19. MEKTUB (MU’CİZAT-I AHMEDİYE) DERS-3
İkinci Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hem beşerdir, beşeriyet itibariyle beşer gibi muamele eder; hem Resuldür, risalet itibariyle Cenab-ı Hakk’ın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti, vahye istinad eder. Vahiy iki kısımdır:
Biri: “Vahy-i sarihî”dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi…
İkinci Kısım: “Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.
İşte her hadîste bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem’in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür.” Bir saat sonra cevab geldi ki: “Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem’e gitti.” Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin tevilini gösterdi.
Hulusi Bey: Tevilini gösterdi.
-: Üçüncü Esas: Naklolunan haberler eğer tevatür suretinde olsa, kat’îdir. Tevatür iki kısımdır.
{ Haşiye): Şu risalede “tevatür” lafzı, Türkçe “şâyia” manasındaki tevatür değil, belki yakîni ifade eden, yalan ihtimali olmayan kuvvetli ihbardır.}
Biri “sarih tevatür”, biri “manevî tevatür”dür. Manevî tevatür de iki kısımdır: Biri sükûtîdir. Yani, sükût ile kabul gösterilmiş. Meselâ: Bir cemaat içinde bir adam, o cemaatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse, cemaat onu tekzib etmezse, sükût ile mukabele etse, kabul etmiş gibi olur. Hususan haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa, hem tenkide müheyya ve hatayı kabul etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemaat olsa, elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delalet eder. İkinci kısım tevatür-ü manevî şudur ki: Bir hâdisenin vukuuna, meselâ “Bir kıyye taam, ikiyüz adamı tok etmiş” denilse; fakat onu haber verenler, ayrı ayrı surette haber veriyor. Biri bir çeşit, biri başka bir surette, diğeri başka bir şekilde beyan eder. Fakat umumen, aynı hâdisenin vukuuna müttefiktirler. İşte mutlak hâdisenin vukuu; mütevatir-i bil-manadır, kat’îdir. İhtilaf-ı suret ise, zarar vermez. Hem bazan olur ki; haber-i vâhid,
Hulusi Bey: Bu tevatür-ü bil mana oluyor. Yani az bir taam yüz kişiyi, iki yüz kişiye idare etmiş, fakat beyan edenler her birisi mesela yerini ayrı söylüyor, cemaatini ayrı söylüyor. Fakat hiç yalana ihtimali olmayan kişiler içerisinde o hadisenin vukuu kat’i olarak ifade ediliyor. Bu artık tevatür-ü bil manadır. Yani elifi elifine, harfi harfine tam mutabık olması şart değildir. Olmuş mu olmuş. Bu kadar taamda yiyecekte berekete dair numuneler bahsediliyor. Ama her birisi başka türlü söylüyor. Fakat gaye nedir, az bir taam bir mu’cize-i Ahmediye olarak çok insanlara kâfi gelmiş. Evet.
-: Hem bazan olur ki; haber-i vâhid, bazı şerait dâhilinde tevatür gibi kat’iyyeti ifade eder. Hem bazan olur ki; haber-i vâhid haricî emarelerle kat’iyyeti ifade eder.
İşte Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan bize naklolunan mu’cizatı ve delail-i nübüvveti, kısm-ı a’zamı tevatür iledir; ya sarihî, ya manevî, ya sükûtî. Ve bir kısmı çendan haber-i vâhid iledir. Fakat öyle şerait dâhilinde, nekkad-ı muhaddisîn nazarında kabule şâyan olduktan
Hulusi Bey: Nekkad. Nekkadı deme de orda dur cezm ile. Nekkad-ı muhaddisinin
-: Nekkad-ı muhaddisîn nazarında kabule şâyan olduktan sonra, tevatür gibi kat’iyyeti ifade etmek lâzım gelir.
Hulusi Bey: Yani tenkid eder. Hadis münakkidleri var. Tenkid etmişler, ne demişler, bu hadis değildir. Bazısı da hadistir demiş. Kimisi hadistir kimisi hadis değildir demiş. Fakat mesela bunların içerisinde Üstadın bahsettiği gibi İbn-i Cevzi gibi bir münekkid var ki o kadar tenkidde ileri gitmiş ki çok tahrir-i ehadis-i nebeviyeye de mevzu demiş. O da var.
-: Evet, muhaddisînin muhakkikîninden “El-Hâfız” tabir ettikleri zâtlar,
Hulusi Bey: Üçyüzbin hadisi hıfzına almış.
-: Muhaddisînin muhakkikîninden “El-Hâfız” tabir ettikleri zâtlar, lâakal yüzbin hadîsi hıfzına almış
-: Laakal, en az.
Hulusi Bey: Ahmed bin Hanbel hazretleri bir milyondan ziyade hadisi ravisi. Ya Hacı Ağa Cenab-ı Hak neler halketmiş.
-: Elhamdülillah
Hulusi Bey: Bu ümmette ne cevherler, ne yüksek zevat. Kimisi böyle fıkıh, şeriatın ahkâmı içerisinde kimisi tasavvuf babında, ayrı ayrı yerlerden ayrı ayrı kanallardan hep hakikata geniş geniş pencereler açmışlar. Allah cümlesinden razı olsun. Amin..
-: Lâakal yüzbin hadîsi hıfzına almış, binler muhakkik muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işa abdestiyle kılan müttaki muhaddisler ve başta Buharî ve Müslim olarak
Hulusi Bey: Elli sene efendi, elli gün değil! Elli sene İşa abdestiyle sabah namazını kılan. Yatsı abdestiyle sabah namazını kılan. Aynen bizim gibi canım!!! Uyku nerde kalacak. Hacı Ağa sen ayranı yine çek neyen lazım. Güzel rüyalar görüp..
-: Hiç uyumamışlar efendim.
-: Burdan yatsıyı teheccüdde gece kıldığı da çıkabilir mi?
Hulusi Bey: Ya teheccüd nedir. O bütün gecesini uyanık geçirmiş. Zatın biri diyor ki kırk senedir nefsim ya bir soğuk su, ya bir ekşi ayran ister hala onu ona vermemiş. Bu da insandır. Bizim nefsimiz, bize binmiş. Hadi diyor suya götür beni. Şimdi biz mi nefse binmişiz yoksa nefis mi bize binmiş? Hacı Ağa hele buyur sen. İnsaf et de söyle!
-: Buyur ne emrettiniz efendim!
-: Nefis bana binmiş.
-: Ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih ve kabul ettikleri
Hulusi Bey: Orda terliyor musun Kenan Çavuş?
-: Böyle İyiyim efendim.
Hulusi Bey: E niye orda oturuyorsun. Yer değiştir. Git biraz hava al.
-: Böyle iyi efendim.
Hulusi Bey: Dışarıda sonra üşürsün hasta olursun.
-: Ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih ve kabul ettikleri haber-i vâhid, tevatür kat’iyyetinden geri kalmaz.
Hulusi Bey: Hah şimdi oldu.
-: Evet, fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki,
Hulusi Bey: Hadis ile. Bak şimdi Haadis mi?
-: Hadis
Hulusi Bey: Hadis diyeceksin. Haadis sonradan olmuş demektir. Hadis ama mübarek Peygamberimizin güzel sözleri. İki mana arasında dağlar kadar fark var. Haadise diyorlar da şimdi kuş dilinde de olay olmuş diyorlar.
-: Ehadis efendim cem demektir. Yani çok hadisler.
Hulusi Bey: Ehadis
-: evet efendim. Hadis bir tek hadis demektir. Yani tek
Hulusi Bey: Şimdi burda hadis tabiri var.
-: birde ehadis.
Hulusi Bey: o hadis manasına gelmez. Şeyi bulun haadisi bul. Haadisi bulun.
-: kadim olmayan sonradan olan.
Hulusi Bey: Evet tamam. Onu diyoruz zaten kadim değil. Kadim midir hadis midir? Evet, Müftüzade olduğu bak nasıl yardım etti. Allah babana rahmet etsin.
-: Âmin Allah razı olsun efendim.
-: Haadis: yeni,
Hulusi Bey: Arkadaşımız yahu
-: Haadis; yeni, sonradan olan şey, değişen hudus eden.
Hadis; her söyleyişinde yeni haber gibi dinlemeye layık. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın sözü.
Hulusi Bey: Hadis. O hadis. Bir de havadis var hacı! Havadis. O da haberler olur. Yaa hazreti sofi inek öldü hap kesildi. Buyur buyur.
-: fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki,
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlîsine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki;
Hulusi Bey: Abdullatif gelemedi mi hafız?
-: İkindi dersinde vardı efendim. Gelmemiş.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمينَ *
اَللَّهُمَّ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا صَلاَتَنَا وَصِيَامَنَا وَقِيَامَنَا وَقِرَاءَتَنَا وَرُكُوعَنَا وَسُجُودَنَا وَقُعُودَنَا وَتَسْبِيحَنَا وَتَهْلِيلَنَا وَتَحْمِيدَنَا وَخُشُوعَنَا وَتَضَرُّعَنَا وَلاَ تَضْرِبْ بِهَا وُجُوهَنَا يَا إِلَهَ الْعَالَمِينَ وَيَاخَيْرَ النَّاصِرِينَ اَلْحَمْدُ لِلّٰه اَلْحَمْدُ لِلّٰه اَلْحَمْدُ لِلّٰه
Cenab-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, şu mübarek ders-i Kur’aniden, ders-i imaniden hâsıl olan sevab hürmetine, bizleri tarik-i müstakimde daim eylesin. Ebedi hayatın mukaddemesi olan, şu hayattan terhis oluncaya kadar, hizmeti imaniyede ve Kur’aniye’de sabit, kadem eylesin. Düşmanlarımızı izzet ve azametine havale ediyoruz. Onları tedipten hiçbir zaman aciz değiliz, onları ya ıslah etsin veyahut şerlerini iman ve İslam dairesinden ehl-i iman ve İslam’dan uzak etsin. Bütün geçmişlerimize rahmet eylesin. Bahusus bize şu mübarek dersleri armağan bırakan, ebediyete intikal eden, manen daima üzerimizde bizim sohbetlerimizi manevi kulağıyla dinleyen, üstadımızdan ebedi razı olsun. Âmin. Şu meclisimizden ruh-u seyyid-i mürselini de haberdar eylesin. Dünyada ziyareti ahirette şefaati ile biz taltif eylesin. Vakta ki dünyadan müfarakat zamanımız geldiği vakit, biz kurtaracak o mübarek kelime-i ki buyurun:
اَشْهَدُ اَنْ لآَاِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
bu kelimeyi uyanık olarak söyleyip, kalbimizden de tasdik sedasını duyurarak öylece rahmet-i ilahiyeye kavuşmak ve son nefesi bu mübarek kelime ile bitirmek cümlemize müyesser eylesin. Memleketimizi ve sair bilad-ı islamiyeyi her türlü afat, semavi ve arazi her türlü afat ve belayadan hafiz ismiyle muhafaza etsin. Din düşmanlarını her halde, şan-ı ulûhiyetine layık bir surette, İslam’a eza edemeyecek bir vaziyette bulundursun. Siyanet-i ilahiyesini ehl-i imandan esirgemesin. Habib-i Ekrem hürmetine, ism-i azam hürmetine, arş-ı kürsi hürmetine, levh-i kalem hürmetine, indinde makbul kulların hürmetine, Habib-i Ekrem aleyhi-s-selatu vesselamın hürmetine, Cenab-ı Hak umduklarımıza nail, korktuklarımızdan emin eyleye. Hastalarımıza, dertlilerimize acil şifalar ihsan eyleye. Yolcularımıza selametler ihsan eyleye. Cümlemizin ahir-u akıbetini hayr eyleye. Seyyiata dönmekten bizi muhafaza eyleye. Hidayetten sonra azanlardan eylemesin. Hidayet yolundan sabitkadem eyleye. Habib-i Ekrem aleyhi-s-selatu vesselama dua manasında olan selavat ile Habib-i Ekrem aleyhi-s-selatu ve-s selamın rızasını talep etmek hususunu da bize zevkli bir surette tattırsın.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
dediğimiz zamanda; ya Rabbi! O seyyidimiz Hz. Muhammed üzerine öyle salavat et ki; minel ezel ilel ebed, bütün mahlûkatın adedince, o mübarek zata rahmet eyle ki, o rahmet bize sirayet etsin ebedi hayatta bizi halas etsin. Amin. Lillah-il Fatiha-
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız.
Bir önceki yazımız olan 52) 19. MEKTUB (MU’CİZAT-I AHMEDİYE) DERS-2 başlıklı makalemizde ondokuzuncu.mektup hakkında bilgiler verilmektedir.