Hulusi Bey; Neyse o Babıda geçelim. Dördüncü neydi?
-; Düşman istersen nefsin yeter.
(Mektubat S: 282 )
Hulusi Bey; Düşmân istersen nefsin yeter. Neremizde? Koynumuzda. Nasıl edelim onun düşmânlığından kurtulmak için? Dâimâ onu suçlu vaziyette görelim. Şöyle bir ezber yazdırsam onu belleyin derim. Nefsimizde dâimâ kusur görelim.
Şimdi mesela sen diyeceksin: “Ben daha ne yapayım? İşte beş vakit namâzımı kılıyorum elhamdülillâh.” Nefis diyecek ki: “Yâhû, bu az şey değil ha, bu az birşey değil, bu ehemmiyyetli bir şey!” hakikaten öyleyse nefis doğru söylüyor ha! Şimdi senin ordan enâniyyetini okşuyor. Evvelce böyle bir düşüncen yokken, bu kere câmiye gidiyorsun. Eh: “Ellahümmeftah ebvâbe rahmetik, neveytu’l-i‘tikàf.” Girdin içeriye, ama sağa sola da bakıyorsun ha: “Bak, ben de geldim!” Bu ordaki vaziyet nerden geliyor? Nefis diyor ki: “Buraya geldiğinden dolayı kendini göstermelisin canım. Ne öyle süklüm püklüm gidiyorsun bir tarafta oturuyorsun!” Hem öyle demişsin. Bu kere derler ki, şu sahteye bak.
İşte, halk iyi demiş, kötü demiş, bunu bir kabûl edip; ister iyi desinler, ister kötü desinler, Allah bana namâzı farz kılmıştır. Müezzin de minârede, “Haydin namâza, haydin felâha!” dedi. İşte geldim, ben Rabbimin huzuruna çağrıldım. Rab her yerde hâzır. Fakat buraya bir davet var. Böyle çağrılan yere gidilmez mi? İlâhî bir davet var. Ama öteki de davettir. Meselâ, etrâfı sırmalı, kalb resmi, çiçek resmi var. Efendi Hazretleri şeref duyacağız diyor. Eğer aramızda bulunursa, onur duyacağız. Yeni Türkçeleri biliyor musun? Yeni Türkçe tabirleri, sen tercüme ettirirsin. O başka. Fakat bu tarafta diyor ki: “Allahu Ekber, Allahu Ekber!” Bizi gafletten uyandıracak bir tabir bu. “Gel!” diyor. “Dünyevi işlerden elini çek, Rabbinin huzuruna gel. Üzerine farz olmuş bir vakit namâzın vakti girdi, artık oturma!” Diyeceksin: “Böyle, vakitler için ayrı bir âyet var mı?” Hayır. Münhasıran Cum‘a için var.
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِىَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَۜ
Cum‘a, mü’minlerin bayramıdır. Günler içerisinde Allah’ın indinde çok kıymetlidir Neden kıymetlidir? Çünkü onda duanın kabul edileceği bir sâat var. Ne zamân? Bilmem. Ne demek bilmem? Allah saklamış. Çâre nedir? Cum‘a’yı Allah’a tahsis edeceksin. Bu sûretle Cum‘a’nın kıymeti meydâna çıkıyor. Cum‘a, mü’minlerin öyle bir günüdür ki, orada Rabblarına herhangi bir münâcâtta, dilekte bulunsalar; o dilekleri red edilmez kabul olur. Cum‘a’nın mü’minlerin bayramı oluşu buradan geliyor.
Bir de öbür taraftaki Allahu ekberlere itibâr edelim mi etmeyelim mi? O da bir davettir. Cum’a’daki mescidlere, namâzgahlara tehâcümümüzle diğer günlerde, vakitlerdeki şeye gidişimiz arasındaki fark, o da bizim marifetimizdir. Ben sırası geldiği zamân diyorum: Meşrûtiyetin ilânından evvel El’azîz küçük bir kasaba denilecek kadar bir yerdi, Harput da yukarıda idi. Gündüz öğle veyâ ikindi namâzları için ezan okunurdu câmide, esnâf darabasını indirsin, kilidi taksın yok. Bir derzi çeker, câmiye giderdi. Namâzını orada kılıyor, gelir ticâretini yapardı. Şimdi terakki ettik. Şöyle Cum’a namâzı için câmilere toplandıktan sonra vesâit mükemmeldir. Eğer çok titiz bir zât isen bin taksiye, memleketi dolaş çarşı pazarı. Hep müslümânların mağazalarına bil. Oraya bakacaksın ki, içeride sakallısı yoksa câmiye gitmiştir, genci tezgâhın başında duruyor! Sanki babaya, dedeye farz olmuş da o çocuğa farz olmamış gibi, Cuma’ya karşı itibârımız da bu. Şimdi bilmem ki ne dersiniz bu hâlimize, terakkimi ettik? Tedenni mi ettik? O kanâatkârlık nerede, bugünkü doymamazlık nerede! Bunun da zararlarını söyledik. İnsânın doymayan hissi, helâl dâiresini kendisine kâfî görmüyor. Mutlaka tecâvüz ediyor, helâl dâiresinden çıkınca komşusu harâmdır. Bu kadar yeter mi? Sonra nereye geldik?
-; “Nasihat istersen ölüm yeter.
Hulusi Bey; Nasihat istersen ölüm yeter. Ölüyü gördün mü, ben de öleceğim diye mendilini çıkar ağla. Yani, ölü bize. Bak, musallaya konuluyor. Hakikatte, “Ben sizin önünüze geçtim” diyor. “Bu cihette size imâmım. Sizler de hep istikbâlin cenâzelerisiniz. Sizi dünyâ hayâtı aldatmasın. Benim de kendi hâlimce akrabâ taallukatım vardı, eşim, dostum vardı, hatırımı sayanlar vardı. Bu hayâttan terhis oldum, ben şimdi yolculukta sizden ileri geçtim. Fakat bu hâl sizi aldatmasın; siz de benim arkam sıra geleceksiniz!”
Şu ölümü şu tarzda mütalaa edersek, o zamân bize nâsih olur. Kabirleri ziyâretten gaye, oralara mum yakmak mı? Yâhud horoz kesmek mi? Yoksa ondan “Şu oğlan biraz aşırı gidiyor, ey mübârek bunun aklını başına getiresin! Hanım bana itaat etmiyor, aramızı bulasın! Çocuğum olmuyor, bana bir oğlan çocuğu veresin!” Dinde var mı böyle bir şey? Bunlar safsatadır. İslâmiyete iftirâ ediliyor. “Din hurâfelerle doldurulmuş” deniyor. Zinhâr böyle şeylere yanaşmayalım.
Şimdi demek ki, kabir ziyâretinden elbette bir gaye var. O gaye bu: Babamdı. Nasıldı? İyiydi, hatırını sayarlardı, iyiliği severdi, düşmüşlere yardım ederdi. E bu hâliyle gerek ki yaşayaydı canım, öldü. Demek ki, iyilik yapsa da, burası durulacak bir yer değil ki, bu muhterem babam ayrıldı gitti. Bu intibâhı aldın mı? Ben ne yapıyorum? Bugün işitiyoruz, onların dostlarından işitiyoruz; Hepsi, “Allah rahmet etsin, iyi adamdı” diyorlar. Ben de bir gün öldüğüm zamân, bana da “Allah rahmet etsin” desinleri herhâlde bizzat isteriz. Ötekine de diyorlar ki: “Yıkıldı gitti cihândan, dayansın ehl-i kubur!” Biz böyle mi olmak isteyelim? Yani: “Şerrinden illallah! Öldü de kurtulduk! Cenâb-ı Hak bize merhamet etsin.” Böyle mi desinler?
Hulâsa, kabir ziyâreti, o kabirde meskûn olan zâtın bize bir nevi nasihatını dinlemek içindir. Nasıl ki, musallâda nasihat etti: “Ey beni takib edecek şimdi yaşayan istikbâlin ölüleri! Siz de benim gibi bir gün bu musallâya çıkacaksınız. Onun için, sizi dünyâ hayâtı mağrûr etmesin!”
Baba sen dersinki “Ben size bâb-ı haşmet ve rubûbiyyete… Pişmân oldum. Açıldı ağzım daha durmadı, aha bitti paydos… Ne söylersen söyle.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلى يَوْمِ الدّينِ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمينَ
Cenâb–ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, yaptığımız, bu sohbeti imaniyyeyi dergâh-ı izzetinde kabûle karîn eyle! hâsıl olan sevâb hürmetine ehl-i îmânın bütün hastalarına, gerek bundan evvel müfredatıyla söylenenlerin gerekse umumen ehl-i imanın hastalarına acil şifâlar, bütün dertlilerine acil devâlar, borçlulara ve musibetzedelere o elemlerden kurtulmalar, yolculara selâmetler, cümlemize dâreynde selâmetler ve saadetler nasib–i müyesser eyleye, cümlemizin ahir-i akıbetimizi hayır eyleye. Burada Kur’anın nuru altında lutfuyla toplayan O Rahmânu’r–Rahîm-i Kerim olan Allah’ımız, âhirette de, ruzu-u haşirde de, Habîb–i Ekrem (S.A.V.)’in livâyı hamd adıyla müsemma sancağı altında eksiksiz hepimizi yani ehl-i tevdid, ehl-i iman, ehl-i İslam bütün din kardeşlerimizi, bilhassa Risale-i Nur şakirdlerini inşallah hiçbir tefrikaya uğratmadan, oradan da parçalatmadan hepsini beraber o haşri azamda toplar, bizi nihayetsiz rahmeti ile taltif eder. Şefaatı uzmaya bizi müstehak edecek bir halde bulundurur. Rahmet-i ilahiyeden ümit varız, bizi burda toplattığı gibi orda da inşaalah toplattırır, burda hesapsız kusurlarımızı nazar-ı müsamaha ile af ile karşıladığı gibi orada da bütün kusurlarımızı siler süpürür,
“ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّاَتِهِمْ حَسَناَتٍ ”
sırrına mazhar eder. Rahmetiyle hakkımız da muamele eder. Ya Erhemerrahimin lütfuna muhtacız affına muhtacız bizi mağfurin zümresine ilhak eyle. Orada, burada görmek imkânını bize vermediğin, fakat hasretini çektiğimiz hem Cennetini, hem rızanı, hem likanı, üçünü birden istiyoruz. Bu üçünuda ikmal et hakkımız daki nimetlerini itmam et Ya Rabbi.
Amin.
وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرينَ اِلى يَوْمِ الدّينِ
٭وَالْحَمْدُلِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ اَلْفَاتِحَة مَعَ الصَّلَوَاةُ٭
Bir önceki yazımız olan 6) DOST İSTERSEN ALLAH YETER'İN İZAHI DERS-1 başlıklı makalemizde Allah, dost ve istersen hakkında bilgiler verilmektedir.