
Hulusi Bey
ONBEŞİNCİ MEKTUB DERS-4
-: İşte şu temsil gibi, nübüvvet ve veraset-i nübüvvetteki velayet, sırr-ı akrebiyetin inkişafına bakar. Velayet-i saire ise, ekseri kurbiyet esası üzerine gider. Birçok meratibde seyr ü sülûke mecbur olur.
İKİNCİ MAKAM:
O hâdisata sebebiyet veren
Hulusi Bey: Sual neydi? Müfsidlerin keşfedilmemesinden o kanlı vakalara İslam arasındaki o tefrikalara sebebiyet vereceği. Burada iki makam var dedi. Birincisi; velayet-i kübra meselesidir. O veraseti nübüvvete bakar. Bunda da akrebiyyet-i ilahiyyenin inkişlafı sırrına bakıyor diyor. Onu dedi.
-: Kazanılmasa elde edilemiyor.
Hulusi Bey: Şimdi ikinci makama burada onlar bunu niye bilemedilerdeki maddi misali şey edecek. Yani akıl gözüne getirecek. Gözüne getirip sokacak. Diyecek ki burda şu vaziyetler vardı da ondan bu böyle oldu.
-: İKİNCİ MAKAM:
O hâdisata sebebiyet veren ve fesadı çeviren birkaç Yahudiden ibaret değildir ki,
Hulusi Bey: Yani romanvari yazılmış o Ömer Rıza Doğrul’un şeysinde ki beyanatı gibi değildir. Yalnız ondan ibaret değil. Birçok şeyler var ki
-: O hâdisata sebebiyet veren ve fesadı çeviren birkaç Yahudiden ibaret değildir ki, onları keşfetmekle fesadın önü alınsın.
Hulusi Bey: Ne oluyor?
-: Çünki pek çok muhtelif milletlerin İslâmiyete girmeleriyle
Hulusi Bey: Su içmek ihtiyacı olanlar, elinden işaret etsin. Bunlarda beklemesinler. Evet.
-: Pek çok muhtelif milletlerin İslâmiyete girmeleriyle birbirine zıd ve muhalif çok cereyanlar ve efkâr karıştı.
Hulusi Bey: Buna bizim aklımız erer. Evet. İslamiyet kapısı açıldı. Davroza ha, davroza açıldı artık içerisine çeşitli milletler girdiler.
-: Pek çok muhtelif milletlerin İslâmiyete girmeleriyle birbirine zıd ve muhalif çok cereyanlar ve efkâr karıştı. Bahusus bazıların gurur-u millîleri, Hazret-i Ömer’in (R.A.) darbeleriyle dehşetli yaralandığından,
Hulusi Bey: Mesela İranilerin.
-: Bahusus bazıların gurur-u millîleri, Hazret-i Ömer’in (R.A.) darbeleriyle dehşetli yaralandığından, seciyeten intikama fırsat beklerlerdi. Çünki onların hem eski dini ibtal edilmiş, hem medar-ı şerefi olan eski hükûmeti ve saltanatı tahrib edilmiş. İntikamını, bilerek veya bilmeyerek hâkimiyet-i İslâmiyeden almağa hissen taraftar bir suret almış.
Hulusi Bey: Bunu çok iyi anlar. Bu iş çok iyi anlaşılır. Çünkü akıldan gidiyor bu işte. Akıl diyor evet. Tarihide mütalaa etmiş. İslamiyet’e giren akvam çok. Onların birçokları da İslamiyet’e böyle gönülleriyle hidayete mazhar olarak girmemişler. Başları ezilmiş, saltanatları yıkılmış, şöhretlerine dokunulmuş, berbat perişan bir vaziyete girmişler. Ondan sonra hidayete gelmişler. Şimdi ne kadar İslamiyet’e girse, yine bıraktığı vaziyeti unutmuyor. Bizi bu hale getiren mesela Acem yine diyor ki; “Bizi bu hale getiren onlardır.” diyor. Ona karşı onun zımnında İslamiyet’e karşı bir intikam hissi var. Görmüyor musun burda hala insan değil mi? İnsan. Birkaç kuruşluk alacağı yüzünden, insan tavuğu öldürmez yahu. Koskoca adamı öldürüyor. Değil bu birkaç kuruş alacak değil. Saltanatı gitmiş, şöhreti gitmiş, serveti gitmiş, memleketi işgal altına girmiş, her türlü hukuki insaniyeden mahrum olmuş, nihayet İslamiyet’e gireyim de canım, başım kılıçtan kurtulsun demiş. Ne? O başka bunların içerisinde ondan sonra gelenlerin içerisinde çok kuvvetli Müslümanlar, veliler yetişmiş o da başka.
-: Efendim bunun örneği var müsaade edersen söyleyeyim. Ebu Süfyan ve arkadaşlarının bu İslam’ı kabul ettikleri zaman Huneyn savaşında İslam ordusu bozulduğunda dediler ki Muhammedin bu günkü sihri bozuldu, denize kadar önü alınmaz bu askerin, artık toplanamaz. Yine harbin içinde söylediler.
Hulusi Bey: Orda ki dırıltıya da pek kulak verme. Pek kulak verme de, çünkü İslamiyet’ten sonra burada ne oluyor. Yine karşılarında Peygamber aleyhisselatu vesselam var. Onlar ki o sohbete nail oldular, onların şeyleri, bütün batıl düşünceleri silinmiştir diye sen kabul et. Her dırıltıya kulak verme. Çünkü Peygamber aleyhisselatu vesselamın emri “Sahabelerimi küçültmeyiniz.” Bizim onların bir avuç hasenesi, bizim uhud dağı kadar hasenemiz ona şey edemez, karşılayamaz. Sahabeler üstündür. Yani bir şey yaparken diğer tarafı zıt bir vaziyet almayalım. Müşrik iken ne dersen de, fakat İslamiyet’i kabul edip, hazreti Peygamberden dersi aldıktan sonra, sahabe vaziyetine girdikten sonra, meke-kil-ü kal diyor da. Bunların arsında ölen var, öldüren var. Sahabeler arasında ihtilaf oldu. Ona bizde biri var diyor; meke kıyl-ü kal. Bunların hem katili hem maktulü cennetliktir. Onun için dilimize boğum yapmalıyız. Her şeyi söylemek doğru olmaz. Şimdi zaten fırsat bekliyorlar. Sahabeleri küçülttün mü diyecek tamam. Muaviye, hazreti Aliye muhalefet etmiş. Muaviye’ye hazret demeyin diyor değil mi?
-:Evet.
Hulusi Bey: İşte hani Peygamberin emri. Hani bu efendinin güya şeyde, Hazreti Ali’yi koruyor. Kur’an’dan sonra en değerli söz kimin sözüdür? Hazreti Peygamber aleyhisselatu vesselamın mübarek sözleridir. O böyle diyor, muhalefet mi edeceğiz? Elbette etmeyeceğiz. Kim ne derse desin.
-: ژِى شَرِّ صَحَابَانْ مَكَه قَالُ و قِيلْ لَوْ رَا جَنَّتِينَه قَاتِلُ و هَمْ قَتِيل
Hulusi Bey: Meke kıyl ü kal. O gelecek orya oku, oku. Biraz oku. Meke kıyl ü kal.
-: Çünki onların hem eski dini ibtal edilmiş, hem medar-ı şerefi olan eski hükûmeti ve saltanatı tahrib edilmiş. İntikamını, bilerek veya bilmeyerek hâkimiyet-i İslâmiyeden almağa hissen taraftar bir suret almış. Onun için, Yahudi gibi zeki ve dessas bir kısım münafıklar, o halet-i içtimaiyeden istifade ettiler denilmiş. Demek o hâdisatın önünü almak, o vakitteki hayat-ı içtimaiyeyi ve muhtelif efkârı ıslahla olurdu.
Hulusi Bey: Yalnız müfsidlerin keşfiyle önlenemezdi diyor.
-: Yoksa bir-iki müfsidin keşfedilmesiyle olmazdı.
Eğer denilse: Hazret-i Ömer’in (R.A.) minber üstünde, bir aylık mesafede bulunan Sâriye namındaki bir kumandanına يَا سَارِيَةُ اَلْجَبَلَ اَلْجَبَلَ deyip,
Hulusi Bey: يَا سَارِيَةُ اَلْجَبَلَ اَلْجَبَلَ اَلْجَبَلْ
-: Deyip, Sâriye’ye işittirip, sevk-ül ceyş noktasından zaferine sebebiyet veren kerametkârane kumandası ne derece keskin nazarlı olduğunu gösterdiği halde, neden yanındaki katili Firuz’u o keskin nazar-ı velayetiyle görmedi?
Hulusi Bey: Şu anda Yakub Aleyhisselamın şeyini şey yapacak.
-: Elcevab: Hazret-i Yakub Aleyhisselâm’ın verdiği cevab ile cevab veririz.
{(Haşiye):
Hulusi Bey:
زِ مِصْرَشْ بُوىِ پِيرَاهَنْ شِنِيدِى چِرَا دَرْ چَاهِ كَنْعَانَشْ نَدِيدِى بَگُفْتْ اَحْوَالِ مَا بَرْقِ جِهَانَسْتْ دَمِى پَيْدَا و دِيگَرْ دَمْ نِهَانَسْتْ گَهِى بَرْ طَارُمِ اَعْلَى نِشِينَمْ گَهِى بَرْ پُشْتِ پَاىِ خُودْ نَبِينَم
-: Yani:
Hulusi Bey: Yani Hazret-i Yakub Aleyhisselâm demiş ki bizlerdeki şey şimşekler gibidir bazen Yusuf’un gömleğinin kokusunu Mısırdan alırız, bazen de Yusuf’u Ken’an elinde ki kuyuda olduğunu göremez.
-: Yani: Hazret-i Yakub’dan sorulmuş ki: “Ne için Mısır’dan gelen gömleğinin kokusunu işittin de, yakınında bulunan Ken’an Kuyusundaki Yusuf’u görmedin?” Cevaben demiş ki: “Bizim halimiz şimşekler gibidir; bazan görünür, bazan saklanır. Bazı vakit olur ki, en yüksek mevkide oturup her tarafı görüyoruz gibi oluruz. Bazı vakitte de ayağımızın üstünü göremiyoruz.” Elhasıl: İnsan..
Hulusi Bey: Burada bir şey aklıma geldi. Bununla münasebeti yok amma. İmam-i Azam hazretleri yine bir gün o kuyruklu mahlûk, zehirli kuyruğu olan var ya. Yaklaşıyor, ona doğru gidiyor. Böyle kuyruğunu da dikmiş. Demişler ki; davranıyorlar ki öldürsünler. Gelmiş o gözü görmeyen mahlûk, zehirli mahlûk Hazreti İmamın ayağının neresine geldiyse oraya rastladı mı hemen kuyruğunu da yapıştırıyor. Kuyruğunu yapıştırıp yapıştırmaz kendi de geberiyor. “Elhamdülillah biz de âlimlerdenmişiz. Elhamdülillah biz de âlimlerdenmişiz.” Evet.
-: Elhasıl: İnsan her ne kadar fâil-i muhtar ise de, fakat وَمَا تَشَاؤُنَ اِلاَّ اَنْ يَشَاءَ اللّٰهُ sırrınca, meşiet-i İlahiye asıldır ve kader hâkimdir. Meşiet-i İlahiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir.
اِذَا جَاءَ الْقَدَرُ عُمِىَ الْبَصَرُ hükmünü icra eder. Kader söylese; iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.
İkinci sualinizin meali: Hazret-i Ali (R.A.) zamanında başlayan muharebelerin mahiyeti nedir? Muhariblere ve o harbde ölen ve öldürenlere ne nam verebiliriz?
Elcevab: Cemel Vak’ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Âişe-i Sıddıka (Radıyallahü Teâlâ anhüm ecmaîn) arasında olan muharebe; adalet-i mahza ile, adalet-i izafiyenin mücadelesidir.
PDF Dosyası İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 67) ONBEŞİNCİ MEKTUB DERS-3 (veraset-i nübüvvet ve sırr-ı akrebiyet) başlıklı makalemizde sırr-ı akrebiyet ve veraset-i nübüvvet hakkında bilgiler verilmektedir.