45) “İMAN TEVHİDİ, TEVHİD TESLİMİ, TESLİM TEVEKKÜLÜ, TEVEKKÜL SAADET-İ DAREYNİ İKTİZA EDER.” İN İZAHI

45) “İMAN TEVHİDİ, TEVHİD TESLİMİ, TESLİM TEVEKKÜLÜ, TEVEKKÜL SAADET-İ DAREYNİ İKTİZA EDER.” İN İZAHI

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ٭

Aziz Kardeşim!

Mektubunuzu aldım. Sıhhat ve afiyetinizden memnun ve hayır duanızdan mesrur oldum. Havfullah ile inleyen kalbinizin hariçteki tereşşuhatı demek olan, gözyaşlarınızdan dolayı da sizi tebşir ederim. Allah korkusundan ağlayan göze, ebedi âlemin azap memuru olan cehennemin ateşi tesir etmez. Bu kardeşinizden mühim bir sual soruyorsunuz. Yalnız, sualde kelimelerin aslından biraz fark var. Sözün aslı şöyledir, “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.” Teslimiyet tevhid’den sonra geliyor. Bunun izahı için hususi dükkânımda acz ve fakrdan başka bir şey bulamadım. Yalnız sizin saffet ve ihlasınızı şefi’ tutarak Nurlu derslerin metninden ve şifahane-i Rabbani olan Kur’anın hazinesinden, fakir kalbime gelen manaları gayet kısa yazacağım. Bu dersin esası

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭

لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ ف۪ٓى اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ{٤}ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ{٥} اِلاَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭

İla ahir il ayet. 

Ayat-ı Beyyinatın tefsirinden; imanın hem nur, hem kuvvet olduğuna işaretle, hakiki imanı elde eden adamın kâinata meydan okuyabileceği ve imanın kuvvetine göre hadiselerin ağırlıklarını Kadir-i Mutlak’ın yed’i kudretine emanet edip, rahatla dünyadan göçüp, berzahta istirahat edip, saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabileceği, eğer tevekkül etmezse; dünyanın ağırlıklarının uçmaya değil, belki esfel-i safiline çekeceğini beyandan sonra, zikri geçen nurani vecizeyi yani: “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.” düsturunu vaz edip yanlış anlaşılmamak için de; Tevekkül bütün bütün esbabı reddetmek değil, belki dest-i Kudretin bir perdesi gözü ile o esbabı düşünerek teşebbüs etmek” de, fiili bir dua olduğunu ders vermektedir. Şimdi maksada gelelim.

1- İman ettim, inandım, kabul ettim demek kâfi değil. İman başta tevhidi yani (La İlahe İllallah) olarak mü’minun bih’a iman yani; Her şeyden evvel Allah’a imanı, tevhidi ister. Evet, tevhidsiz iman yalnız bir sözdür ki hiçbir kıymet ve mana ifade etmez.

2- Başta (La İlahe İllallah) tevhid olarak imanın şartlarına inanmakta kâfi değildir. Esfel-i safiline sükûttan kurtulmak için imandan sonra âmal-i saliha lazımdır. Bu da İslamiyetin erkânından olan feraiz-i İlahiyenin ifasını iktiza eder. Bu da, teslim kelimesi ile ifade edilmiştir. Şu halde tevhid teslimi iktiza eder.

3- Tevekkül; İman, tevhid ve İslamiyetten sonra geliyor. Malumdur ki; insana tekâlif-i İlahiye akıl ve buluğdan sonra teveccüh eder. Ne sabi ve ne mecnun mükellef değillerdir. Tekâlif-i İlahiyeyi ifa kolay değildir. Kulluk vazifesini yerine getirmek iktidarımızla mümkün değildir. Ubudiyetin en yüksek mertebesine yükselen Habib-i Rabb-ül Âlemin, ibadullahın hislerine tercüman olmuş ve kemal-i şefkatinden ümmetine

مَا عَبَدْ نَاكَ حَقَّ عِبَادَتِكَ يَا مَعْبُودُ

denilmek lazım geldiğini manen ders vermiştir. Hulasa; Zaaf ve aczin müntehasında iken semavat, arz ve dağların yüklenemediği emaneti kabul eden insan, Kavi ve Kadir-i Mutlaka tevekkül etmek, ondan bu mükellefiyeti edaya medet ve inayet niyaz eylemek zaruretindedir. Yoksa iktidar-ı cüz’isine güvenirse fahre ve gurura düşerek sükût eder. Teslimiyet, tevhid ve imana, medet ve inayet yetişmezse, tehlikeye girerler. Demek teslim tevekkülü iktiza ediyor, tevekkülsüz olamıyor ve bunlarla iman hakiki oluyor.

4- Tevekkülün saadet-i dareyni iktiza ettirdiği; imanı, zikredildiği gibi tekemmül eden insan, hilkatin hikmetini anlar. Vazifem ubudiyettir, itaattir, Rahmet-i İlahiye ye itimattır der. Kendisinde ve âlemde ve her şeyde, her yerde Hâlıkın Esma-i Hüsna’sının tecellisini görür, anlar, bu fani ömürde saadet-i ebediyeyi düşünür. Ahkâm-ı Kur’aniyeye, Sünenat-ı Peygamberiye ittiba ederek meşru dairede ubudiyet vazifesini yapar. Yani; bu fani ömür dakikalarını rıza-i İlahiyeye sarf ederek, bu manevi münbit arza, bâki çekirdekleri diker. Lâ yetenahi(*) hasılat alacağına, nihayetsiz Kerem ve Rahmet-i İlahiyeye imanı ile inanır. Böylece farize-i ömrünü bitirir. Elbette ve elbette böyle bir zat, hem bu dünyada hem ebedi âlemde mes’uddur ve saadet-i ebediyeye mazhar olacaktır. Cenab-ı Hak bizleri de bu hayırlılardan eylesin. Âmin.

5- Sizin, teslimiyet kelimesindeki maksadınızı da azıcık anlıyorum. Bunu yine İslamiyet’in erkânı ile tarif edeceğim. Ubudiyetin hulasası namazdır. Namaza girmek için hadesten ve necasetten pâk olmak ister. Nitekim 

مِفْتَاحُ الْجَنَّةِ الصَّلَاةُ ، وَمِفْتَاحُ الصَّلَاةِ الطُّهُور ٭صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ

Hadis-i Şerifi bu esası izah eder. Namaz, Rabbin yani; mekândan münezzeh, her yerde hazır, nazır bildiği Hâlıkın huzurunda, abdin kavli ve fiili bir ibadetidir. Demek İslamiyet veya teslimiyet, Rabbin huzuruna çıkmaya, mükâleme ve hitab ve İltifat-ı Rabbaniyeye mazhariyettir ki  الصلاة معراج المؤمن   buyrulmuştur. Demek İslamlığın en cami rüknü olan hakiki namazda bu hassa var. Uyanık her ruh, münevver her kalb, selim her akıl sahibi, İman ve İslamiyet’ten aldığı feyze göre bu zevki namazında bulur.

6- Ehl-i tarikin teslimiyeti, benim kasır anlayışıma göre; hayat yolculuğunda, emaneti kabzetmek zamanına kadar, bir aktab silsilesine bağlı ve kendi hükmünce ehil ve mürşid kabul ettiği bir zata teslim olmak yani; cüz’i iradesini, o zatın evamir ve irşadatına zorla itaat ettirmek, bununla rıza ve likaya mazhar olunacağını kabul etmektir. Bu hareketi ile o mürid; iman, tevhid, teslim ve tevekkül esaslarına riayetkâr olmakla beraber, başta şeytan ve nefs-i emmare olarak, nihayetsiz şerlere ve şerlilere dayanmak için kendisini mühlikelerden koruyacağını yakinen anladığı bir mürşide bağlanmak ve başta kalb, manevi cihazlarını talim edildiği gibi işleterek, vartalara düşmemek için mürşidinin irşadat ve ikazatı dâhilinde itimad ile yürümek ve nurani bir kafileye rızasıyla katılmak demektir. Mürşid ehil, mürid sabur ve teslimiyeti sarsılmaz olmak şarttır. Sureten mürşid olup, o nurani kafileye katılmayan sahtekârlar, hem dall ve hem mudill olurlar. (Asrımızda maalesef bunlar pek çoktur. O halde mürid, bağlanacağı zatı tecrübe etmeli ki, Dimyat’a pirince gideyim derken, evdeki bulgurdan olmasın. Tercübe; ahkâm-ı şer’iyye ve desatir-i Nebeviyye ile olur.) Şer-i Şerife muhalif, sünnete zıt hareketleri olanlara mürşid denilmez. Belki müfsid ve mudill denilir. Mürşid bulamayan Peygamberin bu kudsi emrine ittiba eder.

مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّت۪ى فَلَهُ اَجْرِ مِاَتِ شَه۪يدٍ ٭اَوْكَمَا قَالَ‌ صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ

Şahısların iradesi, mutlak mevzubahistir. Çünkü mesuliyete merci o cüz’i iradedir. Kusurlar cüz’i iradeye ve nefse, iyilikler  مَااَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ sırrınca kader-i İlahiye ye aittir. Ezel, zannedildiği gibi mebdede muhayyel bir uç değil. Belki maziyi, hali, istikbali içine alan bir tabirdir. İlm-i ezeli her şeyi muhittir, hiçbir şey ondan hariç olamaz. Fakat İlm-i ezeli fertler hakkında ne takdir etmiştir, bunu Enbiya dahi bilmez. (Bildirilmiş olanlar müstesna) Yukarıda zikredildiği gibi, biz kuluz, mükellefiz. Tekâlif-i İlahiye malumdur, şer’i hudud muayyendir. Emirler ve nehiyler tasrih edilmiştir. Tekâlif-i İlahiye yi, emirleri ve nehiyleri imtisal ederek kulluk borcumuzu ifa edeceğiz.

Rabbimizin zatını, O’nun ezeli ilmini düşünmek, lâ teşbih on gramlık terazi ile bütün mevcudatı bir kefesine alıp tartabilecek kadar nihayetsiz vüs’atteki teraziyi müvazeneye kalkışmaktan daha garib olur. Mesele çok derin, izah çok zaman ister. Acz, fakr ve noksandan başka sermayesi olmayan kardeşinizin kalbine gelip, kaleminden harf, kelime, cümleler olarak satırlarda ve sahifelerde görülebilen yazılar, ihlasınızla HAZİNE-İ İLAHİYE OLAN KUR’ANIN HAKİKATLİ TEFSİRİNDEN TECELLİLERDİR, dersem hata etmemiş olurum. İfadedeki düşüklük manadaki noksanlık, izahtaki eksiklik bana aittir. Sizin sualinize bir nebze cevab vermiş isem, bundan dolayı Allah’a nihayetsiz hamd ve şükürler eder, başta siz kardeşim olmak üzere, muhitinizdeki bütün Hakka âşık, sıdka müştak kardeşlere gerek ben ve gerekse buradaki alâkadar kardeşler namına nihayetsiz selam ve dualar eder, hayır duanızı niyaz ederim.

El Bâki,  El hubbufillah, Hulusi

 (*) Lâ yetenahi: Sonsuz, nihayetsiz (Naşir)

Orjinalini indirmek için tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 7) MUSTAFA GÜL AĞABEYİN MEKTUBUDUR. (ÜSTADIMIZ MAKAMINDA HULUSİ BEY EFENDİ!) başlıklı makalemizde mustafagül; üstadımızmakamındakiağabeyimiz hakkında bilgiler verilmektedir.