55) FIKIH VE KADERLE ALAKALI BAZI MÜHİM SUALLERE VERİLEN CEVAPLARDIR.

55) FIKIH VE KADERLE ALAKALI BAZI MÜHİM SUALLERE VERİLEN CEVAPLARDIR.

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Bazı suallere cevaptır.

Sual: Mezheb-i Hanefi’ye göre, ikindinin sünneti ile yatsının ilk sünneti yerine kaza namazı kılınabilinir mi?

Cevab: Kılınabilir. Fakat büsbütün bu sünnetleri terk de muvafık olmaz. Bazen o sünnetler de kılınmalı ki, sünnete ittiba edilmiş olsun.

Sual: İmama uyanlar Hanefi mezhebinde iseler, imamın arkasında Fatiha’yı okurlar mı?

Cevab: Okumazlar. Tafsilat fıkıh kitaplarındadır. Öğle ve ikindi farzlarında imama uyanların, Fatiha-i Şerife’yi kalb dili ile okumaları yani; İmama rabt-ı kalb edip, Fatiha-i Şerife’yi içlerinden okur gibi olmaları muvafıktır.

Sual: Şaban’ın son on beş gününde oruç tutmayınız mealinde Hadîs-i Şerif var mıdır?

Cevab: Böyle sahih bir hadîse ihtimal yoktur. Belki bir tevili varsa onu da bilemiyorum. Çünkü; tahrimen mekruh olan oruçlar, Ramazan bayramının birinci günü ile Kurban bayramının dört günüdür. Yani; senede beş gündür. Tenzihen mekruh olan oruçlar: Muharremin dokuzuncu veya on birinci günlerini ilave etmeyerek yalnız onuncu günü tutulan oruçla, yalnız Cuma ve yalnız cumartesi ve bilhassa Nevruz ve Mehrecan günleri tutulan oruçlar ve beş gün müstesna bütün seneyi oruç tutmak ve bir günün orucunu iftarsız ikinci güne ulamak suretiyle tutulan oruçlardır.

Sual: Şeriat meselelerinde hataya düşmemek için ne yapalım?

Cevab: Muteber Şeriat kitaplarına ve şayan-ı itimat müttaki âlimlere müracaat edersiniz. O kitaplarda bulduklarınızla veya o muttaki âlimlerden öğrendiklerinizle amel edersiniz.

Sual: Kader ile cüz’i ihtiyariyi işlerimizde biri birinden ayırmak için izaha ihtiyacımız var?

Cevap: Kadere iman eden mü’min her hayır ve her şerrin Hâlıkı Allah’dır, diye iman etmiştir. Ancak kendisi buluğdan itibaren mükelleftir. Şeriat ahkâmına, yani edille-i şer’iyeye uymaya mecbur ve mükellef ve bunlara muhalefetten manen mes’ul ve muatebtir. Bu hükümlere muhalefet etmemesi için mahiyeti meçhul bir cüz’i ihtiyarisi vardır. O cüz’i ihtiyarını şerde kullanırsa, kaderim böyle imiş diyemez. Öyle ise, mü’min hak yolundan ve şeriat düsturlarından ayrılmadan kendisine bir musibet ve şer gelirse, o zaman kadere havale edebilir. Ve şöyle der: “Bu dünya dar-ı imtihandır, dar-ı ibtiladır ve dar-ı tekliftir. Her ne kadar nefsim bana göstermiyorsa da hakikatte Rabbime karşı kusurlarım vardır. O kusurlarımdan dolayı başıma gelen, daha doğrusu Rahman ve Rahim olan Rabbim tarafından gönderilen bu şer veya musibet, tövbe ve istiğfarım için bir şefkat ve ikaz tokadıdır. Rabb-i Rahimime iltica ederim. Hem dar-ı imtihan ve ibtila olan bu dünyada başıma gelen musibetler ve şerler, onları vereni düşünmekle ve bilmekle bana sabır kuvveti veriyor. Çünkü Rabbim hem Hakîm’dir, abes işi yoktur hem Rahim’dir, rahmeti sonsuzdur, öyle ise sabredeceğim der” ve sabrın neticesi Allah’ın rızasına nail olmaktır, diyerek tam teselli bulur.

Sual: Kader mi hâkimdir, cüz’i ihtiyari mi hâkimdir?

Cevap: Kader hâkimdir. Onun hükmü değişmez.

Sual: Cüz’i ihtiyarinin ef’ali İlahiye ‘de ve icraat-ı Sübhaniye ‘de mademki tesiri yoktur, öyle ise mes’uliyet neden olsun?

Cevap: İşte cüz’i ihtiyari mükellef mü’mine bunun için verilmiştir ki, şeriattan gelen ahkâma uymazsa işi kadere yüklemesin, mes’ul olsun. Yani şeriat, din ve İslamiyet, mü’mine Hakk’ın rızasına gidecek şeyleri emir ve Hakk’ın rızasına uymayan şeyleri nehyeder. Bu emir ve nehiy için başka bir zor yapmaz. Cüz’i irade ve ihtiyarını kullanmakta serbest bırakır.

Sual: Cüz’i ihtiyari ve iradenin irade-i külliye-i İlahiye ye yani kader-i İlahiye uymadığı da olmuyor mu?

Cevap: Esas olan irade-i külliye-i İlahiyedir. Mesela; bir adam diğer bir kimseyi öldürmeyi tasarlar. Her şeyi hazırlar, tetiği de çeker. Fakat nasılsa kurşun hedefe isabet etmez. O şahıs muhakkak bir ölümden kader-i İlahi neticesi kurtulur. Mütecaviz yakalanırsa, taammüden katle teşebbüsten sanık ve suçu sabit olunca da mahkûm olur. Tecavüze uğrayanın muhakkak bir ölümden kurtulması, mütecavizin affına sebep değildir. Mütecaviz emeline muvaffak olur da bir şahsı kasten öldürürse, bu suçunu kadere havale edip; “ben ne yapayım Allah böyle takdir buyurmuş” deyip mes’uliyetten kurtulamaz. Çünkü işlediği şerdir, şerre Allah’ın rızası yoktur. Kader-i İlahi böyle çirkinlikten münezzehtir.

Sual: Tedbirini terk eyle, takdirini derk eyle, diyen Marifetname sahibinin maksadı nedir?

Cevap: Yani tedbirli ol, fakat tedbirine güvenme. Çünkü kader-i İlahi hâkimdir demek istiyor.  Mesela: soğuk havanın icabına göre oturduğun yerden hazırlıklı yola çık. Fakat bu hazırlığın seni hastalanmaktan veya donmaktan mutlaka koruyacaktır diye o hazırlığına güvenme. Sen yolunda bulun neticeyi Allah’tan bekle ve bil. Böylelikle kadere imanını göster demektir.

Sual: Cüz’i ihtiyariyi terk etmek ve tam manasıyla kadere tabi olmak mümkün değil mi?

El Cevap: Mümkündür, amma bu işi ancak her şeyini Allah’ın iradesine bağlayabilen ve gören kâmil insanlar yapabilirler.

Umum için düstur: İhtiyar ve irade-i cüz’isini kullanmak ve zuhur edecek neticeye, kaderin icabıdır diyerek rıza ile kabul etmektir. Bir mü’min ne zaman hakkıyla her şeyini irade ve kader-i İlahinin hükmüne musahhar görürse, o zaman cüz’i ihtiyarın o zatta lüzumu ve vazifesi kalmamıştır. Cüz’i ihtiyariyi terkle irade-i külliyeye tam münkad bir duruma girer.

Sual: Nefs-i emmarenin kötülüklerinden kurtaracak bir amel ve Hakk’a vasıl edecek kısa bir ders yok mu?

El Cevap: Koynunda ve boynunda bir akrep bulunduğunu bilen elbette, “beni zehirleyip öldürecek düşman budur” demez mi? Öyle ise Kur’an ve onun hakikatli tefsiri olan Nurlu dersleri, nefs-i emmareyi ve onun kötülüğünü öğretiyor ve Allah’ın dostları olan kâmil insanların, felah ve necatın ancak nefsin tezkiyesinde olduğunu ders-i Kur’ani ile öğrendiklerini ve nefislerini riyazatla, açlıkla ve kötü isteklerini yerine getirmemekle terbiye ve tezkiye ye muvaffak olduklarını haber veriyor. Bu ders kâfidir, işlemek ve yapmak hünerdir.

Hakk’a vasıl olmak için kısa yol: Okuduğunuz kitaplarda ezcümle “eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr-i sülûk ile bazı hakaik-i imaniye ye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenab-ı Hakk’ın rahmeti ile kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lakayt kalmak elbette kâr-ı akıl değildir. Onları dikkatle okuyanlar böyle kurâni bir yolu açtığına hükmediyorlar… ila ahirihi.” diye beşinci mektupta vardır. Bu hakikati idrak edemiyorsak kusur bizdedir. O kevser havzından ve o Nur kaynağından ve o Kur’ani ab-ı hayat’tan istifade için tam bir iştiha, itimat ve dikkat gösteremiyoruz demektir. Madem böyledir, her imanlı bu eserlerde dünya ve ahirete rehberlik edecek nur ve hidayetin mevcudiyetine ve Rabbi ile arasında perde olan şeyleri bertaraf ederek, şah damarından daha yakın olan Rabbine, onu kırk dakikada vasıl edecek nurlu yolun mevcudiyetine şüphesiz inanmalı ve bu inanışla işe sarılmalı, kanaat-ı kat’i, niyet-i halis ve amelde gaye rıza-i İlahi olmalıdır.

Bu zevki hissedemeyenler fütur getirmeden; “Rabbim bana merhamet ediyor, daha ihlaslı ve devamlı çalışmam için bana o zevki tattırmıyor, te’hir ediyor. O’nun kerem ve rahmetine itimadım sarsılmaz.” demelidir.

Mühim Bir Suâl !

Suâl: Merhum Üstada atf’edilen bazı sözleri, bir kısım hizmetleri mesbuk zevâttan duyuyoruz. Bu hususta kanaat verecek bir düstur yok mu?

Cevab: Merhum Üstadın eserlerinde bulunmayan bu gibi sözler, eğer şeriata uygunsa kabul edilir, uymazsa reddedilir. Merhum Üstadın bazı zevâta hususî tembihi olabilir. Fakat o tembih o zatın şahsına aittir. Umuma düstûr olamaz. Bu gibi sözler fikirlerin dağılmasına sebep olur. Nûr şakirdleri, Kur’an’ın tilmizleri, Hakaik-i îmâniye ve Kur’aniyenin hâdimleri biribirlerine karşı rüçhanları olmadığına inanan ihlâslı mü’minlerdir. Öyle ise hiçbir şakirdin, kendisine çağırmaya, halkın, etrafına toplanmalarını istemeye ve beklemeye hakkı yoktur. Böyleleri varsa, bundan böyle de böyle kimseler zuhûr ederse, hakkı bırakıp onların arkasından koşmak hakiki Nûr şakirdlerine yakışmaz. Bütün mü’minlerle kardeş olduğumuzun zevki bizi enaniyete, gurura, nâsın teveccühüne, medhine ve yardımına muhtaç ve mecbur etmemek gerektir.

Daima ve her halde rıza-i ilahi gayemiz olmalı. Tevfik ve hidayeti Erhamürrahiminden istemeliyiz.

 

El Baki El Hubb-u Fillah,

İbrahim Hulusi

 

Orjinal belgeyi indirmek için tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 54) İNSANIN MANEN ÇOK EFRADI VAR, İZAHI VE TATLİK MESELESİ başlıklı makalemizde ferdiaher, tahrim ve tatlik hakkında bilgiler verilmektedir.