
Hulusi Bey
YİRMİBEŞİNCİ LEM’A (HASTALAR RİSALESİ) DERS 1
Hulusi Bey:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَٓائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَ شِفَٓائِهَا وَ نُورِ اْلاَبْصَارِ وَ ضِيَٓائِهَا وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْ
اَمِينَ
Cemiyeti kemiren hastalıklardan biride riya, iki yüzlülük.
Ebu Hüreyre (R.A) Resulullah sallalahu aleyhi vesselemin öyle buyurduğunu rivayet etmiştir. Kıyamet günü ilk defa çağrılacak olanlar Kur’an-ı Kerimi ezberleyenler. Allah yolunda öldürülenler. Çok mala sahip olan kimselerdir.
Üç zümre en evvela bunlar çağrılacaktır. Birisi Kur’an-ı ezberleyenler, ikincisi çok zengin olanlar mal sahibi olanlar, üçüncüsüde neydi?
-: Allah yolunda öldürülenler.
Hulusi Bey: Ha.
Allahu Teâla o gün Kur’an ezberleyenlere, ezberleyen hafızlara şöyle soracak “Ben resulüme indirdiğim şeyleri Kur’an’ı sana öğretmedim mi?”
“Evet, öğretin Ya Rabbi!”
“Bildiklerinle amel ettin mi?”
“Evet, gece gündüz ibadet ettim.”
“Yalan söylüyorsun.”
Bundan sonra Melekler ona yalan söylüyorsun derler.
Allahu Teâla şöyle der; “Bilakis sen falanca hafızdır densin istedin. Filan adam hafızdır desinler diye Kur’anı ezberledin. Ve öyle dendi. O arzun yerine geldi. Sonra mal sahibine gelir. Şöyle sorar. “Seni hiçbir kimseye muhtaç kılmayacak kadar nimetlendirmedik mi?”
“Evet, nimetlendirdin Ya Rabbi!”
“Verdiklerimle ne yaptın?”
“Sıla-i rahme riayet ve malımı tasadduk ettim.”
“Yalan söyledin. Meleklerde yalan söyledin derler.”
Allahu Teâla; “Bilakis sen falanca cömerttir densin istedin. Ve istediğin de oldu.”der
Sonra Allah yolunda öldürülen kimseye gelir. Niçin öldürüldüğünü sorar. “Senin yolunda cihat etmekle emrolundum, çarpıştım ve öldürüldüm.”
Allahu Teâla şöyle buyuruyor; “Yalan söyledin.” Melekler de “yalan söyledin” derler.
Allahu Teâla; Bilakis sen falanca cesurdur densin istedin. Ve istediğin oldu. Peygamber efendimiz ilave etti.
Ya Eba Hüreyye işte bunlar kıyamet günü ilk defa kendileriyle Cehennemin tutuşturacağı kimselerdir.
Allah muhafaza etsin. Allah buradayken bu zümreyi uyandırsın.
Şimdi demek ki amelimizde ihlas olmalı diyor. Bizim iç tüzük, talimatımız İhlas Risalesinde evet bizden ne isteniyor? Rıza-i ilahiden başka hiçbir gayemiz olmayacak. İşte bunu kavramamız lazım. En büyük eksiğimizdir. Şu mahşer meydanında ilk defa suale çekilecekler arasında Kur’anı ezberleyenler, zengin olanlar, fisebilillah cihatta ölenlerdir. Elbette bunlardan bu gaye ile mesela sırf Kur’anı ezberleyeyim, ahkâmı ile amel edeyim, başkalarına da faideli olayım, Allah rızası için Kur’anı ezberleyeyim. Öteki de Allah’ın razı olacağı şekilde bana ihsan buyurduğu nimetleri minnetsiz muhtaçlara ulaştırayım. Cenab-ı Hak öyle ferman buyuruyor;
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ
Yani sana verdiğim maldan “min baz” bir kısmını muhtaçlara tasadduk et. Bunda minnet yoktur. Çünkü malın hakiki sahibi, nimetin hakiki maliki benim. Ben sana verdim. İşte o benim sana verdiğim maldan nimetten muhtaçları nimetlendir, faidelendir. Benim rızam için öyle hareket et. İşte demek ki tehlikeli iş. Bu bizi Allah rızasından ayıran şey nedir? Nefsimiz, enaniyetimiz, benlik, desinler, desinler. Desinler ki efendi şöyle idi, efendi böyle idi. Yine aynı mevzuya geliyoruz. Cenab-ı Hak bizi şu onulmaz yaralı, bereli hastalıktan muhafaza buyursun. Sırf rıza-i ilahi esasına dayanan bir ubudiyet, bir kulluk bize nasip etsin. Hiçbir şeyde kimseye minnet istemeden Allah’ın rızasını gözetecek halis, muhlis Müslümanlardan eylesin.
Evet, cihat işinde fisebilillah mücahede de Şehitliğin mertebesine baksan, bak araya riya girince şehit oldu dediğimiz zatın böyle feci bir akıbeti var. İşte ilacı budur. İlacı, Allah rızasını esas tutmak. Bütün amelimiz bütün amelimizde. Öyle ise büyüklerin dediği evet, “halkın medh-ü zemmine ehemmiyet vermemek.” Halk medh ederse aldırmamak, zemm ederse aldırmamak. Hiçbir tesiri olmaya ha. Hâlbuki nefis bırakır mı? Bak, başkasını niye şey etmiyorlar seni medh ediyorlar işte. Evet, kelime-i şahadet getirelim değil mi Hacı Sabri buyur.
اَشْهَدُ اَنْ لآَاِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ
Allah senden razı ola. Yani gözünü yum bir de makara koyuverirsen, daha kuvvetli söylettirir.
Hadi bakalım. ben diyorum ki şu Hastalar risalesinden de okuyalım. Nerde, nereye götürdünüz onu? Madem buraya konmuş. Hem okuyalım hem de hakikaten mariz bir asırdayız. Eşimiz, dostumuz, din kardeşlerimizden çeşitli hastalıklarla muzdarib olanlar var. Çeşitli hastalıkları, hastaları bulunanlar da var. Yani onlarla onları meşgul eden böyle hastaları da var. Cenab-ı Erham-ür-Rahiminden niyaz ediyoruz ki Ya Erham-er-Rahimin! Bütün mü’min-i mü’minatın ve bunların yavrularının, akraba-ı taallukatının ne kadar hastaları varsa, hepsine acil şifa ihsan buyur, Âmin. Ne yapalım, başka kimimiz var? Kime yalvaralım? Madem dertliyiz, derman istiyoruz, kimden isteyelim? Dertlere derman kim verebilir? Hastalara şifa kim ihsan edebilir? Müşkilatı kim halledebilir? Korktuklarımızdan kim emin edebilir? Umduklarımıza kim bizleri nail edebilir? Bitmez tükenmek metalibimiz var, isteklerimiz var. Bu isteklerimize iktidarımızla binde birine dahi yetişemeyiz. Bütün bunları bize yetiştirecek elbette birine muhtacız. O da kendisini Rahman ve Rahim olarak bizlere tanıtan Erhamürrahimin rabbimizdir. Ya Erhamerrahimin bütün metalibimizi sen kerimsin istemeden verirsin. İkramın başka şeye benzemez. Bir bedel mukabili değil lütfunla, fazlınla, kereminle ihsan edicisin. Bu matlublarımızı başkalarının kapısına göndermeden doğrudan doğruya ikram buyur Ya Rabbi ihsan buyur, Ya Rabbi Ekramel-ekremin sensin! Erhamerrahimin sensin! Ya Erhamerrahimin irhamna Ya Rabbi, irhamna Ya Rabbi! Buyur.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلَّذِينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
Hulusi Bey: Niye o kadar yavaş okudun müftüzade.
-: Yanlış okumadım.
Hulusi Bey: Ayettir o. Bir daha.
-: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلَّذِينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
Hulusi Bey: Ne derler? اَلَّذِينَ o kimseler ki, اِذَا اَصَابَتْهُمْ Onlara musibet gelirse, gönderilirse ne derler? قَالُو derler: اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ Biz Allah’tanız, ona da döneceğiz. Biz Allah’ın mülküyüz. Rabbimize rucu edeceğiz, döneceğiz. Öyle ise denemek için bize gönderilen bu misafir memurlara karşı bu kadar merhametine mazhar olduğumuz halıkımıza şunlardan usanç ver hani misafirdir! Geldi mi misafir, misafire ikram lazım, hürmet lazım. Bunun en baştası “bunu nereden gönderdin” dedin mi işte o şekvadır. “Ben sana ne ettim ki bunu gönderdim Ya Rabbi!” Ama Ya Rabbi de diyor. Hâlbuki bu şekvadır. Bizim hakkımız şekva değil şükürdür.
اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ٭ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَّذِينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ ٭ وَالَّذِى هُوَ يُطْعِمُنِى وَيَسْقِينِ وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ ٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭
-: BİRİNCİ DEVA: Ey bîçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nevi dermandır. Çünki ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi’ olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor.. tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darb-ı mesel dillerde destandır ki; “Musibet zamanı çok uzundur, safa zamanı pek kısa oluyor.”
İKİNCİ DEVA:
Hulusi Bey: Yoo ikinci deva değil. Şimdi bu devayı, birincisini böyle okuduk sabır ha. Şimdi onun üzerinde duracağız. Bir daha lütfen!
-: Ey bîçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nevi dermandır.
Hulusi Bey: Ne demek biçare! Çaresiz. Yani hastalık onu ümitsizliğe itmiş. Hekimler çare bulamıyor, diyor. Öyle bir hastalığa düşmüş. Ey biçare hasta! Birçare mi zannediyorsun! Biçarelerin, biçarelerin çaresine kim bakabilir? Ya, o biçarelere merhamet edecek zat kendisini Erhamürrahimin olarak bize tanıtan zattır. Öyleyse merak etme. Teselli veriyor. Biçarelere çareyi verecek. Her şeyi vermeye muktedir olan zattır. O kimdir? Allah’ımızdır, Onu nasıl biliyoruz? Erhamurrahimin. Ne demek Erhamurrahimin? Cenab-ı Hak mahlûkuna kendi halkettiklerine karşı Onda o kadar merhamet hissi var ki kulların arasında en merhametli analardır. O bütün anaların insan, hayvan, nebatat, bunların analarının şefkati toplansa umum, umum ancak ilahi merhametin karşısında bir lem’adır ki parlar söner. A bu kadar. Öyleyse Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz diyeceğiz. Onu biz tarif edemeyiz başka türlü. Nihayetsiz merhameti vardır. Sen öyle çaresiz kalma, çaresizlerin çaresini temin edecek Rabbin var. O sana acıyan O’dur, O. Peki,
-: Merak etme, sabret.
Hulusi Bey: Şimdi ilaç veriyor ha! Geldi nabzını tuttu, doktor. Sen de öyle bir çaresizlik. Artık bana ilaç tesir etmiyor. Bana doktorlar dediler ki “Artık bunda faide yok. Yolcu” ha öyle mi dediler? Merak etme, Merak etme! Sabret! Niye? Çünkü Senin ömrün, bu suretle çok meyveli bir ağaca benzeyecek. Eğer sabırsızlık gösterirsen o şekva olur. Şimdiye kadar ömründe geçirdiğin zamanın düşün! Ne kadar geçti 50 sene, 60 sene bir gün Başın ağrıdı mı? Hiç hatırlamıyorum. Şimdi başın ağrıyor. İşte şimdi yeni meyve veriyor. 50 sene, 60 sene sana sıhhat afiyet veren Rabbine karşı bugün böyle kanatları kırık bir kuş yavrusu vaziyetinde öyle melül mahzun durma. Sabret! Sana mükâfat verecek. Ömrün varsa burada da gösterir sana. Ömrün eğer bitecekse Bu hastalık senin ölümünle neticelenecekse ebedi hayatında sana bu sabrının mükafatı olarak Cenab-ı Hak sana mükafat verecek. Peki, bunun delili ne? Kur’an’dan delil ver, Kur’an’dan! Biz başka şey anlamıyoruz.
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Allah sabredenlerle beraberdir. İşte o kısa ömrümüz, o hastalık sebebiyle ile uzun bir ömür mahiyetini alıyor. Hem yatırır bizi, hem bize boyuna hasene, defterleri doldurur. Biri sorarsa ne diyoruz? “Elhamdülillah iyiyiz. Biraz rahatsızlık verdi Cenab-ı Hak demek beni seviyormuş. Beni kendi nefsime, havale etmemiş. Bana merhamet ediyor.” Bana eza etmek için verilmiş değil. Belki aziz bir misafirdir, Rabb-i Rahimimin izniyle, emri ile gelmiş, Benim kısacık ömrümü meyveli uzun bir ömür vaziyetine, faideli bir ömür vaziyetine geçirecek. Ben bundan şikâyet etmiyorum. Rabbime hamd ediyorum. Bu kadar zaman sıhhat afiyette bulundurdu, Onun Şükrüne keffaret olsun. Sıhhat ve afiyette bulunmaktan bize bir şükür yüklemiş. O vakit şükrünü yerine getir. Nerdeee! Bizim bu aczimizi Cenab-ı peygamber aleyhisselatu vesselam efendimiz :
سُبْحَانَكَ مَا شَكَرْنَاكَ حَقَّ شُكْرِكَ يَا مَشْكُورُ
ile ifade ediyor. Yani sen öyle şükre layık bir meşkürsun ki senin hakk-ı şükrünü biz nasıl yerine getirebilelim? Elbette getiremeyiz. İşte hastalık vasıtasıyla bizim o şükürsüz geçen ömrümüzün kefaretini Cenab-ı Hak ihsan ediyor, Ömrümüzü kıymetlendiriyor, faidelendiriyor. Evet, söyleyecek daha çok şeyler var. Fakat bunları da böyle peşin söylüyoruz ki diğerlerini anlama kolay olsun, yeknesak rahat geçen ömür meyvesiz ağaca benzer. Yeknesak rahat ömür geçirmek, meyvesiz ağaçtan ne kadar şey edersin! İyi bir ağaçtı, ben diktim ama işte Allah nasip etmedi elma, bir kayısı yemedik. Peki, bu nimetin artması için bizden ne istiyor Cenabı Hak? Şükür istiyor, verdiği az nimete karşı başından ziyade “Elhamdülillah, Ya Rabbi şükür sana! Evet, bana bir kuru ekmek ihsan etmiştin, kuru ekmeği de vermezsen ben nasıl tedarik edebilirim?” Diye başkalarına gözünü dikmeyecek ha! Yok, çalışma var. Çalışacaksın fakat biz dilenciyiz dilenci. Kimden dileneceğiz? Zillete girip onun, bunun ayağını öperek dilenmeye, İslamiyette izin yok. Müsaade yok. Ya ne yapacağız Rabbimize karşı, Onun için:
اَنْتَ الْمُعْط۪ى وَ اَنَا السَّٓائِلُ اِلٰهِٓى
Ya Rabbi Veren sensin, isteyen benim.
اَنْتَ الْمُعْط۪ى وَ اَنَا السَّٓائِلُ اِلٰهِٓى
Bizi öyleyiz şimdi bu vaziyetteyiz. Rabbimize karşı daima istiyor ver, ver, ver, ver, ver! Vermesi ile bitecek değil ki mübarek hazine, dolu! Bizim gibi açgözlüleri ancak öyle ğına-i tam sahibi bir Rabb-i Kerim doyurur. Binlerce hamd-ü şükürler olsun ki yalnız Onu kendimize Rab tanımışız. Bütün nimetleri Ondan biliyoruz. Başkasının minnetini çekmiyoruz. Hadi bakalım ikinci devaya geç!
İKİNCİ DEVA: Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Çünki ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki;
Hulusi Bey: Malum.
-: Namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfî ibadetlerdir ki; hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede, aczini, za’fını hisseder. Hâlık-ı Rahîm’ine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyasız, manevî bir ibadete mazhar olur. Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan şekva etmemek şartıyla, mü’min için ibadet sayıldığına rivayat-ı sahiha vardır. Hattâ,
Hulusi Bey: Rivayat-ı sahiha dediği Yani Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam’ın sahih hadisleri var, beyanları var.
-: Hattâ bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivayet-i sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir.
Hulusi Bey: Hacı gözünü aç. Öyle değil. Çok kendinden geçtin ya. Öyle beni meşgul ediyorsun ama. Sana kim dedi o kadar mideyi doldur da gel?
-: Ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü, bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekki değil, teşekkür et.
Hulusi Bey: Şimdi bu sabırsız. Ama ibadeti de var. İbadetler müsbettir de müsbet var. İşte namaz, niyaz, dua şu bu.. Menfi ibadetler; hastalıklarla, musibetlerle gelen o vaziyete müptela olanların yaptıkları ibadettir. Nasıl ibadet o? Nasıl ibadet?
-: Şekva etmezse ibadettir. Şekva ederse ibadete girmez.
Hulusi Bey: Ha! Şimdi sabırsızlığa düştü, değil mi? Namaz kılamıyorum, evradım vardı efendim, okuyamıyorum. Delail okurdum. Kur’anda günde bir cüz Kur’an okurdum. Ondan sonra nafile namazlar kılardım. Teheccüde kalkardım. Şimdi onların hiç birisini yapamıyorum…
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 56) 26. MEKTUB 4. MEBHAS 7. 8. 9. 10. MES’ELE VE 28. MEKTUP’DAN DERS 3 başlıklı makalemizde yirmisekizincimektub hakkında bilgiler verilmektedir.