66) ONBEŞİNCİ MEKTUB DERS-2 (Velayet-i kübra, velayat-i süğra’nın izahı)

ADAD

Hulusi Bey

ONBEŞİNCİ MEKTUB DERS-2

(Velayet-i kübra, velayat-i süğra’nın izahı)

Hulusi Bey: Evet dikkat edelim daha istifade edeceğimiz çok şeyleri var.

-: Keşif ve keramet orada az görünür.

Hulusi Bey: Hah bak geldi oraya. Keşif ve keramet sahabe-i kiramda az görünüyor, lüzum yok.

-: Hem evliyanın kerametleri ise, ekserîsi ihtiyarî değil.

Hulusi Bey: Bak ekserisi ihtiyari değil. Çünkü onlar da, kadın adet görmesine benzetiyorlar. Keramete sahip değildir. Hakiki evliyaullah kerametten içtinap ederler, ihtiyarsız olur onlarda. Hakiki evliyaullah ise onlarda ihtiyarsız olur.

-: Ummadığı yerden, ikram-ı İlahî olarak bir hârika ondan zuhur eder. Bu keşif ve kerametlerin ekserisi de, seyr ü sülûk zamanında, tarîkat berzahından geçtikleri vakit, âdi beşeriyetten bir derece tecerrüd ettiklerinden, hilaf-ı âdet hâlâta mazhar olurlar. Sahabeler ise, sohbet-i nübüvvetin in’ikasıyla ve incizabıyla ve iksiriyle tarîkattaki seyr ü sülûk daire-i azîminin tayyına mecbur değildirler.

Hulusi Bey: Mecbur değiller.

-: Bir kademde ve bir sohbette zahirden hakikata geçebilirler.

Hulusi Bey: Bir sohbet onlara kâfi gelir.

-: Meselâ: Nasılki dün geceki Leyle-i Kadr’e ulaşmak için iki yol var:

             Biri: Bir sene gezip dolaşıp, tâ o geceye gelmektir. Bu kurbiyeti kazanmak için bir sene mesafeyi tayyetmek lâzım gelir. Şu ise, ehl-i sülûkün mesleğidir ki, ehl-i tarîkatın çoğu bununla gider.

İkincisi: Zamanla mukayyed olan cism-i maddî gılafından sıyrılıp, tecerrüdle ruhen yükselip, dün geceki Leyle-i Kadr’i öbür gün Leyle-i Îd ile beraber bugünkü gibi hazır görmektir.

İkincisi: Zamanla mukayyed olan cism-i maddî gılafından sıyrılıp, tecerrüdle ruhen yükselip, dün geceki Leyle-i Kadr’i öbür gün Leyle-i Îd ile beraber bugünkü gibi hazır görmektir.

Hulusi Bey: Bayram gecesi ile beraber

 -: Bugünkü gibi hazır görmektir. Çünkü ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit,

Hulusi Bey: Ha şimdi bunun tatbikatını yap hoca efendi deseler böyle bir şey hatırına gelirse bu tatbikat işi değil. Bu tatbikat işi değil. Fakat bu temsillerle insan anlamasına yakın getirilebilir. Mesela cep aynası işte şu. Şöyle tutarsan, yalnız beni gösteriyor, başka şey gösterir mi? Ha böyle tutarsan benden başkasını göstermez. Fakat tavanda olursa bu cemaatten birkaç kişiyi gösterir. Onun gibi, dünkü günkü şey şurası olursa burası da bayram gecesi olursa bu da böyle yukarıda olursa ruh cesetten çıkıp da ayna gibi yükselir bunu ikisini de ihata ederse o zaman hem leyle-i kadri görür, hem bayram gecesini görür, zaman içerisine girmeyerek. Ruhun zaman kaydı yok, bağlamıyor. Evet.

-: Çünkü ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit,

o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.

            İşte bu temsile göre, dün geceki Leyle-i Kadr’e geçmek için, mertebe-i ruha çıkıp maziyi hazır derecesinde görmektir.

Hulusi Bey: Mertebe-i ruh. Şimdi sen, ben mertebe-i ruha çıktık mı? Ancak şu temsiller ile düşünebiliyoruz. Evet, bu tarz olursa mümkündür. Yani ruh şu cismaniyyetten biraz kendisini kurtarıpta maddiyattan, süfliyetten çıkıp ulviyete yükselirse, o zaman bir ayna gibi yukardan bakar, zaman mefhumu orta yerden kalkar, kendisinin içerisinde mazi ve istikbalde beraber görünür. Ancak bu temsille söyleye biliyoruz. Sen efendi yüksele bildin mi öyle? O ayrı sual şimdi. Şimdi sende böyle bir şey var mı soruyorum sana?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Yani ruh vaziyetine geldin mi?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Bendeji öyle. Hacı Sabri’yi bilmem. Hacı Sabri ruh vaziyetine geldin mi?

-: Efendim sizde var, bizde yok.

Hulusi Bey: Ne diyor.

-: Sizde var, bizde yok.

Hulusi Bey: Bende de ji mafiş. Mafiş, mafiş.

-: İşte bu temsile göre, dün geceki Leyle-i Kadr’e geçmek için, mertebe-i ruha çıkıp maziyi hazır derecesinde görmektir. Şu sırr-ı gamızın esası

Hulusi Bey: Şimdi bu ruh gözle görünebiliyor mu? Biraz kafamızı çalıştıralım. Ruh gözle görünebilinir mi?

-: Görünmez.

Hulusi Bey: Mertebeyi ruha yükselmiş olan zatın da o yükselen ruhu müşahede edilebilinir mi? Edilemez. Ya ne olacak? Onda bir harika görünür. Dünkü, bugünkü vaziyet yok, yarınki vaziyet yok. Hepsinden birden bahsedecek bir hale gelir. Ne ile olur o? İşte tarikattaki harikalar bunlar. Ruhen yükselmek oluyor. Yoksa cisim yerinde. Şimdi kardaşım! Bu iş, mesela riyazete tahammül edebilir miyiz? Buyur. Yani kahvaltıda her günkü alıştığın şeyden bir parça eksik yapsalar razı olur musun? Yok. Ya illa o tamam olacak. Efendim ben bir dilim ekmekten, bir parça peynir olsa, öyle alıştırmışım. O senin ki başka. O kadar, bir de geniş yemeğe alışmış. Şimdi o eksik oldu mu, “Bu kadar mı?” diyecek. Birde asabi mizaç ise bağırıp çağıracak da. “Niye söylemediniz, bitti deseydiniz alırdım.” Buyur. Şimdi öyle ise bu zat için yalnız bir bilgi edinmek lazım. İnkâr etmeyecek. Evliyaullahta böyle hal zuhur eder mi? Eder.  Evliyaullah sahabeler gibi olabilir mi?

-: Olamaz.

 Hulusi Bey: Onlardaki velayet, velayet-i suğradır. Sahabelerdeki velayet-i kübradır. Onda yol kısa fakat ehemmiyetli. Harikalar az fakat onların imtiyazları fazla.

-: Şu sırr-ı gamızın esası akrebiyet-i İlahiyenin inkişafıdır. 

Hulusi Bey: Şimdi sır burda akrebiyet-i İlahiyenin inkişafı. Evet, sen hafız efendi okusun.

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ

Öyle değil mi? Cenab-ı Hak Kur’anda böyle ferman ediyor. Ben size şah damarınızdan daha yakınım. Kan damarı, o en büyük, tiryan mı deniyor ona? Peki, size ondan daha yakınım. Bir adamın o kan damarı faaliyette bulunmazsa yaşar mı? Cenab-ı Hak, bize ondan daha, bunun inkişafı. Nasıl inkişaf edecek. Akrebiyeti sahabe olacağız ki bilelim. Başka çaremiz yok. Akrebiyet-i ilahiyyenin inkişafı. Evet, çok kuvvetli hafızdır, âlimdir. Güzel tefsir eder. Akrebiyet-i ilahiye kendisinde inkişaf eder mi, etmez. Niye? Çünkü o iş o yolda var, sahabeler müyesserdir. Peygamber aleyhisselatu vesselamın mertebesine hiçbir nebi yetişebilir mi?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Onlar da peygamber. Ne fayda. Bunlarda büyük velidir ama velilerde görünen harikalar bunlarda görünmez. Öyle ise diyecek misin bunlarda velayet yoktur? Velayet-i Kübra’dır. Çünkü o huzur-u nebeviden ders almışlar. O huzur bir ders zaten. Ne hacet canım. Bir büyük zatın, doğrudan doğruya huzurunda bulunup ondan tefeyyüz etmek nerede, onun huzurunda bulunmayıp, eserlerinden istifade etmek nerede. Hâlbuki sahabeler bununla hiç kıyas kabul etmez. Onların mertebeleri, çünkü Kur’an’ın senasına mazhar olmuşlar yahu, Sure-i Feth’in nihayeti

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ هُوَ الَّذ۪ٓى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًۜا٭ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًۘا٭ إلى آخر

Bildiğimiz şeyler. Bunlar hep o sahabe-i kiram hakkında. Sonra, son ayette altmış üç harf var, altmış üç harf ömrü nebeviye işaret ettiği gibi böyle harika vaziyetler var bu ayetlerde.  Birde bunlar nerden geldi? Üstad nerden öğrendi bunu? İşte akrebiyet-i ilahiyyenin inkişafı ile. Ya nerden aldım ben dersimi diyor? İşte oradan. Üstadın vaziyeti üveysi meşreb. Üveysi meşreb olanlara şey yok, vasıtaya lüzum yok. Yahut vasıtaların çoğuna lüzum yok. Bir iki sıçrayışta hedefe vasıl olmuş. Neden diyorsun? Şimdi, o mecmualar o kasideler ne zaman yazılmış?

Mesela Kaside-i Aleviye var, Kaside-i Gavsiye var. Bunlar bin seneden evvel mesela Hazreti Ali Efendimiz orada yazmış.  يَا مُدْرِكًا لِذلِكَ الزَّمَانِ  Bunu bugün tefsir edecek başka biri çıkmış mı? Bugüne kadar belki onları okumuşlardır. Fakat üveysi meşrebi olduğu için oradan o şeyi, niye bunları keramet, böyle büyüğü de olsa, küçüğü de olsa izhar etmek doğru değildir niye etti? Efendiler bu da bizim için işte. Bu işin saikleri kuvve-i maneviyeye muhtaçlar. Çünkü hücümlar çok, düşman pek azılı vaziyette. E berikiler zaif, fakir. Sıkı tarassutlar, takipler içerisinde. Zaten geçimleri az bu işte çalışanların. Bunları takviye etmek lazım ki; işte onları takviye edecek o şeylerdeki, o kasidelerdeki şeyleri Cenab-ı Hakk’ın izniyle diyeceğim. “Ordan ne yapayım ki bu kardaşlarım kaçmasınlar bu hizmette sebat etsinler.” Böylemiydi ya! Şimdi böyle her yerde. Almanya da bilmem ne kadar dershane. Bugün artık iş su yüzüne çıkmış vaziyette. Fakat buraya gelinceye kadar ne idi. Onları herhalde desteklemek lazım. Canım rüşvet mi vermek lazım. Rüşvet vermeğe ne mecburiyeti vardı, bunları hiç açmayaydı. Ne faide, zaifleri kuvvetlendirmek lazım. Sonra bunlar mesela talebem deyince, ben seni talebeliğe kaydettim. Hadi uğurlar olsun. Üst tarafı sana değil. Eğer talebe onu Üstad tanımışsa zaten o ondan gelecek feyizlerden daima istifade eder. Gerçi mesleğimiz bizim şey değil de, tarikat değildir, diyor. Fakat neden talebem dediğine, onun hakkındaki inayet ve rahmet-i ilahiyyeyi neden en müşkül zamanında ona yetiştiriyor. Neden kafasını meşgul eden bir dini Kur’ani meseleyi ona tam sıkıştığı zamanda yetiştiriyor, bildiriyor. Demek ki şeysi altında. Yani nezeret-i maneviyesi altında. Bunları inkâr edemeyiz. Bunlar birer hakikat. Bu kadar uzak mesafede benim bir müşkülüm olduğunu, ne mektupla yazmışım, efendim ne başka birisine söylemişim. Ama benim içimde bir üzüntü var. Bunu niye bana zayıf zamanımda, teselliye muhtaç zamanımda bildiriyor. Demek ki talebem demek kâfi değil. Yani evet inayet ve rahmet-i ilahiyye nezaret ederler Risale-i Nur şakirtlerine amma işte o perdeli bir söz. Onu da yine Cenab-ı Hak vasıtası ile Cenab-ı Hak onu vasıta eder senin müşkülünü onun vasıtası ile halleder. Senin çünkü kabiliyetin yok. O kadar ince şeyleri anlayacak durumda değilsin. Fakat müşkülünü bilecek Allah var. Ha içinden hatırat-ı kalbimizi bilen kimdir?

-: Allah.

Hulusi Bey: Allah değil mi? Cenab-ı Hak o zatı Kur’an, iman hizmetinde çalıştırıyor. Bu hizmette çalıştırırken bu işte yardımcı mevkiinde olanları, hepsi nazarında ya. Bu yoksa bir edebiyat şeyimi ki diyor; bir hüznü bir gaylesi var ediyini his ediyorum. Merak etmesin Risale-i Nur şakirtlerine rahmet ve inayet-i ilahiyye nezaret ederler.

Elhasıl velayet-i kübra öyle, diğerlerinde böyle harika zuhur eden vaziyetler var. Bunlar da yine veraset-i nübüvvet yoludur. Bu an an ile gitmez, doğrudan doğruya, doğrudan doğruya. Yani işte üveysi meşreb olarak diyor. Dersimi ne surette aldım? Gavs-ı Azam, imam-ı Zeynel Abidin, imam Hasan, imam Hüseyin vasıtası ile Hazreti Ali’den almışım. Doğrudan doğruya. Hâlbuki onlar bir tarikin başlarında geliyor. Mesela Kadiri tarikidır ondan istifade edenler, arada kaç, üç tane mürşit var. Şah-ı Nakşibendi onun bir kolu var ordan gider. Bütün tariklerde ta ona kadar, daha ilerisine kadar, hazreti peygambere kadar, böyle götürmeler var. Bu iş işte velilerin vaziyetidir. Fakat veraset-i nübüvvet işi yolu kısaltır. Onlar ki sahabe-i kiramdır, onların böyle bir yolu molu yok. Peygamber aleyhisselatu vesselam karşılarında, her şeyi gözlerinin önünde cereyan ediyor. Akrebiyet-i ilahiyye inkişaf etmiş. Bakıyorsunuz bir meselede bir vahiy geldi. Orda vahiy var. Vahiyle peygamber aleyhisselatu vesselama ilham değil vahy oluyor. Rüyayı sadıkası da var. Nübüvvetin kırk veya kırkaltı cüzünden biride rüya-yı sadıkadır. Şeydeki ayeti oku. Sure-i Fetih deki

لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُوُ۫ٔسَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لاَ تَخَافُونَۜ

Peki.

-: Meselâ: Güneş bize yakındır;

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 65) ONBEŞİNCİ MEKTUB DERS-1 (Velayet-i kübra, velayat-i süğra’nın izahı) başlıklı makalemizde velayet-i kübra ve velayet-i süğra hakkında bilgiler verilmektedir.