15) ONDÖRDÜNCÜ NOTA’DAN SUALLER VE CEVAPLARI

15) ONDÖRDÜNCÜ NOTA’DAN SUALLER VE CEVAPLARI

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Mukadder Sual ve Cevapları     (Hususi Kanaat)

Sual 1: “Bu insan denilen sarayın cevherleri; bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuz’dan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anasır âleminden geldiği gibi; hacatı ebede uzanmış, ………” deniliyor. Bu cevherler nelerdir, insanın o âlemlerle ne gibi alakası vardır?

Cevab 1: Bu husustaki tafsilatı marifetnamenin izahına havale ederek, bize lazım olan kısmına kısaca temas edelim.

İnsanın hilkatinde biri maddi, diğeri manevi iki kısım vardır. Bunlardan maddi olanına araz yani; kesif, manevi olanına cevher, yani; latif denilir. 

Mesela: Göz maddidir, görmek manevidir. (Görmekten mahrum bakar körler olduğu gibi, hayatı gitmiş bir ölünün de gözü parlar ama göremez. Basiret denilen kalp gözünün açılması veya körlüğü de vardır. Kalp gözü açılanlar, gözleriyle gördükleri şeyleri hakiki sahibine mal ederler.  Onlarda hakiki sahibinin esmasının güzel tecellisini görür ve ibretle temaşa eder. Hem başkalarına da gösterirler.) Böylece göz nimetinin hak şükrünü edaya çalışırlar.

Kulak; maddidir, işitmek manevidir. Manen terakki etmiş, hilkatine uygun bir surette hikmeti, hakkı duymaya abesi, malayaniyi duymamaya ve ihtiyariyle bir nevi sağırlığa girmeye alışmış olanlar o güzel cihazı yerinde kullanarak o nimetin şükür hakkını yaparlar. Duymayanlara da duyururlar. Bazı kulaklılar da vardır ki, işitmek nimetinden mahrumdurlar. Bu gibiler işitmek nimetine nail olanların şükürlerine vesile olmalıdır.

Dil; yani lisan maddidir, konuşmak manevidir. Dilde birde kuvve-i zaika denilen manevi bir tat almak duygusu vardır. Bazı kimsenin dili vardır. Fakat konuşmak nimetinden mahrumdur. Birçoklarının da dili vardır, o dil hakkı söylemekten nasipsizdir. Malayani, gıybet ve hezeyan söyler. Bazı dil de vardır ki, söylerse hak söyler, hikmet bahsi yapar veya sükutu konuşmaya tercih eder.

Dimağ; Maddidir, akıl manevidir. Mecnunda da dimağ var fakat akıldan mahrumdur. Çocukta da dimağ var fakat henüz akıl o dimağda hüküm etmeye başlamamıştır. Dinsizde de dimağ var fakat iman nurundan mahrum olduğu için esbap ve tabiata sarılmış, görmediğine inanamayacak derecede aklı gözüne inmiştir.

Kalp; Zahiri ile beden-i insaninin idame-i hayatına yarayan bir cihaz-ı maddidir. Batını ile Hâlık’ın muhabbetine tahsis edilmesi lazım gelen bir latife-i maneviyedir. Bazı zahiri kalpler hastadır. Sahibinin sıhhati bozuktur. Bu gibiler ekseriyetle füc’eten ölürler. Bazı kalpler manen hastadır, o kalbin batınını Allah’ın gayrının muhabbetleri doldurmuş ve kirletmiştir. Allah’a ve Allah’ın rızasına tahsis edilecek yer bırakmamıştır.

Ruh; Âlem-i ervahtan, âlem-i emirden gelmiş ulvî bir unsurdur ki buna nefs-i nâtıka denilir. Eğer ruh geldiği ulvî âlemdeki saffetini bozmaz, cesede yani o cesedin maddi hayatı için beslendiği hayat-ı hayvaniyesine ehemmiyet vermez ona hâkim olursa cesedi ve diğer letaifi beraberce geldiği âleme götürür. Hayat-ı hayvaniye ye yani nefs-i hayvaniye ye ehemmiyet verirse, âlem-i ulvîden gelen ruh mahkûm olur. Diğer letaifle ağlayarak sükûta maruz kalır.

İnsanın mükemmel ve mükerrem bir mahlûk olduğuna işareten; süslü, bezekli, cevherli bir saraya benzetiliyor. Bu sarayın âza ve cevarihi yani eti, kemiği, derisi anasır âleminden yani topraktan, sudan, havadan, hararetten alınmıştır. Nutfe olarak ana rahmine sonra o nutfeyi kan pıhtısı ve onu bir parça et, onu da kemikler haline getirip ona etleri giydirip sonra da ruh nefhederek insanın rahm-i maderde evveliyatını hazırlayan Allah, vakti gelince vasıtasız inşa ettiği o masnuunu o dar âlemden şu muvakkat ve esbab âlemine getirir. Bu ehemmiyetli masnuun ruhu, ervah âleminden, aklı âlem-i misal ve levh-i mahfuzdan, batın-ı kalp ile diğer latifeleri Nur âleminden alınmıştır.

Demek ki insan yalnız maddi ve arazî değildir. Onun, cevheri denilen manevi cephesi de vardır. Hâlık ve Sâni’ insanı halk için onun binasını anasır âleminden aldığı gibi içindeki cevherleri de muhtelif âlemlerden almıştır. Öyle ise insana hakiki Hâlık ve Rab olmak için bütün o âlemlere sahip olmak lazım geliyor. Hilkatinin bu acayipliğini bilmek Hâlık’ının kudret ve azametinin, ilim ve hikmetinin, rahmet ve kereminin vüs’atini düşünmek o âlemlerle alakalanmak demektir.

Sual 2: Nefs-i nâtıkanın en yüksek matlubu devam ve bekadır”, nefs-i nâtıkadan murad nedir?

Cevap 2: Marifetname’deki tarife göre; nefs-i nâtıka, ruh-u insani ve emr-i Rabbanidir. O bir cevherdir ki zatında her maddeden mücerred iken taaşşuk ile taalluk eylediği yani aşk ve muhabbet ile alakadar olduğu, bedenin umurunu tedbir için nefs-i hayvaniyenin mevzii olan yüreğin vasatında bulunan nokta-i sevda ve sevida da nefs-i hayvaniye ile mukarin ve muanık olmuştur. Yani: Kalpteki siyah nokta da nefs-i hayvaniye yaklaşmış ve onun boynuna sarılmıştır. Ve onun vasıtasıyla cem’i ecza-i bedende mutasarrıf olmağa yer tutmuştur. Zira ki cisim hâk (toprak)* gayet kesif ve ruhu pak, gayet latif olduğundan nefs-i hayvaniye bu adıyla yani kesif ile latif ve şerif ortasında kalmıştır. Bununla beden kesife meyli olan ruh-u latif ile münasebet kazanmıştır. Ve nefs-i hayvaniyenin boynuna sarıldığından  bu ulvi ruhun adı Gönül olmuştur.……İlh.  denilmektedir. Demek oluyor ki nefs-i nâtıka denilen insanın ruhunun en yüksek matlubu, geldiği alem olan daim ve bakinin alemine, onun o baki memleketine gitmektir. “Hubb ül vatan minel iman” Yani: “Vatana muhabbet imandandır.” Burada ki vatana, vatan-i asli yani: daim ve baki olan Allah’ın Baki ismi ile tecellisine mazhar olunan beka âlemidir deniliyor. İşte o muhabbettendir ki nefs-i nâtıka denilen ruh-u insaninin en yüksek matlubu devam ve bekâdır denilmiştir.

Sual 3: “Esma-i İlahiyeden birisinin hayt-ı şuaıyla temessül et ki, adem deryasına düşmeyesin”. Ne demektir?

Cevap 3: Mesela; insan hayatı ile Hayy ü Kayyumun, Muhyi isminin cilvesini hüsn-ü hilkati ile ahsen ül Hâlık’ın olan Hâlık’ının, Hâlık isminin cilvesini, hüsn-ü masnuiyeti ile Sâni’ isminin cilvesini, pek güzel terbiye edilmesi ile Rab isminin cilvesini, çok tehlikelerden korunmasıyla Hafiz isminin cilvesini, nihayetsiz fakrı içinde Gani isminin cilvesini taşıdığını ve bu Nur ile göründüğünü, yok olmadığını anlamak demektir.  Nitekim böylece temessül edenlerden ÜVEYS EL KARANİ hazretleri;

اِلٰهِٓىاَنْتَرَبِّىوَاَنَاالْعَبْدُ٭وَاَنْتَالْخَالِقُوَاَنَاالْمَخْلُوقُ٭ وَاَنْتَالرَّزَّاقُوَاَنَاالْمَرْزُوقُ٭٭وَاَنْتَالْغَنِىُّوَاَنَاالْفَق۪يرُ٭

….İlh. demiştir.

İşte her insan-ı mü’min, bu zat gibi anlayarak derse, daima tecelli eden esma-i ilahiyenin kendisindeki şuaıyla temessül etmiş ve adem deryasına düşmekten Sâhibini, Mâlikini, Râzıkını tanımak, bulmak ve bilmekle kurtulmuş olur. Yani ben bir abdim, amma yalnız Rabb ül âlemine kulum. Ben bir mahlûkum amma hilkatime zerreden şemse kadar bütün âlemlerin ve mükevvenatın Hâlikından başkasının müdahalesi yoktur.

Ben rızka muhtacım, fakat benim rızkımı veren Rezzak-ı âlemden başkası değildir. Hakiki rızık sahibi ancak odur, diyebilmekle …….. yani, O’nun güzel esmasını temessül etmiş ve mana-yı harfi ile kendisinin ve bütün mevcudatın ve mükevvenatın mevcut olduğunu mana-yı ismi ile fani olduğunu bilerek hakiki bir abd olduğunu göstermiş olur.

Sual 4: “Senin mevcudiyetinden dokuz yüz doksan dokuz parça O’nun uhdesindedir. Senin elinde yalnız bir parça kalır. En iyisi o parçayı da O’nun hazinesine at ki rahat olasın.” Ne demektir, O parçadan kasıt nedir ve nasıl atılır?

Cevap 4:     اَسْتَع۪يذُبِااللّٰهِ ٭ اِنَّاللّٰهَاشْتَرٰىمِنَالْمُؤْمِنِينَاَنْفُسَهُمْوَاَمْوَالَهُمْبِاَنَّلَهُمُالْجَنَّةَ

Tefsirinde denildiği gibi “Nefis ve malını Cenab-ı Hakka satmak. Yani: Onun mülküne onun izni dairesinde tasarruf etmek. Yani: “İlahi entel mâlik ve enel memluk” demekle, mülkü sahib-i hakikisine teslim etmekle cüz’i ihtiyari ve enaniyetle tasarruf ettiği binde bir geçici hisseyi de 999 hisse ile hatta bin Esma ile Sahib-i hakiki olan Zatın tasarrufuna katıp Onun malına Onun izni ile muvakkat bir vazifedar gibi tasarruf etmek ve terhisi zamanında gözü arkada kalmadan çıkıp gidebilmektir. Sualdeki atmak, izahtaki katmaktır.

Sual 5:Evet, O Zat Aleyhisselâm şahsiyet ve hüviyet cihetiyle muhabbet-i Rahmaniyenin misali, rahmet-i Rabbaniyenin timsali, hakikat-ı insaniyenin şerefi ve şecere-i hilkatın en kıymetli bahadar bir semeresidir.” Ne demektir?

Cevap 5: O Zat Aleyhisselâm, Rahmanın bir misafirhanesi olan bu fani âlemde muhabbet-i Rahmaniyenin misalidir. Yani Hâlikın Rahman sıfatı ile O zatı sevmesi, Onun halkına ve Onun halkıda şu âlemin halkına vesile olmuştur.

Rahim sıfatı ile sevmesi de dar-ı saadetin icadına ve halkına sebep olmuştur. Denilebilir ki Onun risaleti şu dar-ı imtihanın açılmasına, yani O zatın şahsiyeti ve Resulluğu Onun muhabbet-i rahmaniye ye misal olmasına “levlake levlak lema halaktül eflak” sırrına mazhariyetine vesile olduğu gibi, Onun ubudiyeti dahi dar-ı saadetin açılmasına yani O zatın ubudiyeti Hâlikın Rahimiyetinin tam tecelli edeceği dar-ı saadetin açılmasına vesiledir. Bu itibarla O Zat Rahmet-i Rabbaniyenin timsalidir. Ona ittiba edenlerde böylece Rahmet-i Rabbaniye ye mazhar olacaklardır. 

İnsaniyetin hakikatı İslamiyet’ledir. İslamiyet’i zatında en mükemmel bir surette tatbik edip gösteren O Zat Aleyhisselâm, İslamiyet’in ve Müslümanların şerefi ve en eşrefidir. Hâlıkın hilkat ağacını ihyası da o ağacın en kıymetli, değerli, revnaklı, emsalsiz meyvesi olan Zat-ı Ahmediye içindir. Sallallahü teala aleyhi vesellem ve alihi ve ashabihi ve etbaihi ve sair il enbiyaihi vel mürselin. Amin velhamdülillahi Rabbül alemin. Amin…

El Baki El hubb-u fillah,

Muhibb-i Muhlisiniz,  İbrahim Hulusi (R.A.)

(toprak)* Naşirler

Orjinalini indirmek için tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 14) ÜSTAD HAZRETLERİNİN VEFATINDAN SONRA TAZİYE VE TESELLİ başlıklı makalemizde hulusiyahyagil, taziye ve üstad hakkında bilgiler verilmektedir.