99) YİRMİNCİ MEKTUB DERS – 1

99) YİRMİNCİ MEKTUB DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

YİRMİNCİ MEKTUB DERS – 1

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَم۪ينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَم۪ينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّب۪ينَ الطَّاهِر۪ينَ وَسَلِّمْ تَسْل۪يماً كَث۪يراً ياَ رَبَّ الْعاَلَم۪ينَ اَم۪ينَ.

وعَنْ ثَوْبان (رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) قال : قال رسولُ الله صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ : مَنْ يَتَكَفَّلَ لِي أَن لاَ يَسْأَلَ النَّاسَ شَيْئا وأَتكَفَّلُ له بالجَنَةِ٭

 صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ  

Kimdir bana insanlardan bir şey istememeye tekeffül ede ki, bende ona cenneti tekeffül edeyim.

Kimdir bana insanlardan bir şey istememeye tekeffül ede ki, bende ona cenneti tekeffül edeyim.

Elbette bir maksat var. Cenab-ı Peygamber Sallallahu Teâla Aleyhi Vesellem Efendimizin bu emirlerinde bizim için faideli bir cihet var ki; onu söylemek istiyor. Nedir maksat? Halika karşı izhar-ı iffet eden, Halika karşı izhar-ı iffet eden zatın, herhalde selamet-i akıbetinin mutlak-ul vuku olduğunu tebşir ve müslimini şiddetle terğibden ibarettir. Maksat … değil. Halka karşı izzetini, iffetini ve namusunu muhafaza eden. Haysiyetini muhafaza eden zatın herhalde selamet-i akıbetinin mutlak-ul vuku olduğunu müjdeliyor. Müslümanları da bu emre şiddetle terğib ve teşvik ediyor. İşe ehemmiyet versinler Müslümanlar. Yoksa elbette bilirsiniz ki fırından ekmek almaya gidince para vereceksin ekmeği alacaksın. Kasaptan et almaya gidince parayı verip eti alacaksın. Bakkaldan aylık yiyecek şeylerini kuru, bilhassa kurutmalık alacaksın yine parası mukabilinde. Manavdan ona göre sebze, meyve ihtiyacını alacaksın. Hacı Sabri diyor bana bir şey yok mu? Var. Hacı Sabri’ye gidersen şahlı bez, şahlı bez. Şimdi dokuma yok. O kadar adlar var ki şimdi ben daha cahil oldum sizin eşyanızın isimlerinden. Hacı da maşallah hemen fatiha derecesinde onları biliyor. Adları değiştikçe hemen Hacı Efendi onları belliyor. Bu budur, şu şudur diyerek söyleyebiliyor. Evet, maksat anlaşılıyor. Başka bir hadiste Cenab-ı Peygamber Aleyhisselatu Vesellem Efendimiz; “Bedelini ödemediğim malı almam.” Evet, İslam dininde borçluluk bir boyunduruk gibidir. Onu boynuna yüklememek hünerdir. Bizim bir cihetimizde memuriyet olduğu için kumandanlık olduğu için maiyetimizin vaziyetini görmüşüz. Bu yüzden çok perişan vaziyete düşmüştür. Çünkü israfı artırmış. Nereden israf geliyor. Kapalı konuşmayalım da iş anlaşılsın. Dâhiliyemiz bozuk olursa işimiz bozuk. Dâhiliyede tasarruf, iktisad denilen şey olursa iki yaka bir araya gelebilir. Fakat dâhiliye geldi mi, “Ne var hanım, ne düşünüyorsun?”

– Ne olacak? Mesela Kendisi yarbaysa binbaşının evine gittik, yüzbaşının evine gittik şu var, şu var. Bizde yok. Gerisi malum değil mi? Yani iş anlaşılıyor. “İktisat eden bereket bulur. Maişet sıkıntısı çekmez.” Bunlar Ehadis-i Nebeviyedendir. Evet, iktisatla yuvanın erkeği ve dişisi beraberce o yuvada saadet istiyorlarsa ayaklarını yorganlarına göre uzatmanın katiyyen lazım olduğunda fikir birliğine, işbirliğine varmalıdırlar. Arife işaret kâfi. Fazla söze lüzum yok. O mübareğin sözleri, tabirleri çok hoşuma gider de Aynu’l-insan Efendimiz. İnsanın gözü vaziyetinde olan. Göz biliyorsunuz vazifesi nedir. Görmektir. O, her şeyi görmüş.

Perde-i gaybın arkasını da görmüş, Zat-ı Zülcelal’i de görmüş. Onun için insanların özledikleri bir netice var ki: Cenab-ı Hak cümlemizi o şerefe nail ede. Âmin. Evet, Lika-i İlahiyi müşahede etmek. Cemal-i Ba Kemal-i İlahiyi müşahede neticede evet. O mübarek zata o ferid-i kevni mekân olan O zata (a.s.m) hakikaten Aynu’l-insan denilmesi çok yerinde bir tabir. O görmeseydi bize nakl etmeyecekti. Bizim için meçhul kalacaktı. Eğer o Mi’raç vasıtası ile Cenneti, Cehennemi, ehillerini neden dolayı mükâfat, neden dolayı azap çekiyorlar, onları öğrenip mihmandarı bulunan Hz Cibril’den onları öğrenip bu ümmete duyurmasa idi, sonra Zat-ı Zülcelal’in bu âlemde değil amma öteki âlemde görülmesinin imkânını bize haber vermeseydi, kim haber verecekti bize? Onun için tam yerinde bir tabir. İnsanın gözü, insanlar namına Cenab-ı Hakkı bu âlemde müşahede eden kimdir? Hazreti Muhammed (S.A.V). Bütün beşer namına o müşahede etmiş. Öyle ise haklı bir tabir, hoş güzel bir tabirdir ki: Aynu’l-insan demiş bu mübarek zata.

Kimseden bir şey istememek emrine verdiği ehemmiyetin derecesi bu hadis-i şerifin birkaç yerde başka lafızlarla şeref-sanih olmuş olmasından anlaşılıyor, istidlal olunuyor. Şimdi biraz bu şeyin üzerinde fikir işletelim. Mademki insan fikirden düşüncesinden ibarettir. Hayvan zümresinden en bariz farkı; insanın aklı, fikri, düşüncesi. Şimdi birine bir ihtiyacını arz edecek. Ya derse ki yoktur, hâlbuki biliyorsun ki vardır. Neticeyi düşünelim. Var olduğunu bildiğin zat yok diyor.  Hem ona yalan söyletmiş oluyoruz, hem de biz umduğumuzu ordan alamıyoruz. İşte bu biçim, işte bu vaziyette iffet gidiyor. Hatırı melül olur, kırılır. Ümit ettiğin dağa kar yağmış. Bilmiyordum, böyle ümit etmezdim. Onun için en son haddine kadar sabr etmek. Naçar kalırsa, naçar kalırsa o zaman suret-i kat’iyede redde uğramayacak zata ihtiyacını arz eder. Fakat bir taraftan da Zat-ı Ehad-i Samed olan Allahtan kendisine ihtiyacının giderilmesi için kolaylık halk edilmesini temenni eder. O vaziyette gider. Muvaffakiyetin emeline, o zaruretle olmuş ha. Emeline muvaffak olmasının bir çaresi de mutlaka ödenmek azmi ile ödenmek niyeti ile alınacak. Fakat bugün ki vaziyette benim gördüğüm manzaralar eski vaziyette artık zavallı ne kasaba gidebiliyor, ne bakkala, ne tüccara. Maaşı aldı mı ancak bir tanesini biraz tatmin edebilecek kadar bir şey ayırabiliyor. Daima içeri daima içeri. Ne diyorlar şimdi, devalasyon mu diyorlar? Devalasyon mu yoksa başkalasyon mu bilmiyorum. Harhalde bi lasyon var amma nedir? 

-: Enflasyon

Hulusi Bey: Nee. Devalüasyon da var gördüm ben.

-: Paranın değeri düşmek

Hulusi Bey: Paranın değeri mi düşmek, o bizde yok canım öyle bir şey. Cenab-ı Hak evet bu vaziyete düşürmesin. Şimdi yine hatırıma eski, çok eski bir söz vardı. Yine o da edebiyata aittir.

Âb-ı rûyun dökme her nahl-i pelidin pâyine,

Meyve-i matlab ya olur ya olmaz âlem bu yâ!” 

Mersiyesini hatırlattı. Olmadı mı?

-: Oldu efendim!

Hulusi Bey:

“Âb-ı rûyun dökme her nahl-i pelidin pâyine,

Meyve-i matlab ya olmaz ya olur âlem bu yâ!”

-: Âb-ı rûyun mu?

Hulusi Bey: Hı. Yüzünün suyunu dökme, her nahl-i pelidin pâyine.

Efendim. ……………

Ayağına. Ayağına, ayağına. Yani insan ama yontulmamış meşe odunu. Her nahl-i pelidin pâyine. Meyve-i matlab. Umduğun şey ya olur, ya olmaz. Yedi dirhem pirinç, yarım okka yoğurt, bir tek somun ekmek bir ramazan yemiş bayrama da kalmış.

-: Efendim ne yiyormuş?

Hulusi Bey: Ne bileyim ben. İktisad risalesini yazıyor. Şimdi bizim var mı iktisat birader? Lafını söylüyoruz. Fransızcası da ekonomidir değil mi?  istersen İngilizcesini de bil. Ne faide.

………………geçinip gideriz. O götürür, bitmez tükenmez hazine değil ya, işte oraya oraya taksim eder. Verdiğinden yağ alacak.

Ben hatıramı söylüyorum. Çok yalvardı bana şeyde, Eğirdir’deyken bir bakkal. Yüzbaşıyım o zaman. Yüzbaşım dedi ne olur şu defterde ismin bulunsun. Tuttum otuz liralık bir alış veriş ettim. Deftere ismimi yazdırdım. İki sene kaldım ondan sonra, ancak ayrılırken kapatabildim. Yani başkasından ders almaya ihtiyaç kalmadı.

-: Efendim o hikmet-i rabbani o adamın işinden dolayı orda kalmasını icab ettirmiş. Yoksa siz ödememiş değil. O adam aşıkmış sizin halinize..

Hulusi Bey: ……. çok söyledi. Nihayet dayanamadım pekâlâ yaz. Buyur.

-: Yoğurt nasıl bir ay bozulmadan kalabiliyor?

-: Yoğurt bir ay nasıl bozulmadan kalıyor? Yoğurt bir ay nasıl diyor kalıyor bozulmadan?

Hulusi Bey: Mütehassıslar var onlar söylesinler.

………………

………………..

Hulusi Bey: Şimdi sen Konyalısın. Ben Konya’nın bir kazasında pek az bir şube reisliğim var. Karapınar. Karapınar kazasında az bir şube reisliğim var. Orda halkı koyuncu ve deve işi. Oranın halkı, koyunculuk yapar böyle, başka bir şey yok. Şimdi yoğurt aradık. Piyasada yoğurt yok. İşte Müslüman kişilerden şube reisi namazlı olduğu için görüşenler oluyor. Nihayet, tek tük Allah razı olsun, bize yardım ettiler. Onlar yazdan hazırlıyorlar. Böyle çömleklere koyuyorlar. Ağzını yağla kapatıyorlar. Evde nerede saklıyorlarsa saklıyorlar. Kışın ordan çıkarıp yiyorlar. Başka bilmiyorum.

لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ

On bir kelimeli, kelime-i tevhid denilen şey ki her vakitte hususan akşamla yatsı arasında, akşam ve sabah namazlarından sonra. Akşam ve sabah namazlarında okunmasında çok büyük fazilet bulunan o otuzüçer tesbih olan. Evet, on bir kelimesi, her birisinde müjde var, beşaret var. Bundan bahsedecek. Ve bir rivayet-i sahihada ism-i a’zam hassası olduğuna işaret eder. Bu kelime-i tevhid. Şimdi Hanefi mezhebde, bizim fıkıh kitaplarımızda bu kadar tafsilatlı değil. Fakat Üstad hazretleri şafii idi, şafii mezheb. Binaenaleyh, bir rivayet-i sahihada, demek ki Hazreti Peygamber Aleyhisselatu Vesselamdan gelen sened-i muttasıl ile gelmiş bir rivayette var ki, ism-i azam hassası var bu on bir kelimeli kelime-i tevhid. Bizim fıkhımızda yoksa şafiinin fıkhında her halde var ki bu zat bunu bu kadar kuvvetli söylüyor. İnanıyoruz. Kelimeler gayet mübarek, hakikaten her birisinde birer müjde ve beşaret var. Şimdi dün akşam tevhid bahsi açıldığı için bu kere mecra başka tarafa doğru gitti, artık tutamadık. O cereyan devam etti. Fazla okunmadı. Şimdi o kısımlarında artık durmayalım da, bakalım ne zuhur eder, ne buyururlar. Oku bakalım.

-:

 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mukaddime

     Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır.

Hulusi Bey: Onu ayrı, ayrı yazmış. Hilkat, fıtrat aynı manadır. Kim halk etti? Fâtır kimdir, Halık kimdir? Allah. Niçin halk etti? En yüce neticesi, en yüksek gayesi nedir? İman-ı billah, Allah’a iman etmek. Yani bir Allah’ın şu mevcudat ve mükevvenatın halıkı, fâtırı olduğuna şeksiz, şüphesiz inanmak. Gaye bu. Evet.

-: Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı,

Hulusi Bey: İnsaniyet, beşeriyet, bunlar müteradif kelimeler, mana aynı. İnsaniyet ne ise beşeriyette odur.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 98) ÂYET-ÜL KÜBRA RİSALESİ VE DUA DERS - 4 başlıklı makalemizde Âyet-ül Kübra ve dua hakkında bilgiler verilmektedir.