28. MEKTUP 6.VE 7. MESELE DERS-1
19 Temmuz 1975 Perşembe
Hulusi Bey:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.
اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.
Şeylerinide oku. Okuyamıyorsan ben okuyayım.
قال: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪
Allahu Teala şöyle buyuruyor: Ey iman edenler. Allah’tan gereği gibi korkun, kötülük yapmaktan sakının.
….. قال الله تعالى : فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ
Allah’tan gücünüz yettiği kadar korkun kötülük yapmaktan sakının.
قال الله تعالى : يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يدًۙا
Ey iman edenler Allahtan korkun kötülük yapmaktan sakının, doğru söyleyiniz.
قال الله تعالى : وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًۙا{٢} وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لاَيَحْتَسِبُۜ
Allah’tan korkana, kötülüklerden korunana o kurtuluş yolu açar hiç ummadığı yerden onu rızıklandırır.
قال الله تعالى :
اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Eğer siz Allahtan korkar, kötülüklerden korunursanız o size iyiyi kötüden ayırt edecek kabiliyet verir. Günahlarınızı siler ve kötülüklerinizi af eder. Hiç şüphe yok Allah sonsuz fazilet sahibidir.
عَنْ أبي هُرَيْرَةَ رضى اللّٰه عنه قال: قِيلَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ أَكْرَمُ النَّاسِ ؟
قال أَتْقَاهُمْ. فَقالوا : لَيْسَ عَنْ هَذَا نَسْأَلُكَ, قال : فَيُوسُفُ نَبِيُّ اللَّهِ ابْنُ نَبِيِّ اللَّهِ ابْنِ خَلِيلِ اللَّهِ. قالوا: لَيْسَ عَنْ هَذَا نَسْأَلُكَ, قال : فَعَنْ مَعَادِنِ الْعَرَبِ تَسْأَلُوني ؟ خِيَارُهُمْ فِي الْجَاهِلِيَّةِ خِيَارُهُمْ فِي الإسلام إذا فَقُهُوا .
مُتَّفَقٌ عَلَيْه
:- Ebu Hureyre (R.A.) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir; Ya Resulallah insanların en hayırlı ve değerlisi kimdir? Dediler. Peygamber (A.S.Mظ) en ziyade Allahtan korkanlardır buyurdu. Ya Resülallah senden bunu sormuyoruz dediler. O halde nasın ekremi Yusuf peygamberdir ki ibni nebiyullah, ibni nebiyullah, ibni halilullahtır. Dedi. Ya Resülallah senden bunu da sormuyoruz. O halde benden Arap kabilelerini soruyorsunuz. Cahiliyette hayırlı olanlar şayet şeriat hükümlerini bellerlerse İslamiyet’te de hayırlıdırlar buyurdular.
Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Allah’ım senden hidayet, takva, iffet ve gına isterim buyurdu.
-: Yirmi sekizinci mektubun
Hulusi Bey: Burdamı kaldık yoksa, biraz okundu mu, burası bitti mi? Bitti bitti.
-:
Altıncı Risale olan Altıncı Mes’ele
İleride başka mecmuasında neşredileceğinden buraya dercedilmedi.
Yedinci Risale olan Yedinci Mes’ele
Hulusi Bey: Bu değil mi? Buda demek ki bu yazıları olanlara şey edilmemiş demek mahsurlu görülmüş.
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭
Şu mes’ele “Yedi İşaret.
-: Şu mes’ele “Yedi İşaret”tir.
Evvelâ tahdis-i nimet suretinde birkaç sırr-ı inayeti izhar eden “Yedi Sebeb”i beyan ederiz:
Birinci Sebeb: Eski Harb-i Umumî’den evvel
Hulusi Bey: Hacı buraya gel hacı, kapıya yakın. Evet, bir daha söyle.
-: Evvelâ tahdis-i nimet suretinde birkaç sırr-ı inayeti izhar eden “Yedi Sebeb”i beyan ederiz
Birinci Sebeb: Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki:
Hulusi Bey: Yani 1914 firengi sene hesabıyla.
-: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: “Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir; o Rahîm’dir ve Hakîm’dir.” Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zât, bana âmirane diyor ki: “İ’caz-ı Kur’anı beyan et.” Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılabdan sonra, Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an kendi kendine müdafaa edecek. Ve Kur’ana hücum edilecek, i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım.
Madem i’caz-ı Kur’anı bir derece beyan, Sözler’le oldu. Elbette o i’cazın hesabına geçen ve onun reşehatı ve berekâtı nev’inden olan hizmetimizdeki inayatı izhar etmek, i’caza yardımdır ve izhar etmek gerektir.
İkinci Sebeb: Madem Kur’an-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, herbir âdâbda rehberimizdir; O, kendi kendini medhediyor. Biz de onun dersine ittibaen, onun tefsirini medhedeceğiz.
Hem madem yazılan Sözler onun bir nevi tefsiridir ve o risalelerdeki hakaik, Kur’anın malıdır ve hakikatlarıdır. Ve madem Kur’an-ı Hakîm ekser surelerde, hususan الر larda حم lerde kendi kendini kemal-i haşmetle gösteriyor, kemalâtını söylüyor, lâyık olduğu medhi kendi kendine ediyor. Elbette Sözler’de in’ikas etmiş Kur’an-ı Hakîm’in lemaat-ı i’caziyesinden ve o hizmetin makbuliyetine alâmet olan inayat-ı Rabbaniyenin izharına mükellefiz. Çünki o üstadımız öyle eder ve öyle ders verir.
Üçüncü Sebeb: Sözler hakkında tevazu suretinde demiyorum; belki bir hakikatı beyan etmek için derim ki: Sözler’deki hakaik ve kemalât, benim değil Kur’anındır ve Kur’andan tereşşuh etmiştir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’aniyeden süzülmüş bazı katarattır. Sair risaleler dahi umumen öyledir. Madem ben öyle biliyorum ve madem ben fâniyim, gideceğim; elbette bâki olacak birşey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı.
Hulusi Bey: Yani anlaşılıyor ki bir kitap okuyorsunuz kimin kitabını okuyorsunuz derler ya. Filan zatın kitabını okuyoruz. Ve adettir ve şimdi böyle demektir. Biz ne okuyoruz? Kur’anın bu asra bakan hakikatlı tefsirini okuyoruz. Evet.
-: Biz Bediüzzamanın kitabını okuyoruz desek bir şey var mı?
Hulusi Bey: Canım o demiyor. Müellifide odur, Müellifide odur, onu Kur’andan aldı, o zatın Kur’andan aldığını tafsilat isteyene söylersin.
-: Onun kendi zatına baktığı şekilde kendine bizim bakmamız lazım mıdır? Üstadın kendi zatına baktığı şekilde mi bakmamız lazım mıdır?
Hulusi Bey: Ben öyle biliyorum diyor.
-: Bizde aynı şekilde bakmaya mecburuz mu?
Hulusi Bey: Mecburiyet yok fakat edep onu iktiza ettirir. Onu sözünün üzerine söz ilave etmeyelim. Biz öyle diyelim. Fakat bu işe zaten yukarısında söyledi ya okuduk. Ne dedi? Onu açıklamıyor. Büyük bir zat bana icaz-ı Kur’anı beyan et dedi. Demek ki ben bu işe memur edilmişim. Ben faniyim gideceğim diyor. Şimdi biz Kur’anın hakikatli tefsiri olan Risale-i Nuru okuyoruz. Bu eser kimindir derlerse kim telif etmiştir. Ne diyelim? Okuması yazması var mı?
-: Yarım ümmi
Hulusi Bey: Yarım ümmi, çünkü tam ümmi olsa peygamber olacak
Ümmi alimdir Muhammed
İman ederim ona muebbed
Allame-i mekteb-i ledünni
Hayrette bıraktı ins ü cini
Edebiyatta lazım mı? Muallim Cudi’nin. Evet.
-: Madem ben öyle biliyorum ve madem ben fâniyim, gideceğim;
Hulusi Bey: Şimdi şu kadar bak o kendisi diyor. O zatın işaret etmek istediği şeyi biz en güzel surette söyleyelim. Bu kadar mütevazı bir zat bu eserleri sırf ilham-i Rabbani ile yazdı ve ümmete hediye etti. Ne mutlu o ümmetin, şu memlekete belki doğrudan doğruya Anadolu daki Müslüman halkına hediye etti gitti. Peki, bize hiçbir şey düşmüyor mu? Aramızdan gittiği için onun muazzez ruhu için rızaen lillahil fatiha.
-: Madem ben öyle biliyorum ve madem ben fâniyim, gideceğim; elbette bâki olacak birşey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve madem ehl-i dalalet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir; elbette sema-yı Kur’anın yıldızlarıyla bağlanan risaleler, benim gibi çok itirazata ve tenkidata medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı
Hulusi Bey: بِفَضْلِ اللّٰهِ ayeti neredeydi?
-: Yunus suresi 58. Ayet
Hulusi Bey: Evet oku..
-: Ve madem ehl-i dalalet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir; elbette sema-yı Kur’anın yıldızlarıyla bağlanan risaleler, benim gibi çok itirazata
Hulusi Bey: Mevzu olan Bu derse mevzu olan ayet-i kerime ki
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواۜ هُوَ خَيْرٌ مِمَّايَجْمَعُونَ٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭
Kısacık tefsiri; Deki; Allahu Tealanın Kur’anı Kerim fadliyle ve din-i İslam rahmeti ile ve bunların inzal ve ihsanı ile ferahlansınlar. Onlar dünyanın cem ettikleri, zail olucu laşey parçalarından hayırlıdır. Şimdi bizde eğer Yani iftihar edeceğimiz ferahlanacağımız nedir? Kur’andır, ondan sonra İslamiyet’tir. Kur’anı Kerim dini İslam rahmeti ile ve bunları Cenab-ı Hak bize layık görmüş ihsan etmiş. İnzal edende o Kur’anı inzal İslamiyet’i ihsan eden O’dur. Biz de bunlarla ferahlanıyoruz. Elhamdulillah Ya Rabbi. Çünkü bunlar dünyanın fani geçici hiç mesabesindeki şeyinden hayırlıdır.
-: sema-yı Kur’anın yıldızlarıyla bağlanan risaleler, benim gibi çok itirazata ve tenkidata medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı. Hem madem örf-i nâsta, bir eserdeki mezaya, o eserin masdarı ve menba’ı zannettikleri müellifinin etvarında aranılıyor ve bu örfe göre, o hakaik-i âliyeyi ve o cevahir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mal etmek, hakikata karşı büyük bir haksızlık olduğu için risaleler kendi malım değil, Kur’anın malı olarak, Kur’anın reşehat-ı meziyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum. Evet lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz.
Hulusi Bey: Ne teşbih. Ne teşbih. Onu oraya kim takmış? Öyle ise sende ey mübarek zat sende üzüm çubuğu olsan da seni bu millete, bu milletin dinine, imanına Kur’anına hadim eden Allah.
-: Evet lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.
Dördüncü Sebeb: Bazan tevazu’, küfran-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfran-ı nimet olur. Bazan da tahdis-i nimet, iftihar olur.
Hulusi Bey: Bak iki şey bir arada. Ayak kayabilir ha! Bazen tevazu küfran-ı nimet olur. Tahdis-i nimet bazende iftihar olur. Gel işin içinden çık bakalım.
-: İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi ki; ne küfran-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun. Meziyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek,
Hulusi Bey: Yani bunun sahibi ben değilim.
-: Mün’im-i Hakikî’nin eser-i in’amı olarak göstermektir. Meselâ: Nasılki murassa’ ve müzeyyen bir elbise-i fahireyi
Hulusi Bey: Murassa’ sırmalı, murassa ve müzeyyen, süslü bi elbiseyi, bir elbisey-i fahireyi yani iftihar edilecek bir elbiseyi. Evet,
-: biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese: “Mâşâallah çok güzelsin, çok güzelleştin.” Eğer sen tevazukârane desen: “Hâşâ!.. Ben neyim, hiç. Bu nedir, nerede güzellik?” O vakit küfran-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san’atkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirane desen: “Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz.
Hulusi Bey: Senin gibi güzel nerde var? Nasılsa Elazığ’da bulunmayacak. Yeni camide.
-: Eğer müftehirane desen: “Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz.” O vakit, mağrurane bir fahrdir.
İşte fahrden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: “Evet ben güzelleştim, fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir, benim değildir.”
Hulusi Bey: Şimdi güzelleştiğini şey etme Biz şimdi iman nimetine, İslam ihsanına nail olduğumuzdan dolayı bunlar nedir mi diyeceğiz? Yani şimdi birisi dese ki Müslüman mısın? “Estağfirullah” yakıştı mı? Elhamdulillah denilecek yerde “Estağfirullah” denilmez. Ona şek şüphe yok. Onun için ne deriz? Mü’miniz, muvahhidiz Elhamdulillah ehl-i sünnet velcemaatteniz. Hamd ederek Cenab-ı Hakka söyleriz. Bunda şey yok iftihar yok fakat tahdisi nimet var. Evet.
-: İşte fahrden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: “Evet ben güzelleştim, fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir, benim değildir.”
PDF Dosyası okumak için tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 25) KASTAMONU LAHİKASINDAN DERS -3 başlıklı makalemizde kastamonulahikası hakkında bilgiler verilmektedir.