39) ON YEDİNCİ SÖZ DERS-2

39) ON YEDİNCİ SÖZ DERS-2

ADAD

Hulusi Bey

Hulusi Bey: Pantolonun ütüsü de var. Pantolonun ütüsü de bozulsun mu? Onun için oturduğu yerde yapsın. Bu kafadaki heriflerin hatırı için selef-i salihinin safi içtihadlarına burnunu sokarsa asıl kırılacak burun odur ha. Pehlivan gül burnu hazırla böyle burnunu bu kadar ileri uzatanın burnuna bir yumruk yapıştır.

-: Yaşasın cehennem onlara.

Hulusi Bey: Fesubhanallah, fesubhanallah. Evet.

-: İşte şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlahînin adaleti ve insan kesbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek kader ve icad-ı İlahî; mebde’ ve münteha, asıl ve fer’, illet ve neticeler itibariyle şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.

Hulusi Bey: Şerden, kubuhtan münezzehtir. Kabahati oraya yükleyemeyiz. Zulümden. Kader-i ilahi bana zulüm etti diyemeyiz. Bundan münezzehtir.

-: Eğer denilse: “Madem cüz’-i ihtiyarînin icada kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî hükmünde olan kesbden başka insanın elinde birşey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’da, Hâlık-ı Semavat ve Arz’a karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş. Hâlık-ı Arz ve Semavat, ondan azîm şikayetler ediyor. O âsi insana karşı abd-i mü’mine yardım için kendini ve melaikesini tahşid ediyor. Ona azîm bir ehemmiyet veriyor.”

             Elcevab: Çünki küfür ve isyan ve seyyie, tahribdir, ademdir.

Hulusi Bey: Çünkiyi belle. Küfür ve seyyie ve isyan

-: Çünki küfür ve isyan ve seyyie, tahribdir, ademdir.

Hulusi Bey: O harab eder. Tahrib eder.

-: Halbuki azîm tahribat ve hadsiz ademler, birtek emr-i itibarîye ve ademîye terettüb edebilir. Nasılki bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i îfasıyla,

Hulusi Bey: Bu sefine bu günkü sefinelerden değil. Dümen devrinin sefinesi. Evvela Üstad temsilini o surette geçirmiş. Biz diyelim ki bir geminin mürettebatı vardır. Birde yolcuları vardır. Yolcular vazifedar değillerdir. Fakat mürettebat o geminin hizmetinde bulunanların ayrı ayrı vazifeleri vardır. Kaptanın da vardır. Değil mi? Gemi süvarisi denilen zatın da vardır. Gemide kamarotlık yapan kamaralara bakan adamın da vazifesi vardır. Ambarcının da vazifesi vardır. Etrafın temizliğini yapanında. Vazifeler taksim edilmiştir. Cüz’i vazifeleri olanlar o hizmetlerini ihmal ederlerse

-: Sefine gark olur.

Hulusi Bey: Ondan ticaretin de ziyanı var. Ayağını karaya basar basmaz doğru gemi idaresine gider der ki; “Gemide pislik, idaresizlik vaziyeti. Niye bakmıyorsunuz! Biz bir daha sizin geminizle seyahat etmeyiz.” Orda bir tabir vardı bakacaktım. 

-: Emr-i itibari

Hulusi Bey: Onları ben izah etmiştim. Fakat şimdi üzerimde değil ne bileyim ki akşam ondan bahs edilecek. Evet devam et.

-: Nasılki bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i îfasıyla, sefine gark olup bütün hademelerin netice-i sa’yleri ibtal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüb ediyor. Öyle de: Küfür ve masiyet, adem ve tahrib nev’inden olduğu için,

Hulusi Bey: Bir şey daha vardır başka sözde bir misal daha var. Mesela gayet güzel tanzim edilmiş bir bahçe. Çiçekler, fidanlıklar her şey var. Çeşitli meyveler bostanlar ekilmiş. Her zaman o bahçenin sulanması da o bahçenin üst tarafında hazırlanmış büyük bir havuzdan yapılıyor. O da tanzim edilmiş. Bu işe de cüz-i bir ücretle yalnız saatinde o havuzun akıntı yerini kapatan tıkacın çıkarılmasıyla vazifelendirilmiş bir adam var. Uykuda kaldı, ihmal etti. Suyunun akmasına mani olan tıkacı vaktinde kaldırmadı. O ağaç, o ağaçlar, fidanlar, sebzeler de hep boyunlarını büktüler. Bir gün gayet şiddetli sıcakta onların o zamana kadar çekilen emek hiçe çıkacak vaziyet hâsıl olsa. Bu adamın bahçesine gelip bakar ki; havuzda su duruyor, ona memur ettiği hademe o işi yapmamış. Bunu cezalandırsa diyecek ki: “benim, bana verdiğin ne? Bana bir ayda verdiğin şu kadar para. Bu parayla bu kadar iş görülür, beni niye mesul ediyorsun” dese haklı mıdır? O güzelim bahçenin bostanın bağı harap olmasını netice veren bir suç bütün o bahçede ki çalışan emekleri geçenlerin hepsinin emeklerini ne yaptı? Hiçe çıkardı. Elbette o bahçe sahibi o küçük ücretli memurdan şekva edecek onu cezalandıracaktır, bunda hakkı vardır. Onun için “benim cüz’i iradem var, cüz’i irademin bir hatasından dolayı beni neden mesul ediyor Rabbim” diyebilir mi insan?  Diyemez. Evet, iraden cüz’i ama yaptığın tahribat büyüktür. Evet, peki,

-: Öyle de: Küfür ve masiyet, adem ve tahrib nev’inden olduğu için, cüz’-i ihtiyarî bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip

Hulusi Bey: Emr-i itibarî hakikat de hariç de vücudu olmayan var kabul edilen emir, iş insanın fiilleri, kesbi gibi. İnsanın fiilleri kazancı gibi. Hariç de vücudu yok daha bir emr-i itibari vücudu haricisi olmayan, itibari.

-:  Küfür ve masiyet,

Hulusi Bey: Şimdi orta yerde bir cinayet yok. Bir adam herhangi bir vasıta ile bir cinayeti işlemiş olursa cinayete mi bakılır, yoksa elindeki şeyin ehemmiyetsiz bir meyve bıçağı ile bir adamı öldürecek yerine vurup da onu öldürdü diye bu bıçağı mı mesul etmek lazım? Meyve bıçağını mı mesul edelim, yoksa cinayeti işleyeni? Hangisini El-Hac? Evet. Yani olabilir şeyin. Şimdi ceza-i müeyyide denilen şeyler var kanunlarımızda, o cezaya teşebbüs edilmesin diye, vücudu yok. Eğer bir adam böyle bir suçu işlerse ona kanunda bir madde koyalım da bu işi işlemesin. Kanun yolu ile onu terbiyeli maymuna çevirmek için. 

-: Küfür ve masiyet, adem ve tahrib nev’inden olduğu için, cüz’-i ihtiyarî bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip müdhiş netaice sebebiyet verebilir. Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat, bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delail-i vahdaniyeti gösteren bütün mevcudatı tekzib ve bütün tecelliyat-ı esmayı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esma-i İlahiye namına Cenab-ı Hak kâfirden şedid şikayet ve dehşetli tehdidat etmek; ayn-ı hikmettir ve ebedî azab vermek, ayn-ı adalettir. Madem insan, küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor. Az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için ehl-i iman, onlara karşı Cenab-ı Hakk’ın inayet-i azîmine muhtaçtır.

Hulusi Bey: Hafız yok mu?

-: Var. Hafız Zihni hoca.

Hulusi Bey: Hafız. 

-: Efendim.

Hulusi Bey: Hafız! Bir nefsin ihyası

-: فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًۜا

Hulusi Bey: Bu başlardadır başlarda. Başını söylesen.

-: مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓى

Hulusi Bey: Bir katil sebebi ile beni İsrail üzere tevratta hükmeyledik ki kendiye kısas icab etmeyen ve yeryüzünde kat-i tarik gibi bir fesat işlemeyen. Yani kendi halinde kabahatsiz bir nefsi bir kimse katl eylese cem-i nassı katl eylemiş gibidir. Bütün insanları öldürmüş gibidir. Ve böyle bir nefsi avf veya katilden men, ya helakten halas ile ihya etse cem-i nassı ihya etmiş gibidir. Tahkik ben-i İsraile ayat ve mucize-i zahireler ile resullerimiz geldi bu irsal-i rusul ve tehdidatımızdan sonra onlardan çok kimseler yeryüzünde hadden mütecaviz katil ve hetk-i meharimde israf ettiler.  Bu ayet-i kerimede bir kimsenin nahak katli cem-i nassın katline teşbih, bu haysiyetten ki nahak sefk-i dima kan akıtmak ve katli adet edinmek ve halka bu âdeti göstermek ve ona teşvik etmektir. Binaenaleyh sirayetle cem-i nasa şamildir. Ve bir kimseyi katille çoğunun katli Cenab-ı Kahharın ğadab ve azabını celb eder. Bir hüccetle beraberdir. Bir ihya cem-i insanları ihyaya teşbih taarruzu katilden terhibtir. Ve nüfusu himayete terğib ola Allahu âlem.

Hulasası şu; Bir nefsin katli bütün insanların oda haksız haksız yere, bir nesin katli bütün insanların öldürülmesi gibidir. Bir nefsin ölümden kurtarılması muhafaza edilmesi, yani bir nevi diriltmesi bütün insanların hayata kavuşturulması gibi sevaplıdır. Bu iş böyle olunca buradan bir hukuk çıkıyor. Ona da şimdi ki adı savcılık olan şeyin hukuk-u umumiyeyi müdafaa edecek ve müdde-i umumilik denilen bir adli teşkilatın bulunmasını iktiza ediyor. Onun vazifesi hukuk-u umumiye namına dava açmak dava, davaya müdahale etmek, davayı takip etmek. Davanın mahiyetine göre ceza talep etmek beyanatta bulunmak. Davanın alacağı şekille, belki hakkında idam taleb edileni, suçu başkasının üzerinde zuhur ederse belki beraat ettirip diğer suçluyu mahkûm etmek işini isteyen kimdir? Adliyede bir makam var oda mudde-i umumi. Şimdi olmuş savcılık. Bu kuşdili devrinde de ne başına gelecek onu da bilmiyorum.

Hacı Mahmut Efendi! Uyku zamanı geldi. El insaf yoldan geldik. Bizim çektiğimizi biliyor musun sen?  Taaa Adıyaman’dan geliyoruz. Ne faide, yer sıcak olursa, uykuda hücum ederse buna tahammül mü olunur? Ne dersin Hacı Sabri? Sen bir dışarı çık eğer vakit geldiyse bir düdük çal. İstersen kardeşine havale et o dizlerini ovalayarak dışarı çıksın.

-: Kardeşlerimiz diyor ki saat dokuz.

Hulusi Bey: Yani yeter. Yeter susunuz. Ne diyor? 

-: Bilmiyorum diyor belki erkendir diyor bu manaya gelir.

-: Daha saat dokuz diyor.

-: Fethullah abide öyle söylüyor.

Hulusi Bey: Saat dokuz. Hâla okumaya devam edersen biz cümlemiz uyuruz. Vecde geldin mi?

-: Sofi dayı hale uyuyor.

Hulusi Bey: Ne diyor?

-: Sofi dayı hepimizin namına uyuyor.

Hulusi Bey: Kim? Ha o sofi. Yahu sofi seni görmüyoruz hiç. Allah Allah. Hadi gurbet diyarına mı gittin ne oldu? Haydi, duracak yere kadar götür de bizi azat edelim seni ha. Oraya kadar oku.

-: Elhasıl: Eğer kader ve cüz’-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemal-i iman sahibi ise,

Hulusi Bey: Bak ha. Dur dur. Hacı Mahmut ehl-i huzur kimdir?

-: Kamil bir iman sahibi ancak ehl-i huzur olabilir.

Hulusi Bey: Şimdi sana kapıyı açayım ondan sonra sende ehl-i huzura güzel mana verirsin. Cenab-ı Hak var mı? Her yerde hazır ve nazır mı? Biz nerde bulunsak biz onun huzurunda mıyız? Bizi her ne halde bulunsak görüyor mu? İşlerimizi biliyor mu? İçimden geçirip dışarıya vermediklerimizi de biliyor mu? Bunu böyle bilmesini öyle bir meleke haline getirmiş ki; mesela nefsi onu hoşlandığı bir şeye doğru götürürken içerden bir seda-i manevi “Eynallah?” Allah nerede? Diye diye onu öyle bir edeplendirmiş ki daima huzur-u ilahide bulunuyormuş gibi edebi tahsil etmiş vaziyette. İşte ehl-i huzur. İnsan fenalığa gider mi, ister mi? Nefis insanı fenalığa götürür mü? Nefsin tehlikesine karşı kendisini huzur da bilen kurtarır mı kurtarmaz mı? O huzuru, bunu kendisine bir meleke hâsıl ederse, içinden daima bir kuvvet. “Ne yapıyorsun? Bu helal değildir. Bu sana meşru kılınmamıştır.” Şimdi Hacı Sabri’nin dükkânının önünde bir takım şeyler var. Müşteri görsün de içeriye girsin diye. Müşteri geniş bir palto giymiş bir tanesini koltuğunun altına kıstırıp giderse, Allah görmedi mi?

-; Gördü efendim.

Hulusi Bey: Allah bilmiyor mu? Peki, bunu Cenab-ı Hak gördüğüne göre bu herifte kendisini ehl-i imandan saydığına göre, o ehl-i huzur mudur? Nefsi böyle zorladı. Hacı’da içeride sobanın başında müşteri ile meşgul kâh Kürtçe, kâh Zazaca, kâh Arapça konuşuyor. Böyle hareretli bir mevzu içerisinde. Fakat düşünüyor Hacı meşgul görmüyor amma, Allah görüyor. Onun için yapmayayım. Savuşup gidiyor. Bu nedir? Birisi ehl-i huzur, öteki ehl-i gaflettir. Hacı görmüyorsa Allah’ın görmesini bilmesini hiçe sayar. Allah muhafaza etsin. İnsanı insan edecek nedir?

 -; İman

Hulusi Bey: İmandır. İman insanı insan eder belki sultan eder. İnsanı sultan eder. Orada satırlarda kalmasın işte bize tesir etsin. Bu vaziyette hareket eden, ahlak-i İslamiye ile mütehallik olana ne denir? Ehl-i huzur denir. Kamil insan denilir. Hadi bakalım. Amin.

وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرينَ اِلى يَوْمِ الدّينِ

٭وَالْحَمْدُلِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ اَلْفَاتِحَة مَعَ الصَّلَوَاةُ٭

 

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız

 

 

Bir önceki yazımız olan 38) ON YEDİNCİ SÖZ DERS - 1 başlıklı makalemizde 17.söz ve onyedincisöz hakkında bilgiler verilmektedir.