Hulusi Bey: Ruhun terbiyesi, ruh deyince insanı asıl insan eden, cephesinin amili terbiyesi. İnsanı, insan eden nedir? 23. sözü dinle “iman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder” diyor değil mi? Ne ile? İman ile. İşte iman o ruhun bekası, beka bulacağını ve cesedi terk ettikten sonra, o cesede benzer bir kılıfı ile bir intizar salonunda yahut güzel bir bahçede, ebedi âlemi seyredecek, kabrini ziyaret edenlerle de münasebetini devam ettirecek. O ruh vaziyetine, ruhun terbiyesi. Benim anladığım manayı söylüyorum. Ruhun terbiyesi, insan şu kafesten ruhunun çıkacağı günü hesap etmek.
Bu kafesten ayrılacak o ruh. O misali bir cesede girip, kendi ameliyle nasıl kazanmışsa, ervah âlemine intikal ettiği zaman, ya memnun olacak bir vaziyette bulunur veyahut elim bir vaziyete düşer. İşte ruh terbiyesi ile bu kafeste ruhumu tutamıyorum ben. Yani ruh, bu bedeni terk edecek. Bu beden de anasıra inkılab edecek maddelerle dolu. Et, kemik, kıl bunlar hepsi toprak olacak. Fakat Cenab-ı Hak ihya ettiği zaman, o ruhu yine, ikinci ihyasında ki cesedine yine getirip onu koyacak. Fakat bu seferki ceset, o ilk ceset gibi olmayacak. Nimeti ve hikmeti, ne yemek bulamamaktan veya su bulamamaktan susaması gibi bir hal yok. Büyümek – küçülmek meselesi yok. Yani doğumundan, mesela 70-80 yaşına kadar insanın, terakkisi tedennisi gibi bir şeyleri var. Bu dünyada amma, ikinci neş’ede bu vaziyet yok.
Ehl-i imanın yaşları, ehl-i cennetin yaşları, hadis rivayeti ile 33’er olacak. 33 yaşında olacak ve onun daha ileri gitmesi yok. Ebedi hayatta, daimi gençlik şeysi muhafaza edecek. İhtiyarlanmak yok. O gençlik, o şebavet vaziyeti devam edecek. Onun için teselli ediyor değil mi? İhtiyara diyor ki “Merak etme!” diyor “Ebedi bir gençlik seni bekliyor.” Şimdi ihtiyarlar, bir söz vardır darb-ı mesel şeklinde söylenir.
Evet, “Sakallı cennete girmez, isterse evliya olsun.” Bunu söylerler. Evet, onun zımnında deniyor ki; “Sakallı olarak öteki âlemde evliya dahi bulunmayacak, enbiya aleyhimüsselam müstesna.” Ancak Peygamberan-i izam, onlar sakallı bulunacak. Onlara has bir şey. Onun için şimdi nedir? Mesela biz ümmet-i Muhammed’iz. Sakal bırakmak sünnet. Kimin sünneti? Peygamberin sünneti. Biz Hazreti Muhammed’e mensubuz elhamdülillah. Sakal bırakmakla, onun bir sünnetin âcizane ihya etmek istiyoruz. Evet, sünnete ittibamızın alameti, yoksa haşirde sakallı bulunmak için yapmıyoruz.
-: Efendim burada demek sakal ne nimetmiş. Orada peygamberler bırakıyor, burada has kullarına bıraktırıyor. Elhamdülillah.
Hulusi Bey: Hacı Abid’in hiç sesi çıkmıyor. Hacı Abid’in kulağına söyle.
-: Ben bunun yanında söylüyorum zaten.
Hulusi Bey: Sakal bırakmak sünnet, yalnız hocalara şeyhlere mahsus değildir. (Üstad Hz;) “Ben, benimle beraber, şarka nefyedilen şeyhlerden birçoğunu, şarktan nefyedilen birçoğunu, tahkir için sakallarını kestiler. Eğer ben sakal bırakmış olaydım benim de sakalımı kesmeye kalkacaklardı. Ben de sakalımı kestirmeyecektim, ölecektim. Binaenaleyh bu şey hakikat, inkişaf etmeyecekti.” Hâlbuki vazifesi var. O vazifeyi görmesi için, nesi lazım? Sakalsız olması lazım. İki sünneti yapmamıştır. Biri sakal, diğeri evlenmek. Eğer evli bulunsaydı, hulasası budur, evli bulunsaydı, bu vazifeyi yapamazdı. Çünkü hayatından başka dünya ile münasebeti kalmamış, o da diyor ki Allah’ın elindedir. Yani ecel ne zaman isterse Cenab-ı Hak beni o zaman huzuruna alabilir. Hiç kimsenin haddine değildir ki ona müdahale edebilsin. Çünkü ne bir saat ileri gider ne bir saat geri kalır. فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ Evet ecel öyledir. Ne bir saat ileri gider, ne bir saat geri. Cenab-ı Hak ne zaman takdir etmişse o zaman onu alır. Evet, şimdi işte kusur, şahısta aradılar aradılar kusur buldular. Daha neler uydurdular, nurculuk diye bize şey gönderdiler. Buranın postanesinden. Nurculuk diye bir şey gönderdiler. Ondan sonra 8 sene evvel Vefat etmiş olan Şeyh’ül-islam Sabri Efendiyi dirilttiler kabirden çıkardılar ona reddiye yazdırdılar. Fakat yalancının mumu yatsıya kadar yandı. Utanmak, haya etmek olmadığı için heriflerde.. Bunları Hacı Sabri’ye teslim edeceksin.
-: Allah onların cezasını verecek.
Hulusi Bey: Amenna… Fakat o Ceza ve mükâfatın mahalli de gelecek. Gelecek ya. İşte bahsinde bulunduğumuz ders, O haşirin muhakkak olacağına, zalim cezasını görecek, mazlum zalimden hakkını alındığını bilecek, görecek. Öyle bir âlem gelecek. Ancak o ahirete iman sayesinde mazlum, boynu bükük öyle iman sayesinde ohh Elhamdülillah diyor. Ben haksızlığa karşı diyor ki ben seni ebedi cehennem azabına mahkûm görüyorum senden intikamımı bu suretle alıyorum.
-: Allah onlara hepsine hidayet etsin biz hakkımızdan vazgeçiyoruz.
Hulusi Bey: Yok Allah onların hepsine hidayet etsin şeyi değil. O ayrı, o ayrı bir şey. Şimdi onun işine karışma. O’nun işine karışma da Cenabı Hak dilediğine hidayet verir. Evet, ayet hatırıma gelmiyor,
فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء
dilediğine hidayet eder dilediğini dalalette bırakır. “Eğer hepiniz hidayette olsanız, ben başka bir kavmi halkederim, onlar bana isyan ederler, ben de onları affederim.” diyor. Allah’ın işine de karışılmaz ha. Yani her isim mutlaka muktezasını istiyor. Cenab-ı Hakk’ın bir ismi de afuvdur, gafurdur, O da aff-ı mağfiret coşarak onda caridir. İnsanlar af için, ne yapmaları lazım? Suç işlemiş olmaları lazım. Bir darb-ı mesel halinde ağzımızda dolaşır. İnsan kusursuz olmaz. Yani bunu biraz daha şöyle incele, günahsız olmaz. Günahtan sakınmak, tam kendisini muhafaza etmek imkânı olmuyor. Evet, zelle bile Peygamberlerden zuhur etmiş. Demek ki bu şeyin içerisinde şey var. Ufak ama ufak, küçük kusurlar Peygamberlerden bile zuhur etmiş. Fakat biz onların halini şey edecek değiliz. Biz kendi halimize perişan halimize bakarsak. Evet, inşallah o büyüklerimizin cenah-ı himayesi altında, Kur’an’ın nuru altında, Cenab-ı Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın Liva-i Ahmedîsi altında, haşr-u cem’e layık görülenler zümresine, bizleri de kemal-i rahimiyeti ile Rabb-i Rahimimiz ilhak buyurur, katar, bizleri de saadeti de gösterir. Temennimiz budur umuyoruz Cenab-ı Haktan.. Onun nihayet rahmeti var. Vüs’at-i rahmeti var evet. Buyur
-: o zât, şu kâinatta tasarruf eden Rabb’in en büyük abdidir. Hem ekser enva’-ı kâinat o zâtın birer meyve-i mu’cizesini taşımak suretiyle onun vazifesini ve memuriyetini alkışlasa, elbette o zât, şu kâinat Hâlıkının en sevgili mahlûkudur.
(10.söz 5.Hakikat)
Hulusi Bey: Kim taşısa, kim?
-: O zât, şu kâinatta tasarruf eden Rabb’in en büyük abdidir. Hem ekser enva’-ı kâinat
Hulusi Bey: Enva-ı kainat.
-: O zâtın birer meyve-i mu’cizesini taşımak suretiyle
Hulusi Bey: Meyve-i mu’cizesini
-: Onun vazifesini ve memuriyetini alkışlasa,
Hulusi Bey: Ne demek? Mesela ağaçlardan onun risaletine şehadet eden, oldu. Ezcümle hanin-i ciz’ denilen kuru hurma ağacının müfarakat-ı Ahmediyeye aleyhisselatu vesselama tahammül edemeyip mescid-i nebevide deve gibi inlemesi. Sahabe arasında. Ondan sonra, Hz. Peygamber (A.S.M) minberden inip, onu kucaklaması, onu teskin etmesi. Kuru kuru efendim. Hangi tabiat, tabiata Allah hayırla ıslah ede eğer kabil ise. Ne tabiatı ya, kuru ağaç müfarakat-ı ahmediyeden inlerse; “Ey ehl-i iman, ey ümmet-i Muhammed, böyle bir zatın, sana şefi olacağını düşün de onun şu hayatta getirdiği şeriata ittiba et, sünnetiyle amel et.” Şu fesad-ı ümmet zamanında kendini kurtarmaya çalış, vah bize vah! Yazıklar olsun. Bir taraftan en mes’ud denecek vaziyette iken, diğer taraftan böyle bir zata ittiba etmemekle en elemli bir duruma kendimizi atıyoruz. Ondan sonra da Elhamdülilllah, ümmet-i Muhammeddeniz. Ne izzet veriyor bu.
İşte salavat-ı şerifeyi bana çok getirin buyuruyor Cenab-ı Peygamber (A.S.M). Nedir muradı? Salavat-ı şerife rahmet duası demektir. Şimdi bir halk arasındaki vaziyete gidelim. Buradan geçmiş gitmiş, yani dünya hayatına veda etmiş, ahirete intikal etmiş insanlar için. Birisinin ismi geçse, Allah rahmet etsin, deniyor değil mi? Allah rahmet etsin. Allah’ın rahmeti onun hakkını, niye rahmet dilediğimiz. Mesela; fukarayı gözetirdi. Tahsil-i ilme meraklıydı. Din bilgisine ehemmiyet verirdi. Elinden, dilinin döndüğü kadar halka dine karşı bağlılıklarını arttıracak sözler söylerdi, konuşurdu. Ondan dolayı rahmet diliyoruz. Neyse birçok evsaf-ı var. Ona mutlak rahmet dilediğimiz biliyorsak. Yahut bilenin şeyine inanıyorsak, ne kadar çok iyiliklerinden dolayı, rahmet diliyoruz. Peki, bütün iyiliklerin ukdesi, yani tesbihin imamesinde kim bulunuyor? Hz. Peygamber (A.S.M) Efendimiz – اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ – Sebep, işleyenler gibidir. Bütün o işleyenlerin, her birisinin sevabı kadar, Onun sevabı boyuna artıyor. Ne edecek bunu?
لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّر
Şanında bulunan bir zat, bu kadar sevabı ne yapacak. “Benim üzerime çok salavat getirin” emrediyor. Bu suretle münasebetimiz, olacak ki bizi tanısın. Ha! Salavat-ı Şerife’yi anladık. Demek ki rahmet duası ediyoruz. Çünkü bize çok şeyleri, çok hidayetimize vesile olacak şeylerin, hepsini kimden öğrenmişiz? Yani ne biliyorsak dine, imana, Kur’an’a dair. O şimdi şundan bundan aldığımız, onlar da ondan almışlar. Peki, bizi bu caddey-i müstakime Hidayet, eden vesile olan zata, rahmet duası etmeyelim mi? Edelim. O da bize emrediyor “Edin” diye. Biz de şuurlu edelim. Diyelim ki “Bizim Hidayetimizin vesilesi O’dur. Her şeyi ondan öğrendik. Dine, imana, Kur’an’a dair, her ne biliyorsak ve bundan sonra da ne öğrenirsek, hepsi onun dersinden alınlardan, alınarak öğreniyoruz. Öyleyse ne kadar onun üzerine rahmet getirsek.” E şimdi Peygambere de avama karşı söylediğimiz gibi “Allah rahmet etsin” Demek yakışık kalmaz. Onun İçin ne diyoruz;
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
Bak bize ne kadar müjde var. Her salavat-ı şerife okundukça, o salavat-ı şerifeyi getirenler, salavat-ı şerife ile beraber, Ona ravzasında, kendisine gösteriliyor, ümmetinden sana bunlar. O da bunların hepsini birer birer hem görüyor, hem tanıyor.
Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Rasulallah!
Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Habiballah!
Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Seyyid-el Evveline Vel Ahirin! Amin..
İşte salavat-ı şerifeyi getirmek kafimidir. Buraya geldik mademki rahmet duası ediyoruz, rahmet duasını yapmanın yani salavat-ı şerife getirmenin bir şeyside manasından anladık ki bizim Ondan gördüğümüz iyiliğe karşı. Peki, Cenab-ı Peygamber (A.S.M) münhasıran bana salavat mı getirin demiş? Yoksa başka emirleri de var mı? Var. Peki bir tanesini söyleyelim. Biz derslerimizde geçtiği için onun hafızı olmuşuz:
Kale’n-nebiyyi’l sallallahu teala aleyhi ve sellem;
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ
Ev kema kal, sadaka Rasulullah, ve neteka habibulluh. “Ümmetimin fesadı zamanında, kim benim sünnetim ile amel ederse, işler ise, işlerini benim sünnetime uydurarak yapar ise, ona yüz şehidin sevabı verilebilir.” Ben ne bileyim ki hangisi sünnet, hangisi değil? Ben sana en kolayını söyleyeyim. Abdest almak nedir?
–: Abdest almak farz.
Hulusi Bey: Yani hadesten taharet, İbadetler için taharet de şarttır, farzdır. Abdest almak farzdır. Farzı da Hanefi mezhebine göre dört, Şafi mezhebine göre altı’dır. Bizdeki dört nedir? Yüzü yıkamak kolları yıkamak, dirseklere kadar. Başın dörtte birini, bir bölümünü yaş elle meshetmek, iki ayağı yandaki iki yumru kemikleri aşacak surette yıkamak, iki ayağı, yıkarsın. Şafi’ye göre niyet, bir de birbiri arkasından yıkamak tevali, nedir? Bir de sünneti var. Bizde yıkanacak azalar 3’er defa yıkanıyor. Bu sünnettir. Ağza 3 defa su verilir. Buruna 3 defa su çekilir. Yüz, 3 defa yıkanır. Her bir kol dirseğe kadar, geçecek surette 3 er defa yıkanır. Bir defa başa mesh edilir. Kulakların içi, boyun mesh edilir. Her ayak, ayrı ayrı 3’er defa yine yıkarız. Bunlar nedir? Sünnettir. Şimdi hepimize ibadet, namaz farz değil mi? Evet, abdest almak da lazım mı? Farz değil de şu sünnet vecihi ile yapalım, doğru mu? Şimdi bunu yaparken, bunu söyleyeceğiz: Ağzımızı 3 defa çalkalayalım. Yani evvela eli, o işe başlamadan, alet-i taharettir. Çünkü her şeyi bununla göreceğiz, eli; 3 kere yıkamak lazım, ondan sonra ağza 3 defa su vermek. Burnuna 3 defa su verip, eğer oruçlu değilse ta yukarıya kadar çekip ondan sonra sol elle sümkürmek. Evet, başın şey gözlerin içerisi bizde şey değil. Yani yıkamak zarardır. Gözlerin içerisini. Gözleri değil de fakat şu saç bitiminden yani alnın şu yukarı kısmından kulakların kenarından çenenin altına kadar. Buraya kadar değil, böyle göğse kadar değil. Çenenin altına kadar. Evet, bunu 3 kere yıkamak. Şimdi Elimize suyu alsak bir, iki, üç, abdest oldu mu? Sünnet vechile yüz yıkandı mı?
Bunu sünnet vechile olması için, bir defa yüzümüze şey ettik mi? onu böyle her tarafa gezdireceğiz. 2. defa suyu alacağız. Yine öyle. Neyse bunlar malum şeyler. Fakat bunlar sünnettir, deyip geçmeyelim. O zaman düşünelim ki; Hz. Peygamber (A.S.M) Efendimiz, böyle abdest almış! Onu hatırlayalım. Tek salavat-ı şerife getirmekle kalmayalım. Sünnet diye, bize bıraktığı şeyleri de abdestten başladık ha! Sünnet olan şeyi. Bunları artık namazımıza da diğer şey de ibadetlerimize de teşmil edersek, başka şeyleri bırakalım.
Şimdi ibadetleri, İbadetleri mahveden kazancı yere veren, mühim bir illet malayanidir, dedikodudur. Bir araya geldi mi? Şu şöyleymiş, bu böyle imiş deyip, bunlarla meşgul olmaktır. Bu ister erkekler arasında, ister kadınlar arasında bunların hepsi zarar verir, kâr vermez. Kadınların terakkisi erkeklere göre daha kolaydır. Onlar kadınlıkları icabı böyle çok şeye, çarşıya müptela olmamak icap eder. Ama bugün iktizası başka. Onlar kendilerini daha çabuk çökertebilirler. Cenab-ı Hak murad ederse, kendileri de isterlerse. İşte o da hidayet. Bir kere oraya karşı bir muhabbet verse Cenab-ı Hak, O zaman seve seve o işi yapar. O zaman kazancını yele vermez. Dedikoduyu sevmez. Bilhassa geçen derste de söyledik yani şeyde artık umumileşmiş kabul günü, kabul günü bir araya gelip de, “Ne mutlu o hanımlara ki bir araya geldikleri zaman da dinden imandan bahsetsinler. Veyahut dini bir mecmuayı ve şu mübarek eserlerin küçüklerini alsın okusunlar da dedikoduya mecbur olmasınlar” fakat yok. İnşallah vardır, İnşallah vardır, temenni ederiz.
-: Bir kadının, Efendim hidayeti bir müslüman kocaya Cenab-ı Hak onu nasip etmişse, O büyük bir hidayettir. O kadının da artık..
Hulusi Bey: O bir lütuftur, o bir lütuftur. Yine tesettür risalesinde ne diyor? Mesela, ne bahtiyardır o koca ki; Evet, saliha hanımına uyar, kendi fısk-u safahatten kendisini çeker. Ne bedbahttır o koca ki; Efendim o koca ki hanımının Salihliğine …..
DUA
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلى يَوْمِ الدّينِ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمينَ
Cenab-ı Hak ve feyyazı mutlak hazretleri okunan dersten hasıl olan sevap hürmetine, ehl-i imanın bütün hastalarına acil şifalar, bütün dertlilerine acil devalar, bütün borçlularına ve çeşitli musibetlerin elemi içerisinde kıvrananlara o elemlerden kolaylıkla kurtulmalar nasibi müyesser eyleye. Suri ve manevi müşkilatlarını ve bizlerinde cümlemizin suri ve manevi müşkilatımızı hallu asan eyleye. Cümlemizin ahiri akıbetini hayr eyleye. Vademiz hitamına kadar iman ve İslam ve nur hizmeti yolunda fütursuz devam etmek cümlemize müyesser eyleye. Manileri bertaraf eyleye. Nümaata cesaret edenleri Cenab-ı Hak o emellerine muvaffak eylemeye. Afkan mücahitlerini komonistlere karşı mücahade de müzafer eyleye. Vademiz hitama erince o mübarek ve münci kelime ki buyrun;
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
son nefesi vermek cümlemize müyesser eyleye.
اَلْفَاتِحَةْ مَعَ الصَّلَوَاةُ
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız
Bir önceki yazımız olan 43) 10. SÖZ 5.HAKİKAT DERS 1 başlıklı makalemizde 10.söz5.hakikat hakkında bilgiler verilmektedir.