
Hulusi Bey
Hulusi Bey:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.
اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.
عَنْ اَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قالَ: قالَ رَسُولُ الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : : تجِدُونَ النَّاسَ مَعَادِنَ. خِيَارُهُمْ في الجَاهِلِيَّةِ
ila ahir.. Hadis. Ebu Hureyre
-: Ebu Hureyre hazretlerinden Resûl-i Ekrem (A.S.M) Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
Siz insanları altın, gümüş, bakır madenleri mesabesinde bulursunuz. İnsanların cahiliye devrinde hayırlı ve mümtaz olanları, dini emirleri iyice anlayıp, mucibiyle amel ettiklerinde İslâm devrinde dahi hayırlıdırlar. Emaret ve velayet hususunda da insanların hayırlı olanları,, amir olmazdan evvel riyaset ve velayeti, son derece hoş görmeyenler, haris olmayanlardır. İnsanların şerli olanları da ikiyüzlü kimselerdir ki, birine bir yüzle diğerine de başka bir yüzle gelirler.
Abdullah ibni Ömer hazretlerin Hafidi Muhammed bin Zeyd anlatıyor; bir gün halk dedesi Abdullah hazretlerine biz iş başında bulunanların huzurlarına gireriz de onlara karşı yanlarından çıktığımız zaman söylediklerimizin hilafını söyleriz. Huzurlarına girince onları metheder, yanlarından çıkınca, zemmederiz, dediler.
Abdullah ibni Ömer; biz bunu peygamber zamanında ikiyüzlülükten sayardık, buyurdu.
YALANIN HARAM OLDUĞUNA DAİR AYET VE HADİSLER
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى; وَلاَ تَقْفُ مَالَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ
Cenabı Hak, buyuruyor: İyice bilmediğin şeyin peşine düşme.
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى; مَايَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ
Allahu Teâla buyuruyor: İnsan iyi veya fena hiçbir söz söylemez ki, onu kayıt ve tespit için yanında hazır bir murakib bulunmasın.
İbni Mesud Hazretleri’nden gelen rivayete göre Resûl-i Ekrem efendimiz şöyle buyurmuştur: Doğru sözlülük iyiliğe iyilik de cennete yol açar. Kişi doğru söyleye söyleye Allah nezdinde Sıddıklar derecesine çıkar. Yalan, kötülüğe kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa, nihayet Allah’ın katında yalancılar defterine yazılır.
Abdullah Bin Amr ibn-il As radıyallahu anhden, Resûl-i Ekrem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Dört huy, her kimde bulunursa halis münafık olur. Her kim de bunlardan biri bulunursa onu bırakınca ya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur.
1- Emniyet edildiği zaman hıyanet eder. Söz söylerken yalan söyler.
Hulusi Bey: Emniyet edildiği zaman hıyanet eder. Bir.
-: Söz söylerken yalan söyler.
Hulusi Bey: Şöyle buyurun bu tarafa geçin.
-: Ahit ettiğinde ahdini tutmaz. Bir dava ve duruşma esnasında Hak’tan ayrılır, yalan dolan irtikâp eder.
-: Dördüncü esas.
Hulusi Bey: 10. sözün altıncı hakikatinden Dördüncü esas: esasları sayıyordu, dördüncü esasta kalmıştık. Bu söz 10. söz haşre dairdir. Haşirin ispatına dairdir. İman-ı bil ahireye dairdir. Bu söz şu ayeti kerimenin tefsiridir.
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭
فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَۜا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِ الْمَوْتٰىۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَد۪يرٌ
İşte dördüncü esasına kadar geldiğimiz şu ayet-i celilenin mübarek tefsiri olan bir dersin devamındayız. Cenab-ı Hak okuyacağımız şu dersten tam bir mütenebbih olmak nasip etsin. Öğrendiğimizden istifade edip başkalarına da faideli olmayı Allah kolaylaştırsın.. Amin..
-: Hem anlarsın ki: şu dünyadaki müzeyyenat ise Cennette ehl-i iman için rahmet-i Rahman’la iddihar olunan nimetlerin numuneleri, suretleri hükmündedir.
Hulusi Bey: Bir daha tekrar et. Hem anlarsın ki;
-: Hem anlarsın ki şu dünyadaki müzeyyenat ise..
Hulusi Bey: Hem bu dünyada da Cenab-ı Hak çok kıymetli şeyleri halk etmiş. Çok göze güzel görünen şeyleri yaratmış. Fakat bunlar ahirette yaptıklarınına ehl-i imana ahirette vaat olunanlarına kıyas edilirse ne vaziyettedir. Evet, söyle şimdi.
-: Cennette ehl-i iman için rahmet-i Rahman’la iddihar olunan nimetlerin numuneleri, suretleri hükmündedir.
Hulusi Bey: Asılları değil. Bunlar suretleridir. Şimdi buradaki suretlerini beğenirsek ve inancımızı aldığımız dersden istifade etmekle gösterirsek Cenab-ı Hak, bizi ahirette o asıllarına ulaştırır. İntihap bizdedir. İstersek verir, istersek hadi gidin der mi? Vermeyeceğim der mi? Der mi? Demek ki; Cenab-ı Hak o müzeyyenatın asıllarını nerede yapmış? Ahirette yapmış. Kime vadetmiş? Kendisine iman edenlerle ve amel-i salih işleyenlere. Neredeyken? Ölmez’den evvel bu dünyada iken ölmek de var mı? Soğuk bir şey ama herkesin böyle bir akıbeti var mı?
Her nefsin كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ Soğuttun yahu. Dünyadan elimizi çektirmeye niyet etmişsin galiba. Vallahi ister soğu ister sarıl herhalde bu iş olacak. Asıl hüner buradaki ziynetlere dalmak, ahireti unutmaktır. O zaman orada elimize bir şey geçmez. Burada geçenlere aslı gibi aslı makamında tutar, Ahireti hiçe sayarsak, sen istediğini o dünyada buldun. Gerisine de talip değildin zaten. Burada benden ne istemeye hakkın var? Şimdi hafız hoca bize söylesin. Cenab-ı Hak dünyayı isteyenlere dünyayı veriyor mu? Ahiretti isteyenlere onu da veriyor. Ayet-i kerimeyi oku da dinlesinler.
-:
وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَۚا وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ اْلاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَۜا وَسَنَجْزِى الشَّاكِر۪ينَ
Hulusi Bey: Diyor dünyayı (yuri-d-dünya) evet, yani dünyada iken, dünyayı isteyene Cenab-ı Hak dünyayı verir. Ahireti isteyene ahireti verir. Zatın biri de diyor ki; Cenab-ı Hak bu hayatta iken dünyayı isteyene dünyayı veriyor. Ahireti isteyene de ahireti veriyor. Bir tane kaldı. O da diyor ki: “Eyne!! nerede? yuridullah Allah’ı isteyen nerede?” Ama dilimizde var. Ne istiyoruz? “Cennetinle beraber cemalini de verdir. Bizi lika ile de mesrur et.” İsteğimiz var fakat onu esasla. Evet, bütün amellerimizin gayesi nedir? Ve nasıl olmalıdır?
-: Rıza-i ilahi..
Hulusi Bey: Rıza-i ilahi, işte rıza-i ilahi dâhilinde olursa bu amellerim mükâfatını kim verecek? Amellerin mükâfatı dünyevi maksatlara harcanmak gibi bir gafletle yapılırsa ne olur? Mesela efendi hazretlerine sofi denildi. Gaye bu. Yani kimse üzerine konuşmuyorum. Şu şöyle bu böyle değil. Fakat maksadı Allah rızası değil de halk rızası, halk nasıl hoşlanır? Nasıl hoşlanır neden hoşlanır? Eh namazı kılıyor, camide kıldığı zaman tadil-i erkâna da güzel riayet ediyor, fakat evde de küllüyor. Şimdi bu adamın namazı halk için mi? Allah için mi? Vebaline girmiyoruz isim söylemedik. Yani böyle olur ise, yapmakta olduğu amelin gayesi halkı hoşnut etmek olursa, o adam Allah’tan yarın bir şey istemeye Hakkı kalır mı? Yüzü kalır mı?
-: Kalmaz
Hulusi Bey: Mesele burada, Cenab-ı Hak kimlerin yüzünü ak yüz, kara yüz seçildiği zamanda ak eder? Bir sual? Ak olan ak, kara olan da karadır, hayır يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ var mı? Ne zaman? Orada mı? Ak yüzün kara yüzün belli olacağı وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ diye ayrılmaya başladığı zamanda فَر۪يقٌ فِى الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِى السَّع۪يرِ Olduğu vakitte nasıl seçilecekler? Bu kadar mahşer ehlinin içerisinden ak yüzlüler kara yüzlüler, suçlular nasıl seçilecekler? Kim seçecek? Kim seçecek? Cenab-ı Hak seçtirecek, kime seçtirecek? Meleklerine. Melekler nasıl seçecekler? Nasıl tanıyacaklar da seçecekler
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭
يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِس۪يمٰيهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ى وَاْلاَقْدَامِۚ
Mücrimlerin yüzü nasıl olursa mücrim sayılır. Kapalı tarafını açmaya çalışıyoruz aklımız erdiği kadar. Siyah yüzlüler mücrimdir. Ama dünyada parıl parıl bir yüzü vardı. Fakat mücrimler safında orada görülüyor. Simsiyah bir surat. Dünyada iken ak yüzlü mahşerde iken kapkara yüzlü.
Böyle bir gün var ha! Okudu işte يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ var mı? Olacak mı böyle şey? Demek ki o zaman böyle yeniden bir boya mı sürecekler? Yoksa boyayı sürecek boyalayıp öyle âleme gösterecek mi? Ehl-i mahşere bunun vaziyetini gösterecek mi? Meleklerin tanımasını kolaylaştıracak mı? E bu tamam kolaylaştıracaktır. Nasıl kolaylaştıracak? Yüzlerini kara yapacak. Şimdi güya şaka yapar “yüzün kara ola” der. Eğer bunun manasını biliyorsa o adama güzel bir beddua ediyor yani. Yani Ahiret yüzünde âleme karşı rezil vaziyete giresin. Ama bize teselli verecek bir cihet var. Dünyada ikbal sahipleri, eğer ahiret olmazsa, ehl-i iman burada boynu bükük bir vaziyette ahirete göçerlerse, böyle bir ma’dele-i Kübra madele-i ulya olmazsa, haşir kurulmazsa
فَر۪يقٌ فِى الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِى السَّع۪يرِ
olmazsa ehl-i Cennet cennete, ehl-i cehennem cehenneme sevk edilmezse, böyle bir gün gelecek mi? İnanıyoruz. Öyleyse ey ehli iman! Burada muvakkat, geçici bir dünyevi bir matlablarına nail olmuşsan, haline bakıp da dünya geldiğimizden pişmanlık hissetmeyelim. Biz çünkü Allah’a inandığımız gibi elhamdülillah ahirete de iman ediyoruz inanıyoruz. Ahirette ebedi bir saadetin olduğuna da inanıyoruz. Ehl-i küfür için, ehl-i küfür için orada ebedi bir azabın mahalli olan cehennemin vücuduna inanıyoruz. Bu gibiler için içimizden diyebiliriz “yaşasın cehennem”
-: ila cehennem
Hulusi Bey: Cehennem var mı oh!” Bu ömür geçti gidiyor yani kaç günlük ömrün var. Gidecek. Biz, bu meclis, başka bir türlü düşünen bir meclis değil, biz böyle yaparsak şöyle oluruz, bilmem ne oluruz değil. Biz Elhamdülillah müminleriz. Müminler Allah’a inandıkları gibi, ahiretin de vücuduna inanmışlar, cennete de inanmışlar, cehenneme de inanmışlar. Allah’ın azabına da lütfuna da inanmışlar. Evet, ikindi dersimizde de temas ettiğimiz gibi, Cenab-ı Hak ehl-i imana nasıl lütfunu gösterecek? Nasıl tarif edebilir misiniz? Bir zat lütfen tarif etsin!
-: Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne kalb-i beşeri hutur etmiş.
Hulusi Bey: Yani insan kalbinden bile düşünemez onu. Böyle ehl-i saadeti öyle mesrur edecek, sevindirecek bir vaziyet ahiret için var. Kimlere? İman ve amel-i salih erbabına! Öyleyse başka şeyi bırak sen şimdi yaşıyoruz. Yaşamamızın devamına bir had biliyor muyuz? Ne zaman bitecek? Belli mi? Yok! Fırsat elimizdedir sermaye ömürdür. Bu ömrümüzü ahireti için faideli bir vaziyete sokmanın çaresi, dünyada Allah rızası için iş yapmakta. Onun rızası ne suretle tahsil edilir, nasıl elde edilir Allah’ın rızası? Araya iltimasçı mı koyacağız? Nasıl elde edilir Allah’ın rızası? Allah’ın rızasını elde etmenin yolu ya! Söyleyin!
-: Emirlerini yapmak nehy ettiklerinden kaçmaktadır.
Hulusi Bey: Bizim yapacağımız da odur. Biz Allah’ı severiz, iddiamız var mı? Allah’ı severiz iddia ediyor muyuz? Doğru mu? Doğru mu? Ne zaman doğru olur?
-:
اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ
Hulusi Bey: Yani? Yani ne buyuruluyor? Beni seviyor iddiasında bulunanlara de ki; kime diyor Peygamber efendimize! De ki bu sözlerinde doğruysalar; benim sevdiğime uysunlar. O’nun sevdiği kim? Cenab ı Hak sevdiklerine her halde ölçüsüz bir surette lütfunu gösterecektir. En büyük lütfu da beklediğimiz, ümitle beklediğimiz nesidir? Cenneti ile beraber cemaline. Kime nasip eder? Onun sevdiğinin yolunda olana, onun sevdiğinin adı nedir? Korkma söyle söyle!
-: Hazreti Muhammed (S.A.V)
Hulusi Bey: Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem.
Ümmi âlimdir Muhammed
İman ederim ana müebbed
Allame-i mekteb-i ledünni
Hayrette bıraktı ins ü cinni
Kelime-i şehadet: اَشْهَدُ اَنْ لآَاِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ Cenab-ı Hak, bu mübarek kelime ile cümlemize istihtâmlar nasip eyleye, âmin.
-: Beşinci Esas: Hem anlarsın ki: Şu fâni masnuat fena için değil, bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamıştır. Belki vücudda kısa bir zaman toplanıp, matlub bir vaziyet alıp; tâ suretleri alınsın, timsalleri tutulsun, manaları bilinsin, neticeleri zabtedilsin. Meselâ, ehl-i ebed için daimî manzaralar nescedilsin. Hem âlem-i bekada başka gayelere medar olsun.
Hulusi Bey: Şimdi orayı geçme de, ehl-i ebed kim? Buradakiler hepsi ehl-i ebed mi? Ehl-i ebed miyiz? Sen Ehl-i ebed misin? Evet, evet doğrudur. Ehl-i ebediz ya. Yani ebedi olarak bu âlemde kalacak mıyız? Öyleyse bu âlemde ebedi kalacak gibi davrananların adı nedir? Ehl-i dünya. Ömürlerini ahireti kazanmak için çalışanların adı nedir? Ehli, ehl-i ahiret.
Bir üçüncüsü var, onlar kimler? Ehlullah! Allah’ın ehli, Allah’ın ehli kimlerdir onlar? İşte yine aynı mesele, buradaki yaşayışlarını, işlerini hep O’nun rızasını gözeterek yapanlar. İhlaslı müminler, ihlaslı müminler. Onlar ibadet ederlerse, nasıl ibadet ederler? Allah’ı görür gibi ibadet ederler. Allah, kendisi Allah’ı görüyor mu? Onun görmesi mümkün değil. Fakat ibadetini nasıl yapacak kul? Rabbim beni görüyor böyle yaparsa ibadetini onun huzurunda yapar. Bir iş tutarsa Rabbim görüyor. Şöyle insanların görmediği bir yer eline geçti mi her türlü fesadı karıştırmayı mubah addediyor. İnsanların görmediği ha, insanlar içerisinde belli olmayacak. Bu nasıl bir insandır? Nasıl bir insandır? Böyle mi olmak lazım? Rabbim beni görüyor biliyor. Hatta hatta, okuduk ya derste okuduk ya! Öyle bir Rabbimiz var ki kalbimizde geçenleri de biliyor. Bu bildiğine göre, bize o bildiğimiz fakat muktezasını yapmadığımız şekilde muamele eder. Sen herkese tavsiye ediyorum, diyorum ki Allah rızası esasında ahirete çalışalım. Biz Allah’ı görmüyoruz ama Allah bizi her halimizde bizi görüyor. İçimizi dışımızı bizden daha iyi biliyor. İhtiyaçlarımızı zamanından evvel, bize muntazaman yetiştiriyor. Öyle bir Rabbin daimi huzurunda bulunan neyi düşünecek? Bu huzurda bulunduğunu, orada O’nun hoşuna gitmeyecek, O’nun rızasına uyumayacak şeyi yapmamayı ister. Eh inanırız ama biz birazda dünyadan çekilemeyiz yani elbet. Menfaat var efendim. Bir söz vardır bir koltuğa iki karpuz sığar mı Hacı Ağa?
-: Sığmaz efendim
Hulusi Bey: E sığdır.
-: Sığmıyor
Hulusi Bey: Hem Allah sevgisini, hem kul sevgisini, hem dünya sevgisini, hem ahiret sevgisini sığdır. Allah’ı nasıl bilirsin? Görür, görmesi göze mi bağlı? Allah’ın gözü var mı? Haşa. Hiçbir şeye benzetilemez ki Allah. Ama görmesi var. Hiçbir şeyin görmesine de benzetilemez. O’na gizli aşikâr bir şey yok. Yüksek sesle söylenmiş, fısıltıyla konuşulmuş olan şeyler değil, belki içimizden geçirdiğimiz şeyleri de bilen bir Allah.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız.
Bir önceki yazımız olan 44) 10.SÖZ 5.HAKİKAT DERS 2 başlıklı makalemizde onuncu söz beşinci hakikat hakkında bilgiler verilmektedir.