
Hulusi Bey
Hulusi Bey:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.
اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.
Şeyini okumayacak mısın?
وعن أنس رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال : جاءَ رجُلٌ إلى النبيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فقال : يا رَسُولَ الله، إني أُرِيدُ سَفَرا فَزَوِّدْني، فَقال : زَوَّدَكَ الله التَّقْوَى. قال : زِدْنِي، قال : وَغَفَرَ ذَنْبَكَ . قال : زِدْني، قال : وَيَسَّرَ لَكَ الخَيْرَ حَيْثُمَا كُنْتَ .
صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ
-: Enes (R.A)dan Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e Bir adam gelip sefere çıkmak istiyorum. Bana azık ver dedi. Rasûlu Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) “Allah sana takva azığı versin”, buyurdu. O adam azık ver sözünü tekrar etti. Peygamber aleyhisselam: “Allah günahını bağışlasın” dedi. Üçüncü defa tekrarlayınca “Nerede bulunursan Allah senin için hayrı kolaylaştırsın” buyurdu.
Hulusi Bey: Yeter. Vaktimiz yok, belki giderler. 17. söz
Onyedinci Söz
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى اْلاَرْضِ زِينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً ٭ وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا ٭ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ
(Bu söz, iki âlî makam ve bir parlak zeylden ibarettir.)
-: Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni’-i Hakîm;
Hulusi Bey: Biz dün sadece bu üçünü yalnız okuyabildik yani. Üç kelime şimdi tekrar etmeyelim ki; üst tarafını okuya bilelim.
-: Şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp
Hulusi Bey: Bir daha söyle.
-: Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni’-i Hakîm; şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir ruha, ona münasib ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehasin ve in’amattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaşagâha gönderir. Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı; asırlara, senelere, mevsimlere hattâ günlere, kıt’alara taksim ederek her bir asrı, her bir seneyi, her bir mevsimi, hattâ bir cihette her bir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhâssa rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuat-ı sagirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melaikeleri ve sekene-i semavatı seyre celbedecek bir cazibedarlık görünüyor ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalaagâh oluyor ki,
Hulusi Bey: Yani ehl-i tefekkür. Tefekkür olmazsa mütalaa, neyi mütalaa edecek. Evet.
-: ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalaagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir. Fakat bu ziyafet-i İlahiye ve bayram-ı Rabbaniyedeki İsm-i Rahman ve Muhyî’nin tecellilerine mukabil İsm-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevt ile karşılarına çıkıyorlar.
Şu ise وَسِعَتْ رَحْمَتِى كُلَّ شَيْءٍ rahmetinin vüs’at-i şümulüne zahiren muvafık düşmüyor.
Hulusi Bey: Düşmüyor.
-: Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakatı vardır. Bir ciheti şudur ki: Sâni’-i Kerim, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibariyle dünyadan, merhametkârane bir tarz ile tenfir edip usandırıyor, istirahata bir meyil ve başka bir âleme göçmeğe bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelan-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor. Hem o Rahman’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor. Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidadlarına göre bir nevi ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ
Lâkin zîruhların en eşrefi
Hulusi Bey: Şimdi buraya kadar olan sözün bir özetini yaparsak. Demek Cenab-ı Hak şu dünyayı yaratmış.
اَلَّذ۪ٓى اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ
Sırrınca her şeyi de en güzel bir surette halk etmiş. Bir bayram-ı rabbani bir şehr-i ayin suretinde halk etmiş. Birçok mahlûkatını da seyre davet ediyor. O kadar güzel halk etmiş ki, o kadar süslemiş ki sekene içerisindekiler göremezlerse bile o kadar çekici bir vaziyet var ki ehl-i semavat, ruhaniyyun, onlar onları bile cezbe ve şevke getirebilecek bir güzellik görünüyor. Fakat bütün bu güzellikleri elbette anlayacak bir zümrede olacak. O da hayatlılardan olacak, şuurlulardan olacak. Evet, kim olsa, kime yakışır? Hayatlıların içerisinde, şuurluların içerisinde en mükemmel yaratılmış olan kimdir? İnsan. İnsanı hem sureta güzel halk etmiş hem mükerrem bir mahlûku olarak diğerlerin üzerinde bir imtiyazı var hem de ona öyle bir istidat vermiş ki eğer kötüye kullanmazsa
لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ ف۪ٓى اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ
sırrınca ahsen-i takvime de çıkacak vaziyette yaratmış. İşte bu yarattıklarının içerisinde insanın çok fazla bir ehemmiyeti var. Burdan istifade etmek için acaba her şeyi vermiş mi insana? Bu bayramdan, bu şehr-i ayin vaziyetinde yarattığı âlemden istifade edecek yalnız beş zahiri duygu kifayet etmez. Bundan başka batini, manevi çok letaifi de ihzar etmiş. Yani hem maddesi hem manası doyacak vaziyette mükemmel bir mahlûk olarak halk edilmiş bulunuyor. Evet, buradan istifade etmek için herhalde bu kadar emek çekilen insan ya kendisini halk edenin rızası dâhilinde yürütecek veyahut ona başkaldıracak vaziyet-i isyankarene gösterecek. Hangisine istidadını sarf ederse Cenab-ı Hak da onu o işinde o işini kolaylaştıracak ona. İşte insanoğlu, beşer, ben-i âdem bütün bu cihazatla beraber imrenir de kendisini dört ayaklılara benzetecek bir düşük bir vaziyet gösterirse o zaman hikmet-i hilkate zıt bir hal almış olur. O zaman saniini, halikını, “beni insan yarattın ama benim istidadımı burada kullanmıyorum. Ben şimdiki moda tabiri ile veçhile özgür olmak istiyorum. Yani hayvan olmak istiyorum” derse Cenab-ı Hak’ta onu ne yapar? Hayvan da etmez de “بَلْ هُمْ اَضَلُّ ” sırrına mazhar eter sukut ettirir. Hayvanın belki bir derece şeysi tutacak yeri vardır. Fakat bu adamcağız hayvan da olamaz, ecnebi dinsizleri gibi de olamıyor. Hulasa hiçbir şeye yaramıyor. Bu husustaki dersler ayrı ayrı yerlerde çok şekilde var, işgal eden bir şeyler var. Onların üzerinde duracak değiliz. Bu kadar söyleyelim. Demek ki Cenab-ı Hak bizden şu sualleri soruyor adeta. Diyor ki şu âlemi senin için halk ettim. Fakat bu âlemde sen devamlı kalacak değilsin. Burada senin bir vazifen vardır. Mükellefsin, vazifelisin. Vazifeni istikametle görürsen seni ileride mükâfatlandıracağım. Bu dünyada ki gördüklerin his ettiklerin gibi değil. Belki ne göz görmüş, ne kulak işitmiş nede kalbi beşere hutur etmiş derecede, ben mükâfat yeri hazırlamışım, seni oraya götüreceğim. Eğer bunu istiyorsan, öyle ise şu suallerin cevabını düşün. Dünyayı benim için, niçin yarattı? Beni niçin yarattı? Bu kadar tezyinatı yaptıktan sonra bu kadar süs emekler masraflar yaptıktan sonra beni niye burada rahat bırakmıyor, çeşitli dertlere elemlere müptela ediyor ondan sonrada ölüm celladı elinde kılınç başımı kesmek üzere geliyor. Bırakmıyor ki şu âlem sarayının güzelliklerinden doyuncaya kadar istifade edeyim. İşte insanoğlu sabırsız. İstiyor ki burada daimi kalsın. Fakat istikbalden ümit olursa o zaman dünyada daimi kalmayı düşünmez. Görüyor ki buraya gelenlerin hiç birisi durmuyorlar gidiyorlar. Hatta bunların içerisinde peygamberan da gelmiş, Allah’ın çok iyi makbul kulları da gelmiş. Onlarda burada ne rahat ne huzur görmemişler. Ve nihayet Allah’a ısmarladık deyip gitmişler. Bunların içerisinde mümtaz biride var. O da iki cihan serveri Hazreti Muhammed Aleyhissetu Vesselam. O da gelmiş ama onunda o kısacık ömrü elemli ıstıraplı geçmiş ve nihayet kısa bir ömürden sonra ebediyete intikal etmiş. Bizi sevindirecek şey değil bu hadise. Ölüm gelince lezzetleri acılaştırıyor. Ölümü düşündü mü “nihayet sonu ölüm değil mi?” dedirtiyor. Öyle ise bize teselli verecek manevi.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız.
Bir önceki yazımız olan 37) 19. MEKTUB MUCİZAT-I AHMEDİYE RİSALESİNDEN DERS 2 başlıklı makalemizde mücizatıahmediye ve ondokuzuncumektup hakkında bilgiler verilmektedir.