ONSEKİZİNCİ SÖZ 2. 3. NOKTA VE DUA DERS-2
-: Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız. Hâlbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd
Hulusi Bey: Şimdi bazı şeyler var ki zahiri çirkindir. Onun bahsini yapar. Mesela baharın haşin rüzgârı şiddetli sağanak yağmuru gibi. Eyvah beş dakikalık yere gitmeden sırsıklam eder insanı değil mi bazan? Hâlbuki bizi ıslatır amma, o seslerde hoşumuza gitmez amma neticesi toprağın bazı hayvanların Hatta susuz mıntıkaların suları için kuyuların suları için suların artmasına vesile olmak gibi çok hayırlı işleri var. Biz yalınız buradan camiye gidinceye kadar ıslandım yav! Ta şey sular topuğumdan çıktı. Biz şekvaya hazırız. Bize karşı vaziyeti böyledir amma hakikatte öyle iyilik tarafı da var. Öyle ise bir şey iyi veya kötü hayır veya şer olduğunu zahir yüzüne bakarak hükmetmek doğru olur mu?
-: Olmaz.
Hulusi Bey: Ne diyeceğiz neticesini düşünmek lazım. Neticeleri biz bilebilir miyiz? Şimdi ehliyetsiz liyakatsiz bir adam memleketimizin bir amir mevkiine geçer. Onun yüzünden memlekette bir hayli bozukluklarda olur. Bize de zararı dokunabilir. Fakat bu hal eğer bizi Ya Rabbi bizim başımıza bize layık değil senin rahmetine uygun bize lütf ile unf ile değil lütf ile muamele edecek bir baş gönder bir idare edecek adam gönder demek bizim buna götürecekse bu adamın bulunması nedir? Rahmet olur. Hâlbuki ehliyetsizdir, liyakatsizdir işi karmakarışık eder. Fakat bizi eğer onun o vaziyeti “Yarabbi Allah” dedirtiyor mu bize? “Allahım bizim başımıza bu adam gibi değil bizim layık olduğumuz bu adam gibi değil, belki Senin lütfuna merhametine layık birini gönder de bizim vaziyetimizi düzeltsin” dedirtirse o hayırsız adamın başta bulunması hayırlı mı hayırsız mı? Bu sözü dedirtirse bize hayırlıdır. Neticedir ama. Netice bizim üzerimizde tesiri böyle olur. Evet, bir zalim amir başa gelir zulmeder fakat netice sana da Allah dedirtir mi? Şimdi onun bu tarafı iyi mi değil mi?
-: İyi.
Hulusi Bey: Sana Allah dedirtir, Allah’a dehalet ettirdiği için iyi. İşte böyle acib cilveleri var. Cenab-ı Hak sana Allah dedirtmek için bana Yarabbi deyip dehalet ettirmek için böyle bir zalimi başımıza koyabilir. Cenabı Hak bizi bu suretle terbiye etmesin. amin.. Bu suretle kendisine dehalet ettirmesin. amin.. İster genişlikte İster darlıkta daima “Yarabbi beni affet, affı seversin” diyenlerden eylesin. amin.. evet..
-: Hâlbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz.
Hulusi Bey: Diyor ki iyiliği kendine mal ediyorsun, temellük ediyor da “Benimdir bu diyor bunu ben yaptım.” Evet. Öyle değil mi? Ben de sana soruyorum Hüseyin Bey bunu ben yapmadım mı? sen de evet evet. Galiba sende de başladı benlik.
-: Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.
Hulusi Bey: Bak bu sözlerde ağrımıza gidiyor ha! E biz tabiatperest miyiz? Tabiatperest miyiz?
-: Evet, evet.
Hulusi Bey: Yok yok, haşa yaw, aman ya! Ne ediyorsun. Haşa. Tabiatperest olmayız inşallah. Sana vahiy geliyor mu? Allah nasibede diyor. Hacı Nuri geçen gün bazen öyle şey yapıyor ki, Sana vahiy geliyor mu? Allah nasibede diyor. Yani beni peygamber nasib ede. Allah hayır vere.. Ama sonra anlaşıldı Estağfirullah dedi.
-: Hem deme ki: “Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir.” Zira, temessül etmediğinden
Hulusi Bey: Şimdi sen ben, herkes kendi hesabına mademki bizi Cenab-ı Hak bu işe layık, demek ki biz bu işe layıkız ki bizi bu işte bulunduruyor. Dememiz doğru olur mu?
-: Doğru olmaz.
Hulusi Bey: Fakat Allah’a atfederiz. Cenab-ı Hak bize lütfediyor. Sanki verdiği nimetleri azmış gibi bu nimetleri de bize tattırıyor da bizden fazlasına şükür istiyor ha! Bahası da şükürdür Elhamdülillah dilimiz varsın. Biz de Elhamdülillah ya Rabbi Elhamdülillah… Layık olmadığımız halde bize ne kadar lütuflar gösteriyor ne kadar nimetlere layık görmüşsün.
-: Hem deme ki: “Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir.”
Hulusi Bey: Ben layıkım yani mazharım layıkım.
-: Zira, temessül etmediğinden mazhar değil memer olursun.
Hulusi Bey: Yani temessül ne? İçin dışa, için dışa dönse belki de sen de utanacaksın ben de utanacağım. Evet, şimdi benim üzerime hep söylesem belki bermutad söylüyor diyorlar. Onun için seni de hesaba katıyorum ara sıra, fakat inşallah ne sen, ne ben. Mazhar nedir? Ne mazhar’ı neye layık? Cenabı Hakk’ın lütfu var nimeti var bunu inkâr etmeyiz. O’da bizden şükür istiyor. Şükür ne yapılacak? Deki “evet Ya Rabbi şükür, elhamdülillah” demek yeter mi?
-:Yetmez.
Hulusi Bey: Ne yapacağız? Bizde içimizden bu işe rağbet edeceğiz, arzusunu çekeceğiz. “Ya Rabbi bize layık gördüğün nimetten bizi mahrum etme, bizi mahrum etme” Dinleyici ise o da desin ki “Beni mahrum etme. Çünkü başka şeylerle baktım, ömrüm geçip gidiyor, rüzgâr gibi. An şurada biraz bir şeyler istifade ediyorum. Dinime, imanıma, Kur’an’ıma ait şeylerdir. Bu senin lütfundur, senin nimetindir. Bu nimete beni layık gördüğün gibi bu nimeti devam ettir Ya Rabbi. Devam ettir. Arkasını kesme, devam ettir. Gönlüme bir şevk ver, iştiha ve iştiyak ver, ciddi bir surette bu işe sarılayım, anlayayım, başkalarına da anlatayım.” Evet, eli kalem tutanlar dostlarınıza ahbaplarınıza yanınızda değilse onlara bu derslerden aldığınız faideyi onlara taze yetişmiş turfanda meyve gibi nakl etmeye çalışın. Turfanda meyve, bak çarşıya bir şey gelmişti, taze kiraz. Evet, onu da bir dostunuza bu Kur’an’i meyvelerden, bu imani meyvelerden, yazı ile bildirmek suretiyle tattırmak tarafına himmet buyurasınız. Cenab-ı Hak, bu konuştuğum evvela beni sonra da dinleyicilerimi buna muvafık amelle, anlayışla hem amel etmek hem anlamak, imkânı halk buyursun. Âmin. Hadi bakalım!
-:Hem deme ki: “Halk içinde ben intihab edildim.
Hulusi Bey: Yaa. Şimdi nasıl, nasıl koltuktan veriyoruz değil mi? Efendi sen olmasan, Hacı ağa Sen olmasan, Hacı ağa Estağfirullah ı çeker birkaç tane estağfirullah ama vallah yani bu da istiyor ha! Nefsinde istiyor. Yani böyle alttan temennâ edeceğiz, değil mi Hacı ağa! Nasıl temenna edilir? Hele sen temennanın bir talimini göster. Ağa temennahları nasıldır, ağa temennaları? Ya bak, ağadan bahsettin mi size bakıyor Hacı Ahmet Ağa. Ben demedim ya, baktı ki var mı yanlışı çıkarır diye bakıyorsun değil mi?
-: Yok, o yüzden değil.
Hulusi Bey: Buyur, buyur.
-: Hem deme ki: “Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.”
Hulusi Bey: Var ya, yok mu?
-: Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade
Hulusi Bey: Sen muhtaç.
-: Sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.
{(Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskât etmesini çok beğendim ve “Bin Bârekâllah” dedim.}
Hulusi Bey: Eyvallah o beğenmiş biz de beğendik. Fakat biz onun için kabul etmiyoruz. Onun kendi nefsi için söylediğini insaf edip kendimize kabul edelim de biz nefsimize bu öğütü verelim. Bu baskıyı yapalım. Taa “yeter illallah” desin, “bu kadar beni kötülediğin yetmez mi?” desin.
-: İKİNCİ NOKTA:
اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır.
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.
Ezcümle:
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir.
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî çiçeklerin inkişafı vardır.
Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur. Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder.
Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Hâlbuki eşyanın insana aid gayesi bir ise, Sâni’inin esmasına aid binlerdir.
Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder.
Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder.
Hulusi Bey: Zarar verici. Bunu niye böyle yaptın?
-: Hâlbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar.
Meselâ: Atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Hâlbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ: Kar’ı, pek bâridane ve tatsız telakki ederler. Hâlbuki o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder. Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.
İşte menba-ı edeb olan Kur’an-ı Hakîm’in bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir.
İşte menba-ı edeb olan Kur’an-ı Hakîm’in bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasılki bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâni’ine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.
Hulusi Bey: Fethullah Hoca! Fethullah bey. Teşrif et, biraz yoruldu. Gel.
-: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
ÜÇÜNCÜ NOKTA: اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ
Madem kâinatta hüsn-ü san’at, bilmüşahede vardır ve kat’îdir. Elbette risalet-i Ahmediye (A.S.M.), şuhud derecesinde bir kat’iyyetle sübutu lâzımgelir.
Madem kâinatta hüsn-ü san’at, bilmüşahede vardır ve kat’îdir. Elbette risalet-i Ahmediye (A.S.M.), şuhud derecesinde bir kat’iyyetle sübutu lâzımgelir. Zira şu güzel masnuattaki hüsn-ü san’at ve zînet-i suret gösteriyor ki: Onların san’atkârında ehemmiyetli bir irade-i tahsin ve kuvvetli bir taleb-i tezyin vardır. Ve şu irade ve taleb ise; o Sâni’de, ulvî bir muhabbet ve masnu’larında izhar ettiği kemalât-ı san’atına karşı kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor. Ve şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat içinde en münevver ve mükemmel ferd olan insana daha ziyade müteveccih olup temerküz etmek ister. İnsan ise, şecere-i hilkatin zîşuur meyvesidir.
İnsan ise, şecere-i hilkatin zîşuur meyvesidir. Meyve ise, en cem’iyetli ve en uzak ve en ziyade nazarı âmm ve şuuru küllî bir cüz’üdür. Nazarı âmm ve şuuru küllî zât ise, o San’atkâr-ı Zülcemal’e muhatab olup görüşen ve küllî şuurunu ve âmm nazarını tamamen Sâni’in perestişliğine ve san’atının istihsanına ve nimetinin şükrüne sarfeden en yüksek, en parlak bir ferd olabilir.
Nazarı âmm ve şuuru küllî zât ise, o San’atkâr-ı Zülcemal’e muhatab olup görüşen ve küllî şuurunu ve âmm nazarını tamamen Sâni’in perestişliğine ve san’atının istihsanına ve nimetinin şükrüne sarfeden en yüksek, en parlak bir ferd olabilir.
Şimdi iki levha, iki daire görünüyor. Biri: Gayet muhteşem, muntazam bir daire-i rububiyet ve gayet musanna’, murassa’ bir levha-i san’at… Diğeri: Gayet münevver, müzehher bir daire-i ubudiyet ve gayet vâsi’, câmi’ bir levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman vardır ki,
Hulusi Bey: Tefekkür ve istihsan hepsi bir arada.
-: İkinci daire bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.
Hulusi Bey: Şimdi o ilavelerini kaldırırsan birisi Rububiyet dairesi, diğeri Ubudiyet dairesidir.
-: İkinci daire bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.
Hulusi Bey: Nasıl?
-: İkinci daire bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.
İşte o Sâni’in bütün makasıd-ı san’atperveranesine hizmet eden o daire reisinin ne derece o Sâni’ ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbub ve makbul olduğu bilbedahe anlaşılır.
-: Bu rububiyet dairesi, Ubudiyet dairesi nasıldır?
Hulusi Bey: Ubudiyet dairesi, Rububiyet dairesi hesabına çalışıyor. Onunla münasebetini kessen imkân var mı kesmek? Birine desen sen kime ibadet ediyorsun? Rabbıma diyecek. Sen kimin için çalışıyorsun, kimin için yaşıyorsun? Evet!
-: İşte o Sâni’in bütün makasıd-ı san’atperveranesine hizmet eden o daire reisinin ne derece o Sâni’ ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbub ve makbul olduğu bilbedahe anlaşılır.
Acaba hiç akıl kabul eder mi ki: Şu güzel masnuatın bu derece san’atperver, hattâ ağzın her çeşit tadını nazara alan in’amperver san’atkârı, Arş ve Ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, berr ve bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbir ile perestişkârane ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lâkayd kalsın ve onunla konuşmasın ve alâkadarane onu resul yapıp,
Hulusi Bey: İşte yavaş yavaş ferde kavuşuyor ha. Şimdi ubudiyet dairesinde bir ferd var, bir meyve var. O meyve bu âlemin belki gelecek âlemlerin de çekirdeği olmuş. Cenab-ı Hak, bunu halk etmeseydi onları halk etmeyecekti. O da hakikaten bu şeye, alakaya layık bir vaziyete getirir. Halikını o kadar meth-ü sena ediyor, o kadar ona şükür vazifesini yapıyor, o kadar olur işte. Evet.
-: Acaba hiç akıl kabul eder mi ki: Şu güzel masnuatın bu derece san’atperver, hattâ ağzın her çeşit tadını nazara alan in’amperver san’atkârı, Arş ve Ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, berr ve bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbir ile perestişkârane ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lâkayd kalsın ve onunla konuşmasın
Hulusi Bey: En güzel masnuu kimdir? Hazreti Peygamber, Hazreti Muhammed aleyhissalatu vesselamdır. Ona karşı alakadar olmamak imkânı var mıdır? Böyle bir masnuu. O da böyle bir masnu, böyle bir meyve. Hem çekirdek hem meyve. Hem hilkatin yani bu yaratılanların hepsinin yaratılmasına sebep olmuş, hem de yaratılanların neticesi olan meyvesinin vaziyetini de muhafaza ediyor kendi.
-:Ve alâkadarane onu resul yapıp, güzel vaziyetinin başkalara da sirayet etmesini istemesin? Kellâ! Konuşmamak ve onu resul yapmamak mümkün değil.
Hulusi Bey: İşte niye Resul yapmış diye bir sual-i mukadderinde cevabı. Niye onu peygamber yaptı? Ondaki güzellik başkalarına, güzelliklerde nimetlere karşı şakir. Cenab-ı Peygamber aleyhissalatu vesselam günde 70 defa istiğfar edermiş. Bilmiyorum, ya Hazreti Aişe validemiz ya Hazreti Fatıma validemiz demişler ki niçin bu kadar istiğfar ediyorsun? Senin ne kusuru var ki?
-Demiş ki ben şakirlerden olmayayım mı?
اَلْحَمْدُلِلّٰهِ رَبَ الْعَالَمِينَ
وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ عَلَيْهِمْاَجْمَع۪ينَ
اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ الْقُرْاٰنِ وَ بِحَقِّ مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ نَوِّرْ قُلُوبَنَابِنُورِ الْقُرْاٰنِ ٭ وَ اجْعَلِ الْقُرْاٰنَ شِفَٓاءً لَنَا مِنْ كُلِّ دَٓاءٍ وَ مُونِسًا لَنَاف۪ى حَيَاتِنَا وَ بَعْدَ مَمَاتِنَا وَ اجْعَلْهُ لَنَا فِى الدُّنْيَا قَر۪ينًا وَ فِى الْقَبْرِمُونِسًا وَ فِى الْقِيَامَةِ شَف۪يعًا وَ عَلَى الصِّرَاطِ نُورًا وَ مِنَ النَّارِسِتْرًا وَ حِجَابًا وَ اِلَى الْجَنَّةِ رَف۪يقًا وَ اِلَى الْخَيْرَاتِ كُلِّهَا دَل۪يلاً وَاِمَامًا بِفَضْلِكَ وَ جُودِكَ وَ كَرَمِكَ وَ اِحْسَانِكَ وَ رَحْمَتِكَ يَٓا اَكْرَمَاْلاَكْرَم۪ينَ وَ يَٓا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ ٭
Cenab-ı Peygamber (s.a.v.) efendimiz’in meclislerin sonunda devam buyurdukları bir münaacatın Türkçeleşmiş vaziyeti:
Allah’ım bizi masiyetten alıkoyacak kadar haşyetinden bize hisse ver. Bize Cennete ulaştıracak kadar taat nasip et. Dünya musibetlerini kolay gösterecek kadar kuvvetli iman ver. Bizi hayatta bıraktığın müddet göz ve kulak nimetinden mahrum etme ve onları ölümümüze kadar devam ettir. Bize zulmedenlerden intikamımızı sen al ya Rabbi. Düşmanlık edenlere karşı bize yardım et ya Rabbi. Bizi dinde musibete uğratma. Bizi dinde musibete uğratma. Bizi dinde musibete uğratma. Dünyayı en büyük düşüncemiz ve ilmimizin nihayeti kılma. Bize acımayanları bize musallat etme ya Rabbi. Âmin
وَ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَنْزَلْتَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنَ وَ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ صَلاَةً تُرْض۪يكَ وَ تُرْض۪يهِ وَ تَرْضٰى بِهَا عَنَّا يَا رَبَّ الْعَالَم۪ينَ اٰم۪ينَ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Cenab-ı Hak şu sohbetimiz esnasında okunan Kur’an, ve ders-i Kur’ani’den hasıl olan sevap hürmetine bizlerin ve umum ehl-i imanın hastalarına acil şifalar, dertlilerine acil devalar, borçlularına borç eleminden kurtulmalar, yolcularına selametler, cümlemize dareynde saadetler ve selametler nasib-i müyesser eylesin. Suri ve manevi müşkillerimizi hall-u âsân eylesin. Ahiri akibetimizi hayreyleye. Hayatta bulunduğumuz müddetçe iman ve Kur’an yolunda sabit kadem eyleye. Bizi bu sebata götürecek her türlü kolaylığa bizi erdire. Bizi bu şeyden caydıracak saptıracak her türlü manilerden Hafîz ismi hürmetine muhafaza eyleye. Vademiz hitamına kadar bizi emanette emin eyleye, kusur edersek ya Rabbi kusur ettik affet diyecek halde bulundura. Vademiz hitamında da o mübarek kelimeyi münciye ki buyurun:
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
diyerekten hatm-i enfâsı cümlemize nasib-i müyesser eyleye. Amin.
٭وَالْحَمْدُلِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ اَلْفَاتِحَةْ مَعَ الصَّلَوَاةُ٭
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 75) ONSEKİZİNCİ SÖZ 1. 2. NOKTA DERS-1 başlıklı makalemizde 18.söz ve onsekizinci söz hakkında bilgiler verilmektedir.