şu kadar bir taam şeyi. O dur ben baktım, bu zatın bir tanesinin iki avurt’una ancak sığar. Dedim ki, başlamayın. Size Üstad’la ilk görüştüğümüz zaman şu anlattığım Besmelenin bereketine dair olan hikâyeyi söyleyeceğim. Bizde taklit edeceğiz. İnşâallah Cenab-ı Hak bize de bereketini ihsan eder. O tarzda hareket ettik. Bu hikâyeyi onlara anlattım, ondan sonra bismillah dedik başladık. O yemeği bitiremediler bu oburlar. Bundan iki üç sene evvel, Elaziz’de bir Kur’an kursu açılıyor. Bu da Pazar’a rastlamış. Ankara’dan şurdan burdan birçok misafirler var. Arkadaşlar bana dediler, bu gün ne yapalım bizimde Pazar günleri bir tarafta toplanıp kırda sohbet etmemiz var. Allah rahmet etsin, birinci cihan harbında Üstad Hazretleriyle muharebede beraber bulunmuş Bakır Hoca dediğimiz bir arkadaşımız var, onun bahçesinde. Dedim şöyle on, on beş kişiye idare edecek kadar ufak bir şey yapın. Çünkü o kursu için davet eden şeyler ordan burdan misafirler için hazırlık yapmışlar. Civar vilayetlerin hepsinden var. Uzaktan gelenler de var. Nihayet merasim bitti öğleyi kıldık biz bahçeye gittik. İşte on, on beş kişiyi idare edecek kadar bir yemeğimiz de var. Baktık ki; on kişi bu taraftan, on beş kişi o taraftan, sekiz kişi bu taraftan böyle her taraftan. On beş kişilik yemek altmış, yetmiş kişilik bir sofra oldu. Şimdi, misafirlere karşı, bir mahcubiyet var. Ya hemen ol deyince olmaz ki, bekleyin.
Ahmet Feyzi Abi: Yemek o zaman yok.
Hulusi Bey: Gönderelim şehirden yemek getirelim, sizin karnınızı doyuralım. Bu da olmaz. Dedim ki arkadaşlar size besmelenin bereketine ait şeyi söyleyeyim. Ve onun zeyli olan taklidimizi de söyledim. Kısa söylüyorum ki, fazla meşgul olunmasın hulasa. Fiyatını verelim dedik. Besmele ile başladık ama taklit ha. Taklit. O altmış, yetmiş kişi, doyasıya kadar elhamdülillah yediler, yemek arttı. Taklidimize bile Cenab-ı Hak, böyle bereketi ihsan etti. Peki, hatıralarından bahset diyordunuz değil mi?
Ahmet Feyzi Abi: Evet.
Hulusi Bey: Bir çay içeyim de müsaadenizle.
Ahmet Feyzi Abi: Buyurun, buyurun.
Hulusi Bey: Bunun içinde tuzu var mı? Ahmet Feyzi Bey kardeşimizden dinlemeyi çok severim, beni söylettiriyor.
Ahmet Feyzi Abi: Biz de işitmeyi çok severiz.
Hulusi Bey: Yok, ben dinlemeyi çok severim.
Ahmet Feyzi Abi: Siz yine dinleyebilirsiniz, siz dinlemişsiniz. Biz sizden dileyelim de, sonra bir daha düşünürüz. Şimdi siz çay içiyorken.
Hulusi Bey: Yok çay içerken bir şey söyleme.
Ahmet Feyzi Abi: Peki. Müsaade edersiniz.
Hulusi Bey: Yok çünkü sen çay içerken sorarsan çayımız yarım kalır.
Ahmet Feyzi Abi: Ev sahibidir,
Hulusi Bey: Yok yok.
-: Abi kendisi almadı.
Hulusi Bey: Almadı mı?
-: Teklif edildi.
Ahmet Feyzi Abi: Çay içmiyorum ben, çayın demlisi dokunuyor bana da.
Hulusi Bey: Dokunmaz, bismillah dersen dokunmaz.
Ahmet Feyzi Abi: Öğrendik bu gün.
Hulusi Bey: Şimdi Üstad Hazretleri bir defa çay içmeyi terk etti. Sebebini biliyorum fakat söylemem, sormayın. Gittiğim zaman dedi, kardaşım çay içmeyi terk ettim fakat şimdi su içiyorum, su da bana zarar veriyor. Tekrar çaya başladım. Şimdi Bismillah deyin, çaydan zarar gelmez.
Ahmet Feyzi Abi: …. …
Hulusi Bey: Yani, Üstadımız başta olmak üzere temas ettiğim büyüklerimiz çay içerlerdi.
Ahmet Feyzi Abi: Çayı bırakmamışlar.
Hulusi Bey: Buyurdunuz ki çay bana dokunuyor değil mi?
Ahmet Feyzi Abi: Evet. Demlisi dokunuyor, demsiz içiyorum.
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 23) URFA’ DAN H. MUSTAFA ERGUN’UN HULUSİ AĞABEYLE TANIŞMASI başlıklı makalemizde URFA H. MUSTAFA ERGUN hakkında bilgiler verilmektedir.