اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ اِلاَّ اللّٰهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭
Bu mev’izemiz de Allah’ı tanımayan, Peygamberi bilmeyen, bundan dolayı Miraca inanmayan ve inkâr edenlere hitap edeceğiz.
Ey inkâr eden adam! Bu kâinat gayet muntazam bir memleket, gayet muhteşem bir şehir ve gayet müzeyyen bir saraya benzemiyor mu? Öyle ise bu muntazam memleketin bir hakimi, bu muhteşem şehrin bir maliki, bu müzeyyen sarayın bir ustası vardır. Bu memleket, bu şehir ve saray, elbette kendi kendine olamaz. Bu âlem, bu memleket, bu şehir ve saray ile en çok alakası olanlar insanlardır. Elbette bu memleketin sahibinin, sanatlarıyla ciddi alakası olan insanlarla bir münasebeti, onlara mukaddes bir hitabı ve âli bir teveccühü olacaktır. Bir dükkâna gidip, ya hoşuna gittiğinden veya merak ettiğinden yahut ihtiyacından bir şeyi sormak, öğrenmek veya almak istesek, dükkâncı sana o şeyin adını, ne işe yaradığını veya fiyatını söyleyecektir.
Bu kâinatın Bani-i ve Sani-i de mademki zerrelerden güneşlere kadar, mülkünde yarattığı her şeyle alakalı her şeyini soracak, anlayacak yüksek duygulu insanları yaratmıştır. Bütün bu insanların babası olan Hz. Âdem’den (a.s.) şimdiye kadar şu münasebeti en mükemmel olarak küre-i arzın yarısını, insanların beşte birini tasarrufuna alan ve kâinatın manevi şeklini değiştirip ışıklandıran Hz. Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem) göstermiştir. Öyle ise Hâlık’ın insanlarla münasebetinin en son derecesi olan Mi’rac ona pek lâyık ve muvafıktır. Aklı, vicdanı ve şuuru olan insan, bunu böyle kabul eder.
Ey münkir! Mademki şu kâinat ve mevcudat var. Ve içinde işler ve icatlar var, görüyorsun. Muntazam bir iş, bir işleyici ister. Manalı bir yazı, yazıcı ister, sanatlı bir nakış, nakışçı ister. Bunları da biliyorsun. Elbette şu kâinatı dolduran hikmetli işlerin işleyicisi ve yeryüzünün her mevsiminde tazelenen hayret verici nakışların ve manalı yazıların bir kâtibi, bir nakkaşı vardır. Mademki, bir işte iki hâkim, bir köyde iki muhtar bulunsa intizamı bozuyorlar. Sinek kanadından ta göklerdeki yıldızlara kadar hiçbir intizamsızlık görünmüyor. Öyle ise “Hâkim” birdir.
Yıldızların, güneşin ve ayın muntazam hareketlerinden, ta ağaçların çiçeklerine kadar her bir şey Kadir-i Ezelinin onlara verdiği şeyleri tayin ettikleri işleri gayet muntazam bir surette yapıyorlar. Demek o Hâkimin emri ile işliyorlar. O Hâkim yaptığı hikmetli işlere ve gösterdiği kudret eserlerine bakılırsa bir Sultan-ı zül Celal’dir, ihsanlarına bakılırsa gayet Rahîm bir Rab’dır, Güzel sanatlarına bakılırsa sanatını çok seven bir sanatkârdır, zinetli ve meraklı sanatlarına bakılırsa insanları eserlerini beğendirmeye celb etmek isteyen Hâkim bir Halik’tır
Bu âlemin yaratılışındaki akılları hayrete düşüren tertibatın ne demek olduğunu ve mahlûkların nereden gelip, nereye gideceklerini insanlara bildirmek, kendisini tanıttırmak ve sevdirmek isteyen bir Rahmanürrahîm’dir. Elbette böyle bir Hâkim ve Rahîm olan Allah insanlardan ne istediğini onlara içlerinden biri vasıtası ile tebliğ ettirecektir. Bir muallim tayin edip ders verdirecektir. (Malumdur ki içinde ne yazılı olduğu bilinmeyen bir kitabın öğreticisi olmazsa o kitap manasız kâğıt olur.) sevdiği sanatlarını teşhir edecek bir zatı huzuruna getirip bu ilana vasıta edecektir.
Mademki hakikat ve hikmet böyle istiyor. Şu vazifelere en lâyık Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) dir. Ve bilfiil bu vazifeleri en mükemmel surette yapmıştır. Öyle ise bu zat bütün kâinatın üstüne çıkıp bütün mevcudattan geçip bir makama girmelidir ki bütün mahlûkatın Hâlık’ı ile umumi, yüksek bir sohbet etsin. İşte Mi’racın hakikati de budur.
الاان احسن الكلام
Orjinali indirmek için tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 5) MİRACIN HAKİKATİ HAKKINDA HUTBE başlıklı makalemizde mirachutbesi; hakkında bilgiler verilmektedir.