ONYEDİNCİ SÖZ – DERS -1
Hulusi Bey: Milletleri, kavimleri helake götüren yedi tane büyük günah vardır. Yani bu hitabın altında biliyor musunuz siz bunları? Eshab-ı kiram; Onlar nedir ya Resulullah? Emret.
İşte onu izah ediyor.
Başta nedir şirk-i billah. Allah ortak koşmak. Bir sözdür ama şirk. Fakat tatbikatı nasıldır? Aklı başında hiç kimse iki mabud tanımaz, iki Halık tanımaz, iki Rezzak tanımaz. Nedir ya şirk? Birisi putperestlik. Yani kendisine ilah ünvanı verilmeye hiçbir cihette liyakati olmayan, kendi eseri olarak insanların elleriyle evirip, çevirip çekiç altında bir şekil vererek ondan sonra onu kendilerine mabud ittihaz edip ona adak yapmak, ondan isteklerini istemek insanlar böyle şeyi yapar mı? Ya şimdi bu onların sözünü söyleyelim; medeni asırdayız. Putlaştırma var mı, yok mu?
-: Var.
Hulusi Bey: Peki, o cahiliyet devriydi, şimdi uyanıklık devri tahsil, terbiye görmüş vaziyet. Neden putlaştırılmaya gidiyor? Yani bir insan şekli, bir hayvan şekli. İster tunçtan yapılsın, ister taştan yapılsın, istersen ağaçtan, tahtadan yapılsın. Bu hayrı getirmeye, şerri defetmeye, ihtiyacımıza cevap vermeye, derdimizi tedavi etmeye iktidarı var mıdır bunun?
-: Değil
Hulusi Bey: Fakat buna alafranga bir unvan takmak lazım. Alafrangayı ünvanı da biliyoruz değil mi? E, şimdi bu bir sembolmüş. Sembol, yani sen bol, ben dar. Bilmiyorum. Peki, senin üzerine düşerse sofi kardaş. İşte öyle bir hale getirdi ki geçerken selam verdireceksin sana. Ya gördüğün yerde selam. Adı geçtiği yerde rükûa gideceksin. Saygı duruşu, bunlar medeni terbiyeler. Bunun mim’i var mı, yok mu?
-: Yok.
-: Mim’i kökünden sökülmüş
Hulusi Bey: İşte, halimiz bu. İnsan o cahiliyyet devrinin adamlarını kınama şeysine giriyor. Onları kınıyoruz, ayıplıyoruz. Vah, vah, vah insan da. Mübarek Hz. Ömer o cahiliyyet devrinin hatırası olarak iki şeye, iki şey cahiliyyet devrinin iki şeyini hatırlarım da, birisine gülerim, birisine ağlarım buyuruyor. Güldüğüm şu ki anam bana helva yapardı bende arkadaşlardan beraber giderdik o helvayı put yapardık ona ibadet ederdik. Helvayı, ondan sonra otururduk Allah’ı yerdik. Bu cahiliyyet devri. Bu huzuru hatırladıkça gülerim. Yani insanlığımdan hayâ ederim. Ben ne kadar sükût etmiş vaziyette imişim. Elhamdülillah iman yetişti de o cehli izale etti. Artık ister helvadan, ister şekerden, ister tut pekmezinden olsun değil mi, isterse asel-i musaffa’dan olsun, artık hiç kimse bunlardan medet ummaz, onları mabud tanımaz, onlara adak adamaz, isteklerini onlardan beklemez. Yani Allaha has olan evsafı o elle yapılan şeylerden istemez. Peki, şimdi ayaktan mı yapılıyor? Put değil de büst. Öyle mi? İrisi olursa anıt. Şimdi eğer bide rı koysalar. Anırt. Şimdi birde anırt olsa ne olur hacı? O uzun kulağın, eli kulağa atıp, açlığından böyle feryat edişi işte anırmasıdır onun. Fe ya Subhanallah. Şimdi cahiliyyet devrinde değiliz efendim! Çağdaş medeniyyet ya. Bu çağdaş medeniyyet, şimdi kalkına, kalkına bizde bu çağdaş medeniyyete bu millet yükselecek, amma nerden. Öbür tarafta diyor yahu pahalılık, canımız çıkıyor pahalılıktan. Öbür tarafta diyor ki beriki çağdaş medeniyet seviyesine milletimizi yükselteceğiz. O da diyor efendi, efendi açız. Geçen seneki fiyata şundan şu kadar zam geldi. En kötüsü plastik madde idi, plastik maddesine de yüzde yüz zam gelmiş. Yüzde seksen, yüzde doksan zam. Ne olacak nasıl geçineceğiz. Sen söyle çağdaş medeniyet seviyesine yükseleceğiz, yükseleceğiz. Öyle mi? O Hacivat’tan Karagöz’ün oyunu olur. Perde yaka kuralım, mum yakalım ya. E birader, biz haliç okuyoruz diyeceğiz, sen işi başladın perde oyununa. İşte bizim yapacağımız iş bu kadardır. Tezkere ver, tezkere. Tezkere ver biz gidelim.
-: Tezkere vermem.
Hulusi Bey: Hadi bakalım buyur.
-: Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet olunduğuna göre bir gün nebi-i muhterem (sallallahu aleyhi vesellem) siz, fertlerin ve milletlerin mahvına sebep olan mühlik yedi günahtan sakınınız buyurmuştur. Ashab-ı kiram; “Ya Resulallah bunlar hangileridir?” diye sordular. Peygamber aleyhisselatu vesselam Allaha şirk koşmak.
Hulusi Bey: Şimdi yine orda duracağız. Öteki latifeyi filan bunu geçin de, şimdi onları şirk-i cehri, yani kalbinde imanı olan bu hareketi tasvib etmez. Akıllı bir insanın işi değil, imanlı insanın asla işi değil düşünüşü değil der. Değil mi? Fakat efendiler mühim olan zahiri şirki. Birde şirk-i hafi denilen bir şey var. Şirk-i hafi en çetini odur. Bundan içtinab mümkündür, kimse gidip puta tapmaz. Yani ona gidip Allah’tan istediğini ondan istemez. Hiçbir akıllı istemez. Yani hakikat bu. Tatbik edilmeyen bir şekle zorlanıyoruz gibi geliyor amma, akıl bunu reddediyor. Ya imanlı olursa, o büsbütün reddedecek. Ama şirki hafi denilen içtinabı zor olan şey var. Ne var? Bir tane misal. Mesela kuyruk olmuşsun fırından ekmek almaya, bir tanesi araya girdi bir şey yaptı, getirdi ekmeği verdi. Sanki sana ekmeği veren o el’miş gibi ona karşı minnettarlık hissetmek. Ona teşekkür et, sen olmasaydın ben bu kuyruktan bu sabrımda tükenirdi zaten, bu ekmeği alamazdım. Allah senden razı olsun, ekmeğimi getirdin. Ama öyle bir şey var ki bu Allah rızasını temenni etmek, bir hayır temennisini yapmak içinde, adeta onu Rezzak vaziyetinde görmek. İhtiyacım vardı, çoluk, çocuk evde ekmek bekliyor, ben burada kaç saat bekleyecektim ki ekmek alayım. Sizin birçoğunuz bilmez. Birinci cihan harbinde, zaten memleketin fırını mahdut, ben o sırada Kafkas cephesinden buraya izinli gelmiştim.
-: Allah o günü göstermiye.
Hulusi Bey: O fırınlardan ekmek almak meselesi, çok çetin, çok zor bir durumdu. İkinci cihan harbinde de gelmedim, fakat vaziyeti yakinen biliyorum ki yine o vaziyet olmuştu. Yani hakikaten kim bizim rızkımıza şey etse Allah düşüncesinden ziyade onu kendimize bir nevi ma’bud ittihaz etmek gibi bir meyil var. Bu münasebetle bir hakikat söyleyeceğim. O da muharebeler, muharebeler, savaşlar milli ahlakı, dini ahlakı yıkan en birinci sebeplerdir. Yani milli, dini şeyleri, ahlakı yıkan muharebelerdir. Çünkü geriye kalan aceze sınıfı, kadınlar bilhassa geride. Ekmek bulamıyor. Açık söylemek lazım. Çünkü böyle bir şeyi temenni etmiyoruz, etmeyelim. Bir muharebe olsa da şu işten kurtulsak. Hâlbuki öyle hikâyeler duymuşum ki öyle kati mevsuk, kadınlar maalesef iffetlerini o yolda harcıyorlar, bir lokma ekmeği almak için.
-: Allah’ım bir daha göstermeyesin.
Hulusi Bey: Böyle bir memleketin dışarda düşmana göğsünü germiş, hayatını o yolda harcayan erkeği, beri tarafta kadın geriye bıraktığı çoluk çocuğun infakı için insafsız adamların elinde, bir lokma ekmeği alıp ta o yavrulara vermek için. Para geçmiyor, ziyneti geçmiyor, iffetin vereceksin diyor. Bu münasebetle Kur’anda, eskiden güzel bir adetti sure-i Kehf Cuma günleri okunurdu. Orada öyle midir, ayetin başı?
اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَاعَجَبًا
Ashab-ı kehf ve ashab-ı rakimden şey var sure-i Kehf’te. Ashab-ı rakim, ashab-ı kehf malum. Kur’an epeyi izahat verir, fakat ashab-ı rakim kapalı kalmıştır. Bunun için o küçük tefsirde de biraz alır. Üç zat, ashab-ı rakim üç kişidir diyor. Bu üç kişi bir yere giderlerken arkadaş, hava bozuyor, sağanak yağış başlıyor bir mağaraya iltica ediyorlar. Yağmurdan kaçıyorlar, doluya tutuluyorlar amma. Bir kaya yukarıdan yuvarlanıyor, gelip mağaranın ağzını tıkıyor. Demek kuyu gibi bir mağara ki zindana girmişler dünyada, yani ölüme mahkûm. O kaya itilip de, üç kişinin kuvveti ile ordan çıkmaya imkân yok. Aralarında konuşuyorlar, diyorlar ki buradan ancak biz Allah’ın yardımıyla kurtula biliriz. Artık çare kalmadı. Bu zamana kadar dünyevi hayatta mesuliyet çağında iken Allah’a yarar işlerimizi hatırlayalım da, Allah’a yarar işlerimizi hatırlayalım da onu söyleyelim belki Cenab-ı Hak lütfeder, bu kayayı açar bizde burdan kurtuluruz.
Bir tanesi diyor ki: Ben amele çalıştırıyordum. Sırasını bilmiyorum, aklıma gelen üç şeyi söyleyeceğim. Ben amele çalıştırıyordum. Bir amelenin ücretini vermeden ertesi gün gelir diye gitti daha gelmedi. Gelmeyince ben tuttum onun ücretine bir koyun aldım. O koyun meğer yavrulamak üzereymiş, ikiz yavruladı. Hulasa kısa bir zamanda, bir kaç sene içerisinde küçük bir sürü vaziyetine girdi. Ben çok menfaatlandım bu işten. Sütünü satıyorum, yoğurdunu satıyorum, yağından istifade ediyorum, baktım bu işin idaresi için memur tutmak lazım. Burda çok muhtasardır, fakat böyle tafsilatlı dinlemişim şeylerden, vaiz efendilerden. Nihayet aradan onbeş, yirmi sene geçti, bir gün bir adam geldi. Sopaya dayana, dayana zaif, dedi ki; Benim hatırlamazsın çok zaman geçti bir zaman amelelik yapıyordum sana, bir günlük ücretimi almadan gittim. Fakat halimi görüyorsun ki bugün o ücrete bugün muhtacım. Ben tuttum bu adamın işte tetkik ettim tahkik ettim, yani şeyden ifadesinden, çağırdım adamımı. Dedim git işte onun için ne kadar koyun birikmişse ne kadar şey varsa hademesi, çobanı hepsini bu adama verdim. Bilmem ki Cenab-ı Hak bu hareketimi kabul buyurdu mu? Bir şey oluyor bir hareket, içeriye bir ziya girecek, hava alacak kadar bir şey açılıyor.
Öteki, öteki diyor; benimki biraz ayıp bir şey, fakat burdan kurtulmak için başka çaremiz yok bende söyleyeceğim. Bir zaman memleketimizde kıtlık oldu, bu yine şeyden geliyor. Harp, harbin kötü neticelerinden. Herkes ihtiyacı için geliyor, Cenab-ı Hakta bana vermiş, epeyi elimde yiyecek, hububat var. Bu müşterilerin arasında bir kadın geldi, kadın güzel benimde nefsim ona meyletti. Çağırdım bir kenara dedim sana istediğini parasız veririm, fakat sende bana teslim olacaksın. Kadın ağladı sızladı gitti. İkinci bir daha geldi. Üçüncü gelişinde “Ne yapayım çocuklar ölüyorlardı, sende merhamet yok, senin dediğini yapmaya mecburum.” Aldım götürdüm diyor, tenha bir yere o sırada baktım ki hem ağlıyor, hem titriyor. Dedim burda bir gören yok nedir sende bu hal? “eynellah” haa. Allah nerede diyor, Allah görüyor bu halimizi. Öyle deyince benim tüylerim ürperdi, pişman oldum, vazgeçtim. Bilmem ki bu hal Cenab-ı Hakkın rızasına uydu mu? Taş biraz daha açılıyor, çıkacak derece değil amma.
Üçüncüsü diyor: Canım benimki çok hafif bir şey, nedir o? Benim de diyor ihtiyar yatak esiri bir annem var, anam var, dalıp, dalıp gidiyor. Seslendi bana su istedi ben götürdüm suyu bayılmış. Sabaha kadar elimde su bekledim. Gözünü açtı, su getirdin mi dedi? Getirdim dedim, içti. Bilmem ki bu hareketim indallah makbule geçmişse Cenab-ı Hak bizi bu badireden kurtarsın. Taş yuvarlanıyor, onlar da çıkıyorlar. Burda muhtasarı vardır, bizde hocalardan vaktinde dinlediğimiz daha allandıra, pullandıra işte. Ezcümle, hocalarımızdan müderris Ömer efendi ondan dinlemişim. Şimdi işte buda bu hikâyeyi böylece bunun arasına sıkıştırdık. İbret alınacak şey. Hikâyenin şeyine bakılır mı? Kaidemiz nedir?
-: İbret almak.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 116) DÖRDÜNCÜ ŞUA - DERS - 2 başlıklı makalemizde dördüncü şua hakkında bilgiler verilmektedir.