56) 26. MEKTUB 4. MEBHAS 7. 8. 9. 10. MES’ELE VE 28. MEKTUP’DAN DERS 3

ADAD

Hulusi Bey

 26. MEKTUB 4. MEBHAS 7. 8. 9. 10. MES’ELE VE 28. MEKTUP’DAN DERS 3

 Hulusi Bey: Gel birazda sen oku.

-:

Yirmisekizinci Mektub

Şu Mektub sekiz mes’eledir.

Birinci Risale olan Birinci Mes’ele

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّؤْيَا تَعْبُرُونَ

             Sâniyen: Üç sene evvel benimle görüştükten üç gün sonra tabiri çıkmış, tevili tezahür etmiş eski bir rü’yanızın, şimdi tabirini istiyorsunuz. Şimdilik o güzel, mübarek, müjdeli rü’ya mürur-u zamana uğramış, manasını göstermiş olan o rü’yaya karşı böyle desem hakkım yok mu:

نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ مَنْ ٭ غُلاَمِ شَمْسَمْ اَزْ شَمْسْ مِى گُويَمْ خَبَرْ

آنْ خَيَالاَتِى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْتْ ٭ عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْتْ

            Evet, kardeşim senin ile mahz-ı hakikat dersini müzakereye alışmışız. Hayalâtlara karşı kapısı açık olan rü’yaları, tahkikî bir surette mevzubahs etmek, tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden; o cüz’î hâdise-i nevmiye münasebetiyle, mevtin küçük bir kardeşi olan nevme ait ilmî ve düsturî olarak altı nükte-i hakikati, ayat-ı Kur’aniyenin işaret ettiği vecihte beyan edeceğiz. Yedincisinde, senin rü’yana kısa bir tabir verilecek.

Birincisi: Sure-i Yusuf’un mühim bir esası, rü’ya-yı Yusufiye olduğu gibi

Hulusi Bey: Sadıka, rüyay-ı sadıka

-: Rü’ya-yı Yusufiye olduğu gibi

Hulusi Bey: Yusufiye mi sadıka mı?

-:Rü’ya-yı Yusufiye

Hulusi Bey: Yusufiye ee,

Sure-i Yusuf’un mühim bir esası, rü’ya-yı Yusufiye olduğu gibi وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyeti misillü çok âyetlerle, rü’yada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakikatlar var olduğunu gösterir.

İkincisi: Kur’an ile tefe’üle ve rü’yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller.

Hulusi Bey: Bir daha,

-: İkincisi: Kur’an ile tefe’üle ve rü’yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller. Çünki Kur’an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe’ülde, kâfire ait şiddeti,

Hulusi Bey: Kur’anı açarsın kâfire ait azab ayetler gelir. Ondan müteessir olur.  Onun için ehl-i hakikat Kur’anla tefe’üle taraftar olmamışlar.

-: Çünki Kur’an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe’ülde, kâfire ait şiddeti, tefe’ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor. Hem rü’ya dahi hayr iken, bazı aks-i hakikatla göründüğü için şerr telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i maneviyeyi kırar, sû’-i zan verir.

-: Efendim bir şey akla geliyor. Üstad hazretleri İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubat’ından tefe’ülü var,

Hulusi Bey: Var. Kur’an’dan tefe’ül değil. Mektubattan tefe’ülü var. Bizim yanımızda o Sadi-i Şirazi’nin kitabından da tefe’ül etmiştir. Hepimize ayrı ayrı. Hazır olanların hepsine ayrı ayrı. Bakayım buda senin için, sizin için hepimize ayrı ayrı.

-: Bu şer’i mi? Bu tefe’ül şer’idir değil mi? Tefe’ül yapmak ser’i midir yani?

Hulusi Bey: Kur’an’dan yapmaya taraftar değiller diyor.  Kur’an’dan tefe’ül etmeye

-: Efendim tefe’ülde size neresi çıktı.

Hulusi Bey: Ne

-: Üstad hazretleri tefe’ül yaparken sizin hakkınızda tefe’ülde neresi çıktı.

Hulusi Bey: Bir şey çıktı ne bileyim.

-: Bir hatıradır Efendim.

Hulusi Bey: Asaf şeyi çıktı. Asaf Hazreti Süleyman’ın veziri, Asaf. Benim için açtığında o çıktı.

Evet.

-: Çok rü’yalar var ki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tabiri ve manası çok güzel oluyor.

Hulusi Bey: Evet şimdi ayn-ı zübeydiyeyi akıtan hanım, yani şeyden, Bağdat’tan tâ Arafat’a kadar, su götürüyor. Rüyasında görüyor ki; dört yolun orta yerine yatırılmış, bütün gelenler kendisine cinsi münasebette bulunuyor. O zamanlar İbn-i Sirin rüya tabirinde mahareti meşhur olan evliyaullahtan bir zat, var. Cariyesini ona gönderiyor. Diyor ki, de ki; ben bu gece böyle bir rüya gördüm. İbn-i Sirin diyor ki; o rüyayı söyleyince, diyor bu senin görebileceğin bir rüya değil. Bu senin görebileceğin bir rüya değil. Yani dört taraftan Mekke-i Mükerreme’ye gelenlere böyle bir hayrat yapmaya muvaffak olduğunu, bak rüyasında nasıl görünüyor kendisi. Herkes ona hayır dua edecek. O çöl gibi olan yerde, o suyun orada bulunması, hayat vermesi ne sebep olmuştur. Evet.

-: Çok rü’yalar var ki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tabiri ve manası çok güzel oluyor. Herkes rü’yanın suretiyle manasının hakikatı mabeynindeki münasebeti bulamadığı için; lüzumsuz telaş eder, me’yus olur, keder eder.

    İşte yalnız bu cihet içindir ki, ehl-i hakikat gibi ve İmam-ı Rabbanî misillü başta نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ dedim.

Hulusi Bey: نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ  Yani; ben ne güneşim ne geceyim, ne geceye taparım. Bana sen aydınlıktan haber ver, herkesin gördüğü, güneşten haber ver. Gündüzden haber ver ki söyleyeyim. Herkesin bildiği gördüğü şey. Evet.

-: Üçüncüsü: Hadîs-i sahih ile nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü nevmde rü’ya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş.

Hulusi Bey:

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭

لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَاءَ اللّٰهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُسَكُمْ وَ مُقَصِّرِينَ لاَ تَخَافُونَ إلى آخر الاٰية

Evet, rü’ya-yı sadıka var. Nübüvvetin bir rivayette kırk altı, bir rivayette kırk cüz’ünden bir cüz’ü. Burda kırk cüz’ünden mi dedi. Evet..

-: Nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü nevmde rü’ya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş.  Demek rü’ya-yı sadıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taalluku var.

Hulusi Bey: Neye baktınız?

-: Tefeüle bakmış, tefeül. Tefeüle bakmış efendim.

Hulusi Bey: Tefeül. Burada tefeül mü edeceğiz? Fala bakmak tefeül. Tefeül fala bakmak. Yani insan gaybı bilmeyi merak eder Sonra rüyanın da mademki göründüğü şekilde değil ekseriyetle başka şekilde görünür. Onu için ehline tabir ettirmek ister. Nasıl ki Kur’an, ehadis-i nebeviye tefsir ister,  rüya da tabir ister. Onun için ehlini bulmalı, salahat-ı hali olan kimseye söylemeli. Evet.

-: Demek rü’ya-yı sadıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taalluku var.

Şu üçüncü mes’ele, gayet mühim ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte talik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz.

             Dördüncüsü: Rü’ya üç nevidir: İkisi, tabir-i Kur’anla اَضْغَاثُ اَحْلاَمٍ da dâhildir; tabire değmiyor. Manası varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından,

Hulusi Bey: Mizacı bozuk adamın karışık Rüya görmesi gibi. اَضْغَاثُ اَحْلاَمٍ 

Al ayetten bul.

-:Yusuf kırk dört efendim. Kırk dördüncü ayet.

Hulusi Bey: Evet Türkçesini de oku

-: Ya mizacın inhirafından kuvve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor yahut gündüz veya daha evvel, hattâ bir-iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; ta’dil ve tasvir eder, başka bir şekil verir.

İşte bu iki kısım اَضْغَاثُ اَحْلاَمٍ   dır, tabire değmiyor.

Hulusi Bey: Yani bu hayaldir, hayal rüyada hayal. Kurar bişeyler. Geçen sene bu zaman bilmem ne olmuşsa o hayal ile yattı. Güya rüya görüyormuş gibi geçen seneki o hali kendi kendine bir takım bulur, kuyruk takar muyruk takar.

            Üçüncü kısım ki, rü’ya-yı sadıkadır. O doğrudan doğruya mahiyet-i insaniyedeki latife-i Rabbaniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar. O menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin nümuneleri nev’inden birisine rastgelir, bazı vakıat-ı hakikiyeyi görür. Ve o vakıatta, bazan hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir. Bu kısmın çok enva’ı ve tabakatı var. Bazı aynen gördüğü gibi çıkar, bazan bir ince perde altında çıkıyor, bazan kalınca bir perde ile sarılıyor.

            Hadîs-i şerifte gelmiş ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bidayet-i vahiyde gördüğü rü’yalar; subhun inkişafı gibi zahir, açık, doğru çıkıyordu.

             Beşincisi: Rü’ya-yı sadıka, hiss-i kabl-el vukuun fazla inkişafıdır.

Hulusi Bey: Mesela bir adamla görüşmek istersin böyle birden hayaline gelir. Bir de bakarsın kapı dövüldü birisi gelmiş seninle görüşmek istiyor. Gider bakarsın bende ermişim zannedersin ama o erme değil. Ermek mermek yok o hiss-i kablelvukudur. O hissi kabl-el vukudur.  Bazı şeyler olmadan evvel insana görünüyor. Evet.

-: Hiss-i kabl-el vuku ise, herkeste cüz’î-küllî vardır. Hattâ hayvanlarda dahi vardır. Hattâ bir zaman ben, bu hiss-i kabl-el vukuu, zahirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak, insanda ve hayvanda “saika” ve “şaika” namıyla aynı “sâmia” ve “bâsıra” gibi iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum.

Hulusi Bey: Yani birisi saika, bir sevk bir tarafa, bir tarafa gider. Durup dururken kalkıp Hasan efendiyi göreyim der. Hasan efendiye gideyim derken beklemediği bir şeyle karşılaşır. Ya sevdiği ya sevmediği biriyle karşılaşır. Efendim saika öyle..

Şaika da şevk hâsıl olur kendisinde, iştiyak hasıl olur, iştiha hasıl olur..   Ne diyor اَضْغَاثُ اَحْلاَمٍ    

-: o Eşraf, o kahinler bu bir karışık iştir.  Biz bunun te’vil ve tabirine alimlerden değiliz dediler.

Hulusi Bey: Ondan sonra şeyin aklına geldi, Yusuf aleyisselamı haber verdi. O geldi meseleyi halletti. Tamam.

-: Ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur hislere; -hata ederek- ahmakçasına “sevk-i tabiî” diyorlar.

Hulusi Bey: Hiss-i kabl-el vukua, sevk-i tabii diyorlar. Tabii tabii deme! Kaderi de kardaşım, kaderi de! Biz çok alışmıştık o zaman her sözün başında tabi tabi demeye, Tabii deme kardaşım tabii sevk-i kaderle de! sevk-i kaderle..

-: Hâşâ sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlahî sevkediyor. Meselâ: Kedi gibi bazı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.

Hulusi Bey: Karnı ağrıyanı görmüşüz. Karnı ağrıyanı çok görmüşüz. Otu yer, ondan sonra çıkarır, rahat eder, oynayarak gider.

-:Hem rûy-i zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevi hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkil-ül lahm kuşlara bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kabl-el vuku ilhamıyla,

Hulusi Bey: Şimdi birinci cihan harbinde, … ruslarla muharebe ettik biz. Şimdi bazı hayvanlar ölüyorlar. Uçurumdan aşağı gidiyor. Böyle muharebe kesilmiş bir vaziyette, duruyoruz bir de bakarız ki kerkerkez dediğimiz hayvanlar akbaba, Bir tanesi oooo yüksekte o tarafa doğru gidiyor. Nerden aldın gelir, gelir,geliir o gayya kuyusu gibi derenin içine girer. Oradan da telgraf çeker, emsali peyderpey başlarlar gelmeye, geriden. Bizde göremiyoruz ha, derenin içinde sonra laşe olduğu anlaşılır. Bu nedir? Bizim rahmetlik Hafız Hasan Efendi sıhhiye memuruydu ya o bahse geldi mi? Sıhhiye memuru, leşlerin temizliğine. ya Cenab-ı Hak’ın sıhıyye memurları da böyledir işte. Memleketin neresinde leş varsa onları öyle kartal gibi vahşi hayvanlar gibi mahluklarına rızık yapmış onları. Onları alıyor gidiyor. Sevk-i kadere mahsus. Evet.

 -: Hem rûy-i zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevi hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkil-ül lahm kuşlara bir günlük mesafeden,

Hulusi Bey: Akil-ül lahm değil mi? Evet, et yiyen hayvanlar, etle beslenen hayvanlar.

-: Bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kabl-el vuku ilhamıyla ve o saika-i İlahî ile bildirilir ve bulurlar.

            Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o saika ilhamıyla döner, yuvasına girer. Hattâ herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki, birisinden bahsediyorken, âni kapı açılarak tahminin fevkınde aynı adam gelir. Hattâ Kürdce durub-u emsaldendir:

Hulusi Bey: Hacı Sabri burda olsaydı daha iyi bilirdi;  نَاڤِ گُرْبِينَه پَالاَنْدَارْ لِى وَرِينَه

 yani kurdu söylediğin zamanda değneği hazırla…

-: Yani: “Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünki kurt geliyor.” Demek bir hiss-i kabl-el vuku’ ile latife-i Rabbaniye icmalen o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru ihata etmediği için; kasden değil, ihtiyarsız olarak bahsetmeye sevkeder. Ehl-i feraset bazan keramet gibi geldiğini beyan eder. Hattâ bir zaman bende şu nevi hassasiyet fazla idi. Bu hali bir düstur içine almak istedim, fakat yakıştıramadım ve yapamadım. Fakat ehl-i salahatta ve bahusus ehl-i velayette bu hiss-i kabl-el vuku’ fazla inkişaf eder, kerametkârane âsârını gösterir.

            İşte umum avam için dahi bir nevi velayete mazhariyet var ki, rü’ya-yı sadıkada, evliya gibi, gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyorlar. Evet uyku nasılki avam için rü’ya-yı sadıka cihetinde bir mertebe-i velayet hükmündedir; öyle de umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbaniyenin seyrangâhıdır. Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür.

Hulusi Bey: Güzel ahlâklı güzel düşünür.

-:Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı fena düşündüğünden, fena levhaları görür. Hem herkes için, âlem-i şehadet içinde, âlem-i gayba bakan bir penceredir. Hem mukayyed ve fâni insanlar için, saha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya mazhar ve mazi ve müstakbel, hal hükmünde bir temaşagâhtır. Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken zîruhların istirahatgâhıdır. İşte bu gibi sırlar içindir ki, Kur’an-ı Hakîm وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا  nev’indeki âyetlerle, hakikat-ı nevmiyeyi ehemmiyetle ders veriyor.

Hulusi Bey: Orada kal.

-: Altıncı

Hulusi Bey: Altıncı da mı kaldık?

-: Evet.

Hulusi Bey:

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ *       وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمينَ

تَقَبَّلْ مِنَّا وَاشْفِ مَرْضٰينَا وَارْحَمْ جَم۪يعَ مَوْتَانَا وَاغْفِرْ ذُنُوبَنَا وَذُنُوبَ وَالِدَيْنَا يَارَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ى صَغ۪يرًا٭ اَللّٰهُمَّ سَلِّمْنَا وَسَلِّمْ د۪ينَنَا وَلاَ تَسْلُبْ وَقْتَ النَّزْعِ ا۪يمَانَنَا وَلاَ تُسَلِّطْ عَلَيْنَا بِذُنُوبِنَا مَنْ لاَ يَخَافُكَ وَلاَ يَرْ حَمُنَا وَارْزُقْنَا خَيْرَىِ الدُّنْيَا وَاْلاَخِرَةِ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ٭ اَللّٰهُمَّ يَا مُفَتِّحَ اْلاَبْوَابْ اِفْتَحْ لَنَا خَيْرَ الْبَابِ٭ اَللّٰحُمَّ يَا مُحَوِّلَ الْحَوْلِ وَ اْلاَحْوَالِ حَوِّلْ حَالَنَا وَحَالَ الْمُسْلِم۪ينَ بِفَضْلِكَ وَكَرَمِكَ اِلٰى اَحْسَنِ الْحَالِ٭ اَللّٰهُمَّ يَا خَفِيَّ اْلاَلْطَافْ نَجِّنَا مِمَّانَخَافْ٭ اَللّٰهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اتِّبَاعَهُ وَاَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَرْزُقْنَا اجْتِنَابَهُ تَوَّفَّنٰا مُسْلِم۪ينَ وَ اَلْحِقْنَا بِاصَّالِح۪ينَ٭ اَللّٰهُمَ احْفَظْنَا يَافَيَّاضْ مِنْ جَم۪يعِ الْبَلاَيَا وَاْلاَمْرَاضْ اَللّٰهُمَ احْفَظْنَا يَافَيَّاضْ مِنْ جَم۪يعِ الْبَلاَيَا وَاْلاَمْرَاضْ اَللّٰهُمَ احْفَظْنَا يَافَيَّاضْ مِنْ جَم۪يعِ الْبَلاَيَا وَاْلاَمْرَاضْ كَٓافَّةً عَٓامَّةً بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ٭ وَ اٰخِرُ دَعْوٰينَا اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ٭اَلْفَاتِحَةَ

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız.

 

Bir önceki yazımız olan 55) 26. MEKTUB 4. MEBHAS 7. 8. 9. 10. MES’ELE VE 28. MEKTUP’DAN DERS 2 başlıklı makalemizde YirmialtıncıMektub hakkında bilgiler verilmektedir.