142) HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR KENDİ SESİNDEN DERS – 1

142) HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR KENDİ SESİNDEN DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR KENDİ SESİNDEN DERS – 1

Hulusi Bey: Onu okuyayım.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Çok Muhterem Üstadımızın Mübarek Ruhu İçin El Fatiha

Risale-i Nur Şakirtleri kardeşlerimizle bir hasbihal.

(Taziye ve teselli)

Mukaddime:

1- Bilinen şeyi söylemek belki abes zannedilir. Fakat peygamber (S.A.V)

اَلدِّينُ النَصِيحَةُ اَلدِّينُ النَصِيحَةُ اَلدِّينُ النَصِيحَةُ

buyurduğuna imtisalen hasbel beşeriye bilinen şeyler unutulmamak için tekrar abes olamaz.

2- Söylemek her mü’mine lazım mı?

Elcevap: Niyeti halis olmak şartıyla Sure-i Asr’daki hüsrana düşmemek için her mümine iman ve ameli salihadan sonra  وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ fermanı hükmünce hakkı ve sabrı tavsiye bir vazifedir.

3- Sünuhat-ı kalbiyesi tevakkuf etmiş, kalbi perişan zihni müşevveş pek kusurlu kardeşinizin İnşallah şu sönük kısa yazısı niyetteki ihlasına perde olmaz. Müstaid ve müteyakkız kalpli, fedakâr kardeşlere hizmet için yeni bir şevk vesilesi olur.  وَمِنَ اللّٰهِ الْتَوْف۪يقُ Hazreti Üstadın Rahmet-i Rahmana kavuşması bazı kimselerde acib şeyleri hatıra getirmiş: Ezcümle diyorlar ki:

1-) Üstadın vefatı ile şakirtleri dağılacaklar mı?

2-)Yerine kim bu vazifeyi devam ettirecek? Eğer hizmet Üstadın şahsına münhasır ise baş giderse ayak payidar olmaz.

Bu şüpheli ve endişeli sözlere cevaben deriz ki:

1-) Merhum Üstad bu vazifeyi birinden devralmamıştır. Zulümler ve işkencelerle geçen hayatında Kur’an ve iman hizmetinde Allah tarafından çalıştırılmıştır. (Said bir çekirdek idi çürüdü gitti fakat ondan nurani Risale-i Nur külliyatı bir secere-i tuba gibi ve yüz otuz parça Risale-i Nur eczaları cennet meyveleri gibi yetişti. O mübarek eserleri kim okumuş veya dinlemişse kabul etmişse, onlarda Risale-i Nurun talebeleri ve Kur’anın tilmizleri ve bu mübarek meyvelerin garazsız ivazsız naşirleridirler.) Peygamber (S.A.V) in vefatından sonra başka bir peygamber gelmemiştir ve gelmeyecektir. Fakat şeriatı ve ona inzal buyurulan Kur’an hurufuyla, nukuşuyla ebede kadar Hıfz-ı İlahi ile mahfuzdur. İslamiyet de Vefat-ı Nebeviden sonra çok şaşalı bir surette parlamış ve intişar etmiştir.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُون

fermanı, Kur’anın muhafazasını Cenab-ı Hakkın taahhüd buyurduğuna kati bir delildir. Bu asırda merhum Üstada hikmeti muktezası Allah-u Zülcelal bu vazifeyi gördürdüğünü insaf ile bu hizmetin başından sonuna kadar geçen vakayı tetkikten geçirenler tereddüt etmeden kabul ederler ümidindeyiz. Bizi bu kanaata götüren saik, merhum Üstad’ın Risale-i Nurun neşrine başladıkları zamanlarda “Kur’anın bütün surları yıkılmıştır. Kur’an tek başıyla kendini müdafaa ediyor.” tarzındaki beyanlarında bulabiliriz. Çünkü o zamanda mekteplerden din dersleri kaldırılmış, medreseler ilga edilmiş, tekke ve zaviyeler sedd-ü bend edilmiş yani Kur’anın üç mühim kalesi yıkılmış demek idi. Kur’anı inzal eden Zat-ı Vacib ül Vucud’un onu muhafaza hususundaki taahhüdü elbette zuhura gelecek idi. İşte tabir ve temsil caiz ise; Kur’anın iç kalesinden yani İslamiyete hizmette bin sene bayraktarlık eden Türk milleti içinden Türkiyeli bir din âlimi bu kudsi hizmete memur edilmiş. Alem-i İslamiyete göre iç kale mesabesindeki Türkiye’den çıkardığı bu din alimine iç kaledeki Kur’anla bağlı mü’minlerin zaif imanlarını takviye ve mütehayyirleri zülumata düşmekten kurtarmak için onların imanlarına müteveccih hücumlara karşı Kur’anın mahzen-i esrarındaki silahları, zaif ve mariz düşmüşler içinde Kur’anın mukaddes ecza deposundaki tiryakları havi, Risale-i Nuru çok ağır şartlar altında neşir ve tatbik sahasına koydurmuş, o zat da Lillahilhamd bu kudsi vazifede muvaffak olmuştur. Evet, hücumlar kırılmış kalplere imani kuvvet yani iman-ı hakiki dersleri herkesin istidadına göre verilmiştir. İşte o mübarek mücahidin hizmetinin hitamı demek olan başta Habibullah (S.A.V) bütün sevdiklerimizin gittikleri âleme göçmesi vefatıyla tahakkuk etmiştir.

Hayatında eserleri şahsına bağlanmadığını, hem eserlerinde ve hem şifahi müsahabelerinde müteaddit defalar emreden muhterem Üstadın vefatı şakirtlerin dağılmalarını değil, belki aralarındaki su-i tevehhümleri de  مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا  sırrınca izale ederek ihlas kaidelerini ihlal etmeden ve enaniyete düşmeden devam ettirmelerine sebep olacaktır. İman-ı tahkiki dersi alan Risale-i Nur şakirtlerine yakışan da budur.

2-) İkinci endişeli ve şüpheli suale gelince; Nur’un mesleği tarikat değildir ki bir babaya lüzum görülsün ve bir postnişine ihtiyaç olsun. İhlas risalesinde bu suale kâfi ve mukni cevap verildiğinden, sözü o risaleye bırakarak hatıra gelen şöyle bir suale cevap vermeye çalışalım.

Sual: Mademki Merhum Üstadı Allah’ın bir memuru diyorsunuz Nurun mesleği de tarikat kaidesine tabi olmadığına göre böyle bir memura artık ihtiyaç yok mu? Varsa kimdir? Veya ne zaman böyle bir memuru Allah gönderecektir?

El cevap:   لاٰ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ  Gaybı ancak Allah bilir. Bizler şuna kaniyiz ki; Risale-i Nur’un kalplerdeki fütuhatı İnayet-i Hakla devam edecek. Belki Üstadın hayatından ziyade vefatından sonra Risale-i Nur’dan istifade edenler çoğalacak, bunlar umum mevcuda göre adeden azlıkta olsalar da bir gün gelecek ki eser-i rahmet ve inayet olarak zül-cenaheyn bir zat emr-i ilahi ile bu imanlıların başına getirilerek imansızlığa karşı mücahede ve İlay-ı Kelimetullah yaptırılacaktır.

Risale-i Nur şakirtlerine düşen vazife: Hizmet-i İmaniyeye devam edip Allah’ın iradesine ait işlerle, boşu boşuna meşgul olmamak ve bütün ehl-i imanla alel husus Nur Hizmetindeki talebe kardeşlerle uhuvveti bozmaktan şiddetle kaçınmaktır.

Cenab-ı Hak Merhum ve Mübarek Üstadımızı nihayetsiz rahmetine ve bizleri de delaletleriyle şefaat-ı Ahmediye (Aleyhisselatu vesselama) mazhar buyursun. Hizmette füturdan ve ehl-i ilhad ve dalaletin şerlerinden muhafaza ile hizmet-i Kur’aniye de muvaffak buyursun. ÂMİN.

-:

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ٭ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

KUR’ANIN TİLMİZLERİ VE NURLARIN HADİMLERİ HAKKINDA DAHA ZİYADE SİYASİ KANAATLERDEN

Hulusi Bey: Molla Hamid gibi okuyor.

-:   DOĞAN ELEM VERİCİ VE BU MÜBAREK REMZEYİ

Hulusi Bey: Zümreyi

BU MÜBAREK ZÜMREYİ YEKDİĞERİNE DÜŞMAN YAPAN ŞAYİALAR BU YAZIYA VESİLE OLMUŞTUR.

***************************************************************************

Aziz Kardeşlerim,

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Mübarek Üstadımız hepinizin bildiği gibi en az on beş günde bir defa okumaklığımız lâzım gelen Yirmibirinci Lem’a ihlas ile ihlâs kuvvetine dayanmaklığımızı tavsiye ve ihlâsı kazanmak ve muhafaza etmek için düsturlar koymuştur.

Siyasi kanaatların tahribatından korunmak için de UHUVVET adli dersini vermiştir.

Hulusi Bey: Uhuvvet adlı

-: Adli değil efendim. Adi diyor.

Hulusi Bey: Adıdır, adlı

-: Öylemi? Lam’ı biraz şey etmişte.

Hulusi Bey: O kadar olur canım. Acemi o kadar olur.

-: UHUVVET adlı dersini vermiştir. Bu iki eser, bizleri Mualleh mi?

Hulusi Bey: Neyse Hacı. Siyasi kanaatların tahribatından korunmak için de UHUVVET adli dersini vermiştir. Bu iki eser, bizleri muhtemel felâket ve ma’nevi mes’uliyetten kurtarmağa kâfidir. Birbirimize karşı kusurlarımızı afvedip hizmetin zararına sebep olacak düşüncelere girmeyelim. Biliyorsunuz ki din düşmanları her vesile ile Kur’an’ın hâdimlerine tecâvüzden geri kalmıyorlar. Bunların çirkin emellerinin tahakkukuna imkân vermekle çok büyük vebale ve günaha girmiş oluruz.  

SİYASETLE İŞTİGAL, HİZMETİMİZE ÇOK ZARARLIDIR. Kimse siyasi kanaatından dolayı ayıplanamaz. Fakat ihsân-ı İlâhi olarak omuzumuza yüklenen hizmet o kadar ehemmiyetlidir ki, siyasetle uğraşmaya vaktimiz yoktur. Siyasi faaliyetlerde bulunacaklar çoktur. Bu işi onlara bırakalım da siyasi kanaatımızı yalnız seçim esnasında sandığa atacağımız rey pusulasına saklayalım ve ifşa etmeyelim yeter.

NETİCE: İhlas ve uhuvvet dersleri, bizleri sarsılmaz hale getirmeye, ma’nevi yaralarımızı tedaviye, nefsani arzulardan vaz geçmeye, şahsiyet ve enaniyetimizi tatmin etmeye ve hakkımızda inayet ve rahmet-i İlâhinin devamına yetecek esaslara hâvidir. Başka fikir beyanına ihtiyaç yoktur. Allah cümlemizin muîni olsun, kalblerimizi muhabbetüllah, muhabbet-ü Resulullah, muhabbet-ü kelamullah ve fena-fil ihvân ile nûrlandırsın. Her türlü şerlerden ve şerlilerin şerlerinden ehl-i imanı korusun. Âmin.  

El Fatiha

Yirmidördüncü Sözün Birinci dalındaki: (İnsan olan bir insandan sor. Bak nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor.

Var mı?

Yirmidördüncü Sözün Birinci dalındaki: (İnsan olan bir insandan sor. Bak nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı. Sen de dikkat etsen okuyabilirsin.) İzahını istiyorsun.

Meşhur olan dosan dokuz Esmâ-i Hüsnâ Delail-i Hayrat kitaplarında vardır. Bu havalide camilerde sabah namazlarından sonra okunması Bir taammümdür.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ٭ هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ى لآَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الرَّحْمَٰنُ الرَّحِيمُ هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلاَمُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ

İlahir. Celle celaluhu ile başar doksandokuz isim okunur. Bu Esma-i Hüsnanın hıfz edilerek okunması güzel. Okuyan bu Esmanın manalarını bilerek okuması daha güzel olur.

 “Cephesinde yazılıdır sen de dikkat edersen okuyabilirsin.” Demek. Cenab-ı Hak bütün esmasıyla bu insan üzerinde tasarruf hakkına sahiptir demektir.

“Cephesinde yazılıdır sen de dikkat edersen okuyabilirsin.” demek neymiş? Cenab-ı Hak bütün esmasıyla bu insan üzerinde tasarruf hakkına sahiptir demektir.

-: Cephesinde ne yazılmış?

Hulusi Bey: Halık’ın mülküdür, memluküdür, mülkünde çalıştırılıyor.

Cephesinde ki Rahman ismiyle bu insanı rızıklandıran Allah’tır.

Yani bir insanı gördüğü zaman, bunda Rahman isminin tecellisi var mı? Rızka ihtiyacı var mı, rızkını temin eden kim?

-: Allah

Hulusi Bey:

  • Rahim ismiyle, bu insana merhamet eden Allah’tır.
  • Melik ismiyle, bu insan Allah’ın mülkü ve memluküdür ve mülkünde de çalıştıran O dur.
  • Kuddüs ismiyle, bu insanı fıtratını kusursuz, eksiksiz halk eden Allah’tır.
  • Selam ismiyle, noksan meayibden salim kılan Allah’tır.
  • Mü’min ismiyle, bu mü’min insanı azaptan emin eden Allah’tır.
  • Müheymin ismiyle, bu insanı murakabe ve muhafaza eden Allahtır.
  • Aziz ismiyle, bu insanı aziz eden Allah’tır.
  • Cebbar ismiyle bu insanı iradesine göre cebir ve halini ıslah eden Allah’tır.
  • Mütekebbir ismiyle, bu küçük ve aciz ve zaif insanı, Kibriya ve azametiyle bu küçük ve aciz ve zaif insana, Kibriya ve azametiyle sahip çıkan Allah’tır.

Esma ve manalarını okuyabilir demektir. Şöyle de okuna bilir.

Bu insan hayatlıdır Muhyi isminin mazharıdır.

Dikkat buyurun.

Şöyle de okuna bilir.

Bu insan, Yani Karşımızda gördüğümüz insan, hayatlıdır, Muhyi isminin mazharıdır.

Bu insan fânidir Baki isminin mazharıdır.

Bu insan mahlûktur, Halık isminin mazharıdır.

Bu insan masnudur, Sani’ isminin cilvesidir.

O insan olan insanda kendisine bakanlara, ben yok iken bana vücud nimeti veren Vâcib-ül Vücud var.

 -: Amenna ve sadakna         

Hulusi Bey:

Ben faniyim, fakat Baki olan ve beni bekaya mazhar eden evet var. 

Ben mahlûkum beni halk eden Halıkım var.

Ben masnuyum, beni böyle san’atlı yapan var. 

Ben merzukum benim rızkımı temin eden var.

Hadi kendisi de okutturabilir, okuyor. O kadar diğer esmayı yazmışım, fakat onların şimdi sırası değil. Lüzumu yok.

Sual: Kader dersindeki “ Hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak,

Lügat burada mı?

Kalb, ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık” izahını istiyorsun.

Kalb, ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık.

Hayatı maddiye-i nefsiyeyi bırakamayan size bu hali ve manevi derece-i hayatları nasıl tarif edebilir. Şayet böyle bir hali kazanmış olsa hali ve manevi derece-i hayatı başkasına aynı kuvvet de tefhim edemez. Onun için eserlerde geçip Yeni Lügat da ki yazılara bakmayı tavsiye edeceğim. Şöyle ki: Kalb hakkındaki, Yeni Lügat’ın 247

Fakat burada kalbi bul. Oku.

-: Kalb: Vücudun kan dolaşımı merkezi, gönül, her şeyin ortası, yürek, bir halden diğer bir hale çevirmek, değiştirme, imanın mahalli,  Fuâd, sıkt-ül ilim, tâbut-ül ilim, beyt-ül hikmet, via-i ilim de denilir. (Dâima değiştiği ve hareket halinde olduğu için kalb ismi verilmiştir.) Bir şeyi geri döndürmek ve çevirmek. * Yüreğe vurmak veya dokunmak. Gönüle dokunmak. * Bir şeyin içini dışına ve dışını içine çevirmek. * Aks ve tahvil.(Ehl-i tahkik indinde; çam kozalağı şeklindeki cismanî et parçasına taalluk eden letaif-i Rabbaniyedir. Bütün kuvvetin mebdeidir. Dimağ ise; bütün hislerin mebdeidir.)

Hulusi Bey: Bitti mi?

-: Devam ediyor Efendim!

Hulusi Bey: Evet.

-: Eserlerden alınmış parçalar var.

Hulusi Bey: İyi ya.

-: Kalb, imanın mahalli olduğu gibi,

Hulusi Bey: Ha.

-: En evvel Sâni’i arayan ve isteyen ve Sâni’in vücudunu delâili ile ilân eden, kalb ile vicdandır. Zira kalb, hayat malzemesini düşünürken, en büyük bir acze mâruz kaldığını hisseder, hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik, emellerin tenmiyesi (nemâlandırmak) için bir çare ararken, derhal bir nokta-i istimdadı aramağa başlar. Bu noktalar ise, iman ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem’ ve basara hakk-ı takaddümü vardır. Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir latife-i Rabbaniyyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh, o latife-i Rabbaniyyeyi tazammun eden o et parçasının kalb tabirinden öyle bir letafet çıkıyor ki; o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir.

Hulusi Bey: Bitti mi?

 -: Nasıl ki bütün aktar-ı bedene mâ-ül hayatı neşreden o cism-i sanevberî bir makine-i hayattır ve maddî hayat onun işlemesi ile kaimdir. Sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar. Kezalik o latife-i Rabbaniye a’mâl ve ahvâl ve mâneviyatın hey’et-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesi ile mâhiyeti, meyyit-i gayr-i müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.

Hulusi Bey: Ruh. Ruhu da, sırrı da soruyor ya. Bunlardan bahsetti. Bunları nasıl anlıyorsun? Ruhi burada söylesin.

-: Emri Rabbi.

Hulusi Bey: Ya. Aferin. Nasıl, nasıl?

-: Çünkü Allah’ın emridir.

Hulusi Bey: Ayeti söyle.

-: قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ى

Hulusi Bey: قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ى

Başı?

وَيَسْئَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ى وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلاَّ قَل۪يلاً ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭

-: Ruh: Can, nefes, canlılık. * Öz, hülâsa, en mühim nokta. * His. * Vicdan. * Kur’an. * İsa (A.S.). * Cebrail (A.S.). * Korkmak. (Ruh, bir kanun-u zivücud-u haricîdir. Bir namus-u zişuurdur. Sabit ve dâim fıtrî kanunlar gibi gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i lâtifeyi

Hulusi Bey: Ne demek yani: Kudret ona bir vücud-u hissi giydirmiştir. Yani bir ceset ki onda da duygular var. Onun içerisinde bulunuyor. Duygular var mı insanda?

-: Evet.

Hulusi Bey: Zahiri var, batıni olan duygular var. Ruhta işte o cesette. Cismi bir ceset. Evet.

-: Bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem dâimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şâyet, nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu.

Hulusi Bey: Şayet, burda söz var.

-: Şâyet, nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu.

Hulusi Bey: İşte bunu Cennette cesetleri ile ruhları ile kalacak hayvanların şeysi bunu gösteriyor bize. Mesela: bir tane hayvan söyle bakayım? Evet, Cennette kalacaklar hangileriydi?

-: Hüdhüd-u Süleymani.

Hulusi Bey: Sende Hüdhüd-u buldun dur bakalım.

-: Deve, karınca, merkep, kıtmir,

Hulusi Bey: Şimdi bak evet, Hüdhüd dedi şimdi evvela buna cevap verelim. Hüdhüd-u Süleymani bütün kuş taifesi namına, bütün kanatlı havada uçma kabiliyetli hayvanlar namına cesediyle beraber o Hüdhüd-u Süleymani, ama tek ha. Yalnız o Hüdhüd-u Süleymani Cennette hem cismi, hem ruhuyla beraber orada kalacak. Diğerleri ne olacak? Hüdhüd bir tane değil ya. Fakat o gidip de Seba melikesinin yerini bulup o kaybolduktan sonra gaybubetinin sebebi, böyle uçarken böyle bir yer gördüm diye haber vermesi var ya. O Hüdhüd-u Süleymani bütün kuş taifesinin mümessili olarak Cennet hayatı yaşayacak. Ruhu da var, cesedi de var. Onun mümessili olacak. Diğerleri ne olacak? Diğerleri toprak olacaklar, fakat ruhları baki kalacaklar. Cesetleri toprak olacak, ruhları baki kalacak. Onlar cesetsiz olarak o tek mümessilleri onları temsil edecek. O Cennetin zevkini kendi çerçevesi dâhilinde bir hüdhüd olarak, bir hayvan olarak, bir kuş olarak cennetten lezzetini alacak. Ruhlar da cesetsiz olarak onun aldığı lezzeti hissedecekler. Demek ki neviler eğer bir ceset giyse ne olacak?

-: Ruh olacak.

Hulusi Bey: Ruh olacak.

-: Kanunlar bir ceset giyse

-: Nevilerde ki kanunlar

-: Nevilerdeki kanunlar.

Hulusi Bey: Nevilerdeki kanunlar bir ceset giydirilse o zaman ne oluyor onlar?

-: Ruh oluyor.

Hulusi Bey: Ruh oluyor. İşte o ruh o. Evet, şimdi mesela Salih (A.S.)’mın devesi, bütün develer namına o orda cesediyle, yine şeyi de var, Hazreti Peygamberinde devesi var.

-: Adbâ

 Hulusi Bey: Evet, bunlar cesetleriyle, ruhlarıyla Cennette kalacaklar. O nev’in mümessili, o nev’in mümessili. Ruhlu, cesetli mümessil olarak kalacaklar. Diğerleri ne olacak? Toprak. Aralarındaki muhasebe görülecek. Onlar artık nasıl alacak onların tafsilatını bilemeyiz. Orayı Allah bilir.

-: Fiyatını verelim.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 141) DOKUZUNCU MEKTUB – SOHBET – DUA DERS - 3 başlıklı makalemizde 9.mektub ve dokuzuncu mektub hakkında bilgiler verilmektedir.