73) ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN’İN İZAHI DERS-4

ADAD

Hulusi Bey

ELHAMDÜLİLLAH’IN İZAHI DERS-4

-: Sonra muazzam bir perde daha açıldı, âlem-i Arz göründü. Felsefenin karanlıklı kavanin-i ilmiyeleri, hayale dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş defa top güllesinden daha sür’atli bir hareketle, yirmibeş bin sene mesafeyi bir senede devreden ve her vakit dağılmağa ve parçalanmağa müstaid ve içi zelzeleli, ihtiyar ve çok yaşlı Küre-i Arz içinde, âlemin hadsiz fezasında seyahat eden bîçare nev’-i insan vaziyeti, bana vahşetli bir karanlık içinde göründü.

Başım döndü, gözüm karardı. Birden Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın Kadîr, Alîm, Rab, Allah ve Rabb-üs Semavati Vel-Arz ve Müsahhir-üş Şemsi Vel-Kamer isimleri; rahmet, azamet, rububiyet burcunda tulû’ ettiler. O âlemi öyle nurlandırdılar ki; o halette bana Küre-i Arz gayet muntazam, müsahhar, mükemmel, hoş, emniyetli bir seyahat gemisi tenezzüh ve keyf ve ticaret için müheyya edilmiş bir şekilde gördüm.

Hulusi Bey: Hazırlanmış.

            Elhasıl: Binbir ism-i İlahînin, kâinata müteveccih olan o esmadan herbiri bir âlemi ve o âlem içindeki âlemleri tenvir eden bir güneş hükmünde ve sırr-ı ehadiyet cihetiyle, herbir ismin cilvesi içinde sair isimlerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu.

            Sonra kalb, her zulümat arkasında ayrı ayrı bir nuru gördüğü için, seyahata iştihası açılıyordu. Hayale binip, semaya çıkmak istedi. O vakit, gayet geniş bir perde daha açıldı. Kalb, semavat âlemine girdi gördü ki: O nuranî tebessüm eden suretinde görülen yıldızlar, Küre-i Arz’dan daha büyük ve ondan daha sür’atli bir surette birbiri içinde geziyorlar, dönüyorlar.

Hulusi Bey: Yani fen ve felsefenin söylediği şeyle onlara bakıyor. İman gözlüğü ile değil. Çünkü okuduğumuz fenler bize bunlar böyle dönüyor, suretleri bu kadardır, kararmıştır kimisi, hala nuru var ateş vaziyetindedir, ışıklıdırlar. Bin bir vaziyette gösteriyor. Ama imanlı gözü böyle görmez. O âleme de gitse diyecek ki bu âlemin ve bu âlemde bulunan ne varsa hepsinin Rabbı da benim zeminde inandığım gibi. Hatta benim gibi bütün insanların halıkının mülküdür burası. Burada da ayları, güneşleri, yıldızları bir birinden ayrı ayrı şekilde, ayrı ayrı süratta, ayrı ayrı hararette, ayrı ayrı devir istikamet takip edecek bir vaziyette halk eden O Allah olduğuna inanır.

-: Bir dakika birisi yolunu şaşırtsa, başkasıyla müsademe edecek, öyle bir patlak verecek ki, kâinatın ödü patlayıp âlemi dağıtacak. Nur değil, ateş saçarlar; tebessümle değil, vahşetle bana baktılar. Hadsiz büyük, geniş hâlî, boş, dehşet,

Hulusi Bey: hâlî. Boş demek.

 -: hâlî, boş, dehşet, hayret zulümatı içinde semavatı gördüm. Geldiğime bin pişman oldum. Birden

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ اْلاَرْضِ ٭ رَبُّ الْمَلٰئِكَةِ وَ الرُّوحِ un esma-i hüsnası,

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ ٭ وَ سَخَّرَ الشَّمْسَ وَ الْقَمَرَ

burcunda cilveleriyle zuhur ettiler. O mana cihetiyle, karanlık üstüne çökmüş olan yıldızlar, o envâr-ı azîmeden birer lem’a alıp, yıldızlar adedince elektrik lâmbaları yakılmış gibi, o âlem-i semavat nurlandı. O boş ve hâlî tevehhüm edilen semavat dahi melaikelerle, ruhanîlerle doldu, şenlendi. Sultan-ı Ezel ve Ebed’in hadsiz ordularından bir ordu hükmünde hareket eden güneşler ve yıldızlar, bir manevra-i ulvî yapıyorlar tarzında, o Sultan-ı Zülcelal’in haşmetini ve şaşaa-i rububiyetini gösteriyorlar gibi gördüm. Bütün kuvvetimle ve mümkün olsaydı bütün zerratımla ve beni dinleselerdi bütün mahlukatın lisanlarıyla diyecektim, hem umum onların namına dedim:

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَلاَ غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِى اللّٰهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَاءُ

Hulusi Bey: Ya Hafız Efendi niye söylemiyorsun.

-: âyetini okudum; döndüm, indim, ayıldım; “Elhamdülillahi alâ nur-il iman ve-l Kur’an” dedim.

Hulusi Bey: Bizim şeyimiz vardı o neydi?

Bak âlemin safha-i rengînine

Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.

Kalmamış bir nokta-i muzlim, çeşm-i dil erbabına

Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş.

-: Eğer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarfetmekle

( İşarat-ül İ’caz Shf: 17 – 18 )

Hulusi Bey: İşte burayı daha anlamadık her halde, maddi ve manevi her bir uzvunu. Evet.

-: Allah’ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata

Hulusi Bey: Hamdin şubelerinden, elhamdülillah. Şubeleri nedir? Elhamdülillah kimden gelse, kime karşıda olsa, ezelden ebede kadar, hak ve müstahaktır, O zat-ı ecelli ala’ya ki ona ne denir? Allah denir. Hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi. Yani doyunca insan Ya Rabbi şükür dediği gibi. Gördüğüme şükür, tattığıma şükür, işittiğime şükür, anladığıma şükür.

لَئِنْ شَكَرْتُمْ َلاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ى لَشَد۪يدٌ

Eğer şükredersek Cenab-ı Hak, her birisinin altındaki manalardan, çok manaları perişan kalbimize, fakir anlayışımıza merhameten, bize ihsan eder, lütuf eder. Şükür edersek, anladığımıza şükür. Anlamak merakım yok benim çanım işte, geldim amma uyku böyle bastırmış ki gözümü açamıyorum. Valla Allah evvela bizim o çeşit uykumuzu kaçıra.  O çeşit uykumuzu. Hakkı hak olarak gösterip ittiba etmek, batılı batıl olarak gösterip ondan ictinab etmek müyesser ede. Evet, Arapçası öyle.

اَللّٰهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَ ارْزُقْنَا اِتِّبَاعَهُ وَ اَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَ ارْزُقْنَا اِجْتِنَابَهُ

تَوَفَّنا مُسْلِمِيناَ وَاَلْحِقْنا بِالصَّالِح۪ينَ

Müslümanlardan olduğumuz halde, bizi vefat ettire.  وَاَلْحِقْناَ بِالصَّالِح۪ينَ Bizi o salih kulları ki başta enbiya sıddıkin, şüheda salihler ha, o kafileye bizi de inşâallah ilhak ettire. Âmin. Yabanda bırakmaya, yabanda bırakmaya. Evet.

-: şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur.

Hulusi Bey: Mosturası neyse şu okuduğun şeyden, şu âleme girdim diyor ya, birisi gözlüğün iyisini kullanmadan yalnız fennin ışığı ile şunun hacmi bu kadardır, sür’atı bu kadardır, işte bu böyle şey eder, bu sevabit’tendir, bir mahrek-i vardır, şu kadar yılda dolanır. Bilmem ne ise birşeyler, birşeyler. Her birisinin arı ayrı fennen tarifleri var. Şimdi adını siz biliyorsunuz. Kozmografya onun kendi kendine bişeyler söylemiştir. Bizde okuduk onu, ne bileyim ben. Hani inanana yüz sevap, inanmayana var kıyas eyle. Vebalı boynuna dedik okuduk. Hesaplarını yaptık yahu, bize ne hesap yaptırdılar. Mesafesini bulmak, ondan sonra kotrunu ölçmek, yarıçapını, tam çapını şimdi ki tabiriyle. Hiç hayatta da hiç lazım olmadı. Abesle iştigal etmişiz. Ettirdiler ders diye koymuşlar. Kozmografyayı bilmezsen sınıf geçmek kabil mi? Okuduk, okuduk ama unuttuk hele şükür. Bizde unuttuğumuza şükür ediyoruz. Yalnız derslerimizde bazı sırası geliyor da bahsediyoruz, onu da beceremiyoruz. Bir halettir gidiyor. Peki, bakayım şimdi bizim doktor diyor ki, peki sen beceremiyorsan niye söylüyorsun. Siz yüz vermişsiniz onun için ya. Dinlemezseniz kime söyleyeyim? Niye geldiniz buraya? Nihayet çay da içtikten sonra uykumuz geldi, Allaha ısmarladık, senin sözün bitmeyecek yallah. Marş, marş merdivenlerden aşağı. Senin zevkin için, zaikanın hatırı için bu kadar yiyecek içeceğe bir aşk derecesinde bağlılık gösterirsek. Şu maneviyatımız için bu kadar lüzumlu bu güzel dersleri, şu manevi tatlıları, yemeğe niye iştihamız olmasın, dinlemeye niye iştihamız olmasın? Neden bu huzur bizi mest etmesin. Neden iştihamızı açıp da daha fazlasına Ya Rabbi müyesser et, zihnimiz aç, istidadımızı inkişaf ettir dedirtmesin? Ya rabbi şükür, ya rabbi şükür, şükür, şükür. Evet. Şükr-ü örfiyi yapalım. Tam anladık mı? Bugünkü ders, bu ağır ders, hakikatte ağırdır, hiç başlamamış, hiç bu bahislerle alakadar olmamışa göre ağırdır. Fakat biz biraz meşgul olduğumuza göre o kadar ağırlığı yoktur. Bir şeyler de hoşumuza gitti canım ifade edemem amma, söylemeyeceğim, anlatamayacağım fakat iyiydi, iyi. İstifade ettik. Ha bu kadar da bir şükürdür, örfi şükrümüzdür.

    O zaman bizde deriz ki Cenab-ı Hak, bize azıcık anladığımız dersleri, çok anlayıp dinlemek müyesser ede. Âmin.  Bize öyle bir iştiha, öyle bir zevk vere ki bunlardan usanmayalım, daima daha ilerisine, daha ilerisine bizdeki geniş istidadımızı Cenab-ı Hakkın inkişaf ettirmesini dileyelim. Hadi bakalım.

-: İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur.

Hulusi Bey: âlem-i gayba

-: âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ve her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 72) ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN'İN İZAHI DERS-3 başlıklı makalemizde elhamdülillah'ın izahı hakkında bilgiler verilmektedir.