25) AHMET FEYZİ ABİ İLE HATIRALAR – 2

25) AHMET FEYZİ ABİ İLE HATIRALAR – 2

ADAD

Hulusi Bey

AHMET FEYZİ ABİ İLE HATIRALAR – 2

Hulusi Bey: Buyurdunuz ki çay bana dokunuyor değil mi?

Ahmet Feyzi Abi: Evet. Demlisi dokunuyor, demsiz içiyorum

Hulusi Bey: Demsiz.

Ahmet Feyzi Abi: Çok hafif işte geldi benim çayım.

Hulusi Bey: Ama demsiz de hiçbir şeye yaramaz. E canım şimdi sohbetin de demlisi var, demsizi var.

Ahmet Feyzi Abi: Ama biz demlisine gidiyoruz. Söyletmeden söyledemiyoruz.

-: En demli çayı Gültekin abi içer.

Ahmet Feyzi Abi: O bizim vekilimiz. Zaten vekilimiz.

Hulusi Bey: Şimdi, deme ihtiyaç vardır yani. Arz etmek istediğim o.

Ahmet Feyzi Abi: Yok, yok

Hulusi Bey: Deme ihtiyaç vardır, çünkü dem olmazsa sohbette halavet olmaz. Evet.

Ahmet Feyzi Abi: Söyleyeyim efendim.

Hulusi Bey: Bir defa yanına gittiğim vakit, o günde Sıddık Süleyman filan neyi varsa hepsi bir tarafa gitmiş, hiç kimse yok. Kalktı kendi eliyle çay yaptı. Kendisine böyle bir bardağa, bir de eski bardaklar vardı, ayakta duran bardaklar. Bilirsiniz.

Ahmet Feyzi Abi: Saplı.

Hulusi Bey: Böyle işte altında şeysi var, onu da bana. Bana fazlasını verdi. Kendi yaptı, kendisi koydu beraber şimdi yine fiyatı var bu işin. Çayı içerken unutmuşum dibinde biraz artmış. Kardaşım dedi “sen sünnet bilmez.” Şimdi, imkânı mı var, bir çay içeyim de ben

Ahmet Feyzi Abi: Dibini bırakayım.

Hulusi Bey: Üstad’la beraber, içtiğimiz çay hatırıma gelmesin. Ve sonunda o hatıra canlanmasın. “Sen sünnet bilmez.” Bizden beraber çay içildiği zaman da birisi öyle dibinde artırdı mı,  niye sünneti terk ettin? Gemideki vaziyeti mi şey ediyordun?

Ahmet Feyzi Abi: Efendim?

Hulusi Bey: Gemideyken başınız mı dönüyordu? Hani böyle yapıyordunuz da

Ahmet Feyzi Abi: Ha, iki şekerli olmasın.

Hulusi Bey: Ha, haaa. Böyle şeker erir değil mi? Böyle yaptıysan. Neyse. Beni … … Beni konuşturursan

Ahmet Feyzi Abi: Biraz zahmetim var, zahmetli amma sizi bu gün mümkün olduğu kadar konuşturacam. Kusura bakmayın. Şimdi efendim, çayınızı içtiniz bir yudum kaldı. Biz bu suallara muhtacız. Az çok uyanmaklığımız lazım. Gözü kapalı bir davanın içinde bulunmak, insanı basiretsizliğe. Bir nevi ama-i tefekküre sevk ediyor. Bir daha müdahale etme. Seni bu kapıdan sokamam.  … …. ….

-: Abi yine … … kendiniz gelmişsiniz. 

Hulusi Bey: Biz nereye gitsek diyorlar efendi, Üstadla olan maceranızı anlatın. Diyorum ki kardeşim Üstadla olan maceramız ne olacak ki yani? Macerası şudur. Şu elinizdeki kıymetli eserlerin, ne gibi şartlar altında zuhura geldiğini düşünün. Bunlar, düşmanlar tarafından bile ister istemez takdir ediliyor. Ama malumdur ki kıymetli yazılar, bilhassa münekkidlerin eline geçecek, onların diline düşecek. Kusuru olmamak gerekiyordu. Şimdi mesail-i imaniyeden bahsediliyor. Buna karşı kulaklarını dikmiş bütün fikirlerini şu eserlerde bir kusur aramak. Ve o kusuru işte böyle demiştir. Hâlbuki böyledir. Nitekim iftira yaptılar. Ya, Mustafa Sabri’yi mezardan çıkarıp konuşturdular. Bu dercesine kadar. İftira ile ancak tenkide gidebildiler. Eğer hakikatte içlerinde bir kusur olsaydı bunların gözünden kaçmayacaktı.

Ahmet Feyzi Abi: Ayyuka çıkaracaklardı.

Hulusi Bey: Ya. Onun için asıl harika olan şu eserler bir zat tarafından, o da kendi tabirince yarım ümmi. Yardımcısız tazyikat altında daima ondan şüpheli olarak böyle bakıyorlar, bu burada oturuyor amma herhalde el altından bir şeyler yapar boş durmaz.

Ahmet Feyzi Abi: Korkunç.

Hulusi Bey: Ya. Şimdi zaten böyle damgayı vurmak şeysi var. Şimdi bunun münasebeti yok amma söyleyeyim ki; Risale-i Nur şakirtleri içerisinde en ziyade hesaba alınmayacak, ehemmiyet verilmeyecek bir şahıs bu fakir.

Ahmet Feyzi Abi: Estağfurullah.

Hulusi Bey: Emniyetin bizim hakkımızdaki notu, onlarla temas edenlerin ifadesi. Diyorlar ki O Türkiye otuz milyonsa, on milyonu arkasına takabilir. Bu, bu ne kadar hamakattır. Ve ne kadar iftira bakımından da ne kadar büyük bir iftira. Hakikate taban tabana zıt bir vaziyet. Şimdi dediğim gibi burada tevazu için söylemiyorum. Ben kendimi de öyle biliyorum. Yani en ziyade kanuna aykırı hareket etmemek, müsbet hareket etmek. Yalnız ihlas dairesinde vazife görmek. Bunun dışına çıkmamak gibi bir sistem takip etmişiz, öyle gidiyoruz, yanlış doğru. Böyle bir adamdan, çekinen bir adamdan böyle bir korkma şeysini gösteren nedir. Demek ki bir, hayallerinde bir şey var. Kimisinin mesela sağdan soldan geliyorlar. Yine madde budur ha. Diyorlar ki Üstad buna vekilim demiş bilmem ne demiş. Gidiyor ziyaretine anlamıyor, buraya kadar yorulmayın. Sizin yakınınızda Hulusi var, o sizin isteğinize cevap verir. Bunlar bunu duydu, tam diyorlar mürşidi bulduk.

Ahmet Feyzi Abi: Vekil-i aslı.

Hulusi Bey: Ya. Anlamıyorlar, yani o zat hem menfi, hem hasta, hem ihtiyar, hem daima böyle murakabe altında. Hayatına kast edilmiş vaziyet var. Defaatle on dokuz defa zehirlenmiş. Kendi tabiri. Peki, böyle bir zattan gidip orda, Efendim! Elini öpmek, ayağını öpmek, işte yahut şey etmek ki, hoşlanmaz katiyen. Ondan sonra bize bir şey et, lütuf et, dua et. E, Risale-i Nur’u oku. Şimdi bizden bir adam günün birinde geldi bana. Bundan bu, inkılap mı,  ihtilal mı adını ne korsan koy. İşte ondan evveldi, birisi geldi, içeri girmiyor, kapının önünde. Diyor ki bana bir vird ver de devam edeyim. Dedim Risale-i Nuru oku. Sen bana bir vird ver, dedi. Dedim benim virdim, mirdim yok okursan işte Risale-i Nur. Bize kanaat etmiyor. Kalkıyor doğru Üstada gidiyor.

Nerden geldin?

Elazığ’dan.

Hulusi’yi gördün mü?

Gördüm diyor.

Ne dedi, gitme dedi.

Ben ondan vird istedim, bana dedi Risale-i Nur oku.

Daha niye geldin dedi, buraya?

Bunu şey değil yine kendisi görüp geldikten sonra bana anlatıyor. Diyor ki böyle oldu böyle oldu. Fakat garibe bak. Bu kere yine diyor ki; mesele böyle oldu amma, sen bana bir vird ver. Dedim be birader, Allah seni hayırla ıslah etsin. Sen bana itimat etmedin, Isparta’ya kadar gittin, Üstad sana böyle söylediğini sen söylüyorsun. Yine bana diyorsun ki, vird ver. Şimdi böyle namına bir şahsın bu milletin şeysi böyle. Bir şahsı öyle haddinden fazla şişirmek, onda bir fazilet görmek. Cehennemdeki …. sevmeye cesaret edecek kadar, bu ….. değiliz doğrusu bu. Canım buna cesaret deme. Vazifemiz olan şeyi yapsak öp de başına koy.  İşte bize şu hizmet verilmiş. Risale-i Nuru oku, anladığın kadar başkalarına da anlat. E bunun üstünde de ne diyeyim yahu. Bizim şarkta çok acayip şeyler var. Bir gün Hani tarafından birisi şeyh, Nimet isminde biri o sakalsız, diğerlerinin sakalı göbeklerinde. On dört kişi eve geldiler.

-: Müridleri sakallı

Hulusi Bey: Hı, tarikat almak için

-: Müridleri sakallı şeyh sakalsız.

Hulusi Bey: İşte vekili. Şimdi içeri girerken de

-: Tövbe..

-: Maşaallah. Maşaallah.

Hulusi Bey: Ne ise öteki evvelce de görüştük de biliyorum, Şeyh Efendiye! Yahu senin aklın eriyor, bu adamlar cahil. Hiç insana secde edilir mi? Hem ben kim oluyorum? Velhasıl, bu cesareti gösteremedim, cehenneme kostekiyi sermeyi. Dedim daha Üstad hayatta. Ben o hayattayken onun …. …..

PDF Dosyasının Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 24) AHMET FEYZİ ABİ İLE HATIRALAR-1 başlıklı makalemizde Hulusi Yahyagil Hatıralar hakkında bilgiler verilmektedir.