YİRMİNCİ MEKTUB 6. VE 7. KELİMELER DERS-1
Hulusi Bey:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَٓائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَ شِفَٓائِهَا وَ نُورِ اْلاَبْصَارِ وَ ضِيَٓائِهَا وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْ
Gel bakalım Musa Efendi!
Kâğıt yine gitmiş orta yerden, nerde kalmıştık?
-:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَعَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ (رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) ، أَنَ رَسُولَ الله صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ نَهَى عَنِ الشِّرَاءِ وَالْبَيْعِ في المَسْجِدِ، وَأَنْ تُنْشَدَ فِيهِ ضَالَّةٌ، أوْ يُنْشَدَ فيهِ شِعْرٌ
Amr bin şuayb’dan O da dedesinden rivayet ettiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem; Mescidde alışveriş etmekten, yitik soruşturmaktan, dini olmayan şiir okumaktan nehyetmiştir.
Mescidde alışveriş etmekten, yitik soruşturmaktan, dini olmayan şiir okumaktan nehyetmiştir.
وَعَنِ السَّائِبِ بْنِ يَزيد الصَّحابي(رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) قَالَ: كُنْتُ في المَسْجِدِ فَحَصَبَني رَجُلٌ، فَنَظَرْتُ فَإذا عُمَرُ بْنُ الخَطَابِ(رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) فَقَالَ: اذْهَبْ فَائْتِني بهذيْنِ، فَجِئْتُهُ بِهِمَا، فقَالَ: مِنْ أَيْنَ أَنْتُمَا؟ فَقَالا: مِنْ أَهْلِ الطائِفِ، فَقَالَ: لَوْ كُنْتُمَا مِنْ أَهْلِ الْبَلَدِ، لأَوْجَعْتكُمَا، تَرْفَعَانِ أَصْوَاتكُمَا في مَسْجِدِ رَسُولِ الله صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ
-: Ashab-ı kiramdan Said bin Yezid radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir gün mescidde bulunuyordum, derken bir adam bana küçük bir çakıl taşı attı. Birde baktım ki Ömer Bin Hattab -radıyallahu anh- mescidde imiş, beni çağırdı. Yanına geldim.
“Git şu iki kimseyi bana getir” dedi. Ben de gidip onları Hazreti Ömer’in yanına getirdim. Hazreti Ömer -radıyallahu anh- “Siz nerelisiniz?” diye sordu. “Taif ahalisindeniz” dediler. Bunun üzerine; “Eğer siz Medineli olsaydınız muhakkak her ikinizi de incitecektim” dedi. Onlar sebebini sorduklarında; “Her ikiniz de Resulullah’ın mescidinde seslerinizi yükseltiyorsunuz”
Hulusi Bey: Ne yaptınız?
-: “Her ikiniz de Resulullah’ın mescidinde seslerinizi yükseltiyorsunuz, mescidin adabını henüz yabancı olduğunuz için sizi mazur gördüm”, buyurdu.
-: Mescidinde mi? Meclisinde mi?
Hulusi Bey: Mescidinde. Mescidinde
-: Mescidinde
Hulusi Bey: Hazreti Peygamberin vefatından sonra.
ZARURET OLMADIKÇA SARIMSAK, SOĞAN, PIRASA GİBİ FENA KOKULU ŞEYLERİ YİYEN KİMSENİN KOKUSU ZAYİ OLMADAN MESCİDE GİRMEKTEN NEHY OLUNDUĞUNA DAİR HADİSLER.
عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ الله عَنهُمَا، أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قَالَ: مَنْ أَكَلَ مِنْ هذِهِ الشَّجَرَةِ – يَعْني الثُّومَ – فَلا يَقْرَبَنَّ مَسجِدَنَا
İbn-i Ömer Radıyallahu anhuma’dan rivayete göre, Nebiyy-i Muhterem Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “Her kim, şu Şecereden yani sarımsaktan çiğ olarak yerse”
Hulusi Bey: Neden?
-: Sarımsaktan çiğ olarak,
Hulusi bey: Sarımsak neuzubillah, hafazanallah..
-: Hacı Şerif’in düşmanı,
-: “Her kim, şu şecereden yani sarımsaktan çiğ olarak yerse, sakın mescidimize yaklaşmasın” buyurmuştur.
-: Üç tane oldu, ağabey.
Hulusi Bey: 20. Mektup, بِيَدِهِ الْخَيْرُ ‘da kalmıştık. Dün akşam ki dersimiz 20. Mektubun Birinci makamındaki 11 kelimenin ve her bir kelimesinde müjde ve beşaret bulunan
لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Her vakitte, hususan sabah ve akşam namazlarından sonra okunmasında çok fazilet bulunan ve bir rivayet-i sahihada İsm-i Azam hassası bulunan, şu mübarek kelimeleri, hiç bir işimiz mani olmadan, her zaman okuyabiliriz. Kendisine bir vird edinmek isteyen boş kaldığı zaman da alışsın bu kelimeleri okumaya devam etsin, demiştik. Fakat birinci makamın onbir kelimesinin Hepsini okumak müyesser olmadı altıncı kelime miydi?
-: Yedinci
Hulusi Bey: بِيَدِهِ الْخَيْرُ yedinci kelime mi?
-: Dokuz.
Hulusi Bey: Efendim?
-: بِيَدِهِ الْخَيْرُ dokuzuncu oluyor.
Hulusi Bey: بِيَدِهِ الْخَيْرُ ‘ da mı kaldık?
-: 6’da kalmıştık. يُحْيِى
Hulusi Bey: Oradan oku.
-:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
ALTINCI KELİME: يُحْيِى Yani: Hayat veren yalnız odur. Öyle ise, her şey’in Hâlıkı dahi yalnız O’dur. Çünki kâinatın ruhu, nuru, mayesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da O’dur.
Hulusi Bey: Tekrar bir daha okutuyorum dikkat edelim.
-: يُحْيِى Yani: Hayat veren yalnız O’dur.
Hulusi Bey: Veren O’dur, alan da O’dur. Hayatı, veren de O’dur, alan da O’dur. Düşün şimdi, hâlbuki bizde hayatı can tabir edersek canın endişesindeyiz. Onun izni ve iradesi olmadıktan sonra hayatımıza hiç kimse bir zarar getiremez. Evet.
-: Öyle ise, her şey’in Hâlıkı dahi yalnız O’dur.
Hulusi Bey: Her şeyin Hâlıkı da odur peki.
-: Çünki kâinatın ruhu, nuru, mayesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır.
Hulusi Bey: Kâinatın ruhu, nuru, mayesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Kâinat Allah’ın kendisinin dışında ne kadar şey yaratmışsa onların hepsi kâinattır. Mükevvenat da tabir edilir, kâinat da tabir edilir Allah’ın gayrısının, yarattıklarının hepsine ne denir? Kâinat denilir, mükevvenat denilir. Peki, kâinatın bir daha söyle öyleyse. Kainatın
-: Çünki kâinatın ruhu, nuru, mayesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır.
Hulusi Bey: Kâinatın ruhu, nuru, mayesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Şimdi hayat ne demek? Hayat dirilik demek. Vücut, varlık, hayat diriliktir. Şimdi Cenab-ı Hak her şeye her şeye dirilik veren O’dur. Dirilik, ölü değil de diri dağda diri mi? Bağ da diri mi? Bahçe diri mi? Hayvan diri mi? İnsanlar diri mi? Tamam. Bunlar diri oldukça Cenab-ı Hakk’ın Hayat sıfatının Muhyi isminin tecellisine mazhardır. Her diri, her hayatlı hakiki hayat sıfatının sahibi olan Allah’ın şu fani âlemde, şu bekasız dünyada O’nun tecellisini gösteriyor. O’na ayine oluyor. Yani kendi kendine dirilmemiştir. Demek, onu hayata mazhar eden var. O’da sıfatı hayat, ismi Hayy, Muhyi olan zattır. Şimdi buradaki kelimede Yuhyi mi?
-:Evet
Hulusi Bey: يُحْيِى Bizim devam edeceğimiz onbir müjdeli kelimeden birininde ismi Muhyidir. Hayat veren O’dur. Öyleyse hayatı…
-: Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da O’dur.
Hulusi Bey: Tamam. Allah’ın gayrı ne gördüysek onu yaratan, hayat veren يُحْيِى ismi kimin için söyleniyorsa o şey de ona dâhildir, onu da yaratan O’dur. Onu da halk eden O’dur, ona da hayat veren O’dur.
-: Hayatı veren elbette odur, Hayy u Kayyum’dur. İşte şu mertebe-i tevhidin bürhan-ı a’zamına şöyle işaret ederiz ki: -Başka bir Söz’de izah ve isbat edildiği gibi- zemin yüzünün sahrasında çadırları kurulmuş gayet muhteşem zîhayatlar ordusunu görüyoruz. Evet, Hayy-u Kayyum’un hadsiz ordularından, her bahar mevsiminde yeni silâh altına alınmış, gaibden gelen taze bir ordu meydana çıkmış görüyoruz. Şu orduya bakıyoruz ki: Nebatat taifelerinden ikiyüzbinden ziyade ve hayvanat milletlerinden yine yüzbinden fazla çeşit çeşit muhtelif kavimler görüyoruz. Herbir milletin, herbir taifenin elbisesi ayrı, erzakı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı, silâhları ayrı, müddet-i askeriyeleri ayrı olduğu halde; bir kumandan-ı a’zam hadsiz kudret ve hikmetiyle ve nihayetsiz ilim ve iradesiyle, bitmez rahmetiyle, tükenmez hazinesiyle, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, karıştırmayarak, geciktirmeyerek.. ayrı ayrı bütün o üçyüz binden ziyade milletleri ve taifeleri kemal-i intizam ile,
Hulusi Bey: Biraz şöyle cenuba doğru gidersek bahar mevsiminde, yer yer siyah çadırlar kurumuş aşiretleri görürüz. Mevsimin icabı onlar barındıkları binalardan, yerlerinden çıktılar çadırlara. Cenab-ı Hak sanki hayvanatı, nebatatı da ordugâha “Çıkın yeter. Toprağın altında yattığınız yahut kupkuru yapraksız, çiçeksiz bir ağaçtan ibaret olarak kaldığınız yeter. Siz de canlanın, şenlenin” emri çıkmış gibi onların hepsi hayata kavuşuyorlar. Yani ölmüş gibi zannedilen yer diriliyor, ölmüş gibi ayakta duran ağaçlar yapraklanıyor, çiçekleniyor, meyveleniyor, tedricen. Bütün bunlar onları kim halkettiyse, kim ölmüş iken diriltti ise, kim ölü gibi dururken onları yapraklarla çiçeklerle donattı ise evet ona hayat veren O’dur, yaşatan O’dur. Bütün bu gördüğümüz şeyler Öyle ise bir’indir, birinindir. O bir bizim de Sahibimiz, Halıkımızdır. Bütün mevcudatın Sahibi de Halıkı da O’dur. O’ndan başka değildir. Evet, koca bir dağ, büyük bir dağı görsek sahipsiz mi zannediyoruz? Onu da çeşitli surette bezeyen, süsleyen hayatın çeşitli renkleri ile donatan var görüyoruz. Kışın karla örtüyor ama fakat bahardan sonra da birçok nebatatlarla, çiçeklerle onu süslüyor. Demek ki hayatı veren O’dur. Onu çeşitli hayat güzellikleri ile güzelleştiren de O’dur. Nereye baksak, her nereye bakarsak bakalım sahipsiz bir şey, halıksız bir şey bulabilir miyiz? Ne yerde ne gökte?
-: Haşa, haşa.
Hulusi Bey: Bütün mevcudatın sahibi de maliki de halıkı da aynı zattır. O birdir eşi yoktur, naziri yoktur, benzeri yoktur, her şeyi var eden, yaratan O’ndan başkası değildir. Evet.
-: Kemal-i intizam ile tamam-ı mizan ile vakti vaktine ayrı ayrı erzaklarını, ayrı ayrı elbiselerini, ayrı ayrı silâhlarını vererek, ayrı ayrı talimat yaptırarak, ayrı ayrı terhisat ettiğini, gözü bulunan bilmüşahede görür ve kalbi bulunan biaynelyakîn tasdik eder.
İşte hiç mümkün müdür ki: Şu ihya ve idareye ve şu terbiye ve iaşeye; o orduyu bütün şuunatıyla ihata eden bir ilm-i muhitin ve o orduyu bütün levazımatıyla idare eden bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası karışabilsin, müdahale edebilsin, onda hissesi olsun? Yüzbinler defa hâşâ!..
Malûmdur ki: Bir taburda on millet bulunsa, ayrı ayrı techiz etmesi on tabur kadar güç olduğundan; âciz insanlar, ister istemez bir tarzda techize mecbur olmuşlar. Hâlbuki Hayy u Kayyum şu muhteşem ordusu içinde, üçyüzbinden ziyade milletlere, ayrı ayrı techizat-ı hayatiyeyi veriyor. Hem külfetsiz, müşkilâtsız, kolay bir tarzda, hafif bir şekilde,
Hulusi Bey: Şimdi bakın dikkat edin on çeşit millet bir arada bulunursa aciz hükümetler, aciz milletler onların hepsinin yaşayışına muvafık bir libas yaptırmıyor da yeknesak, hep bir. Bir giyim eşyası yapıyor yazlık, kışlık o kadar. Ama Arabistan’da yaşayan bir adama bizim kışlık elbisemizi yaptırdık o pirelenir durur. Alışmamış ki öyle yani şayak’tan yapılmış elbiseyi giysin onunki ince bir şey ama giyecek. Bir ordu’da askerlik yapıyor. Fakat bunun aksi de var. Bunun aksi de var ki; Gavs- Azam Şah-ı Geylani, Allah şefaatine mazhar etsin bak sekizyüz sene evvel, birinci Cihan harbi’ne işaret ettiği yerde Arap Fırkası’nın Kafkas’a gideceğini orada perişan olacaklarını haber veriyor. Birinci cihan harbinde Bağdat Fırkası, bir don, bir gömlek, bir aba. Onunla Kafkas’a gitsin. Oranın şedaid-i havaiyesinde çalışsın dursun, mahvoldular. Bu nasıl gözdür ki sekizyüz sene sonraki hadiseleri görüyor. Onun için Gavs-ı Azam deyip geçme. O da öyle bir zat, Allah şefaatine mazhar eylesin.. amin..
-: Hem külfetsiz, müşkilâtsız, kolay bir tarzda, hafif bir şekilde, Gayet hakîmane ve intizam-perverane veriyor. Ve koca orduya, birtek lisan ile, هُوَ الَّذِى يُحْيِى dedirtip; kâinat mescidinde o cemaat-ı uzmaya اَللّٰهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ لاَ تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَ لاَنَوْمٌ ilh… Okutturuyor…
YEDİNCİ KELİME: وَ يُمِيتُ Yani: Mevti veren odur. Yani: Hayatı veren o olduğu gibi; hayatı alan, mevti veren dahi yine odur. Evet, mevt, yalnız tahrib ve sönmek değildir ki esbaba verilsin, tabiata havale edilsin. Belki nasıl bir tohum zahiren ölüp çürüyor, fakat bâtınen bir sünbülün hayatına ve yoğurmasına.. Yani cüz’î tohumluk hayatından, küllî sünbül hayatına geçiyor. Öyle de mevt dahi zahiren bir inhilal ve bir intıfa göründüğü halde, hakikatta insan için, hayat-ı bâkiyeye ünvan ve mukaddeme ve mebde’ oluyor. Öyle ise hayatı veren ve idare eden Kadîr-i Mutlak, yine elbette mevti dahi o icad eder. Şu kelimedeki mertebe-i uzma-yı tevhidin bir bürhan-ı a’zamına şöyle işaret ederiz ki: Otuzüçüncü Mektub’un Yirmidördüncü Penceresi’nde beyan edildiği gibi: Şu mevcudat, irade-i İlahiye ile seyyaledir. Şu kâinat, emr-i Rabbanî ile seyyaredir. Şu mahlukat, izn-i İlahî ile, zaman nehrinde mütemadiyen akıyor.. Âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zahirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbanî ile mütemadiyen istikbalden gelip, hâle uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür.
Hulusi Bey: Hacı Muhammed Efendi kardeşimiz bize hac hediyesi olarak zemzem getirmiştir. Bunu Haremi Şerif’te bulunanlar zemzem içerlerken, ayakta içerler ve yüzlerini de Kâbe-i Muazzama’ya çevirirler. Bizde hürmeten uzakta bulunduğumuz halde Beyt-i Muazzama’ ya döner gibi ayağa kalkacağız, o tarafa döneceğiz ve içerken okunacak duayı da okuruz. Bu suretle vazifemizi tamam yapmış oluruz. Evet. Yalnız Kıble’ye değil yani öyle tasavvur edin ki Kâbe-i Muazzama’ ya bakıyorsunuz. Ben hepinizin namına dua edeceğim. Siz de Âmin dersiniz ve içersiniz. Besmele ile..
اَللَّهُمَّ اِنِّأ نَسْئَلُكَ عِلْماً ناَفِعاً وَرِزْقاً وَاسِعاً وَشِفآءًلَنَأ مِنْ كُلِّ دَآءٍ
اَللَّهُمَّ اسْقِناَ مِنْ حَوْضِ نَبِيِّكَ كَأْساً لَااَظْمَءُ بَعْدَهُ اَبَدأً آميِنْ
-: Allah razı olsun. Allah kabul etsin.
Hulusi Bey: Bundan sonra gelenler de ayağa kalksınlar duasını bilmiyorlarsa şeye (Kâbe’ye) bakarak kıbleye dönüp ayakta içsinler..
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 86) YİRMİNCİ LEM'A İHLAS HAKKINDA başlıklı makalemizde 20.lema ve ihlas hakkında hakkında bilgiler verilmektedir.