SORU MEKTUBU
27/ Şubat /1966
Çok Muhterem Efendim.
Affınıza güvenerek bendeniz de bu mektubu yazmak cesaretini buldum. Birçok müşküllerim de var fakat bunlardan bir tanesi benim için ön planda halledilmesi gereken durumda. Bunun için önce fikir hayatımın bu güne kadar olan gelişimini açmağa lüzum görüyorum. Malum olduğu üzere hasta, doktora bütün hastalık belirtilerini önce açar ki doktor rahatça teşhis koyabilsin. Gayem işte budur.
Efendim: İnanmış bir ailenin çocuğuyum, ailem bana gereken dini bilgiyi veremedi ise de onların secdeye giden başlarının çocuk ruhunda bıraktığı izler bu küfür deryasında benim kurtulmamı ve bugüne kadar daima imanlılardan yana olmamı sağladı.
İkinci bir husus: Ailem Rus istilası önünden Anadolu’ya gelmiş “muhacir” olmak gibi bir rütbe ile şereflenmiştir. İşte size buradan pencere açacağım. Ruhuma bakasınız, “hassas mümin feraseti mikroskopi” ile inceleyip içinde hastalık mikroplarından bulunup bulunmadığını teşhis edesiniz.
Muhterem Efendim: Burada izah ettiğim gibi çocukluğumuzdan beri çok Rus mezalimi dinlemişizdir. Bunun içinde başta Ruslara olmak üzere, kâfirlere karşı müthiş bir kin uyandı. Dolayısı ile de esir Türk illerindeki Türklere karşı da büyük bir alaka ve sevgi uyandı.
Okuduğumu anlayacak duruma gelince, Türk tarihi ile yakından ilgilenmeye başladım. Ortaokul ikinci sınıfından bu yana Türkiye deki solcularla milliyetçilerin mücadelelerini yakından takip ettim. Onlara gönül verdim. Artık bu yolu dava edinmiştim. Gönlümde esir Türk illerine geniş yer vermiş, onların kurtuluşu için dua ediyor. Bu davaya karınca kararınca hizmet ediyordum. Bugün de gönlümde bu davanın büyük bir yeri var. Fakat bilhassa şurasını belirtmek isterim, bu davanın yanında İslamiyet anlayışından zerre kadar fedakârlık yapmadım. İslami kültürümü, Arapça bilmeyen birisi olarak imkânlar dâhilinde geliştirmeye, imanımı her an biraz daha takviye etmeğe çalıştım. Hastalığımın teşhisinde gerekeceği için söyleyeyim ki “İslamiyet’e bağlı olmayan” hiç kimseyi de kabul etmedim. Netice olarak: “Müslüman ve milliyetçiyim” diyorum bugün.
Bunun yanında İslamiyet’e olan aşkım beni Üstad’a da götürdü. Daha doğrusu Allah’ın bu lütfuna da ulaştım, Elhamdülillah.
Şimdi iki hususun telif edilmesini istiyordu gönlüm.
- İslamiyet imanı
- Milliyetçilik anlayışı
İslamiyet’te kavmiyetçiliğin yani kan, antrepolojik, ırkçılığın yasak olduğunu biliyordum. Çok zaman düşündüm acaba “etnelojik” manada yani örfi bir anlayışın yeri nedir, İslamiyet’te? Bir de hadis işitmiştim ta ki mealen “kişi kavmini sevdiğinden dolayı kınanamaz”
Bütün bu düşüncelerimi ve şüphelerimi Üstad’dan tamamlamağa, oradan cevap bulmağa çalıştım. Çok şükür anlayış, görüş ve inanışımda çok terakkiler oldu. Birçok hususlarda vuzuha kavuştum. Görüş ufkumu bu sayede birçok cihetlerimin aydınlandığına inanıyorum. Fakat itiraf edeyim ki; yüksek hakikatların anlaşılmasında çok yüksek görüş, tefekkür ve muhakeme istiyor. Buna da benim mecalim yok. Bu bodur kültürümle bu kısa görüşümle ali hakikatlere ulaşmamın zor olacağını takdir edersiniz. İşte bunun için o yüksek hakikatleri şerh edecek “erkânlardan” birisine başvurdum. Belki cehalet kokan ifadelerim sizi üzecektir. Olgunlukla karşılayacağınızdan eminim.
Efendim: Üstad Hazretleri “Hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara” “fikr-i milliyeti bırakınız denilemez. Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır.” diyor ve milliyet anlayışını müsbet ve menfi olarak iki kısma ayırıyor. “Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyaç-ı dâhilîsinden ileri geliyor” diyor. “Müsbet fikr-i milliyetin İslamiyet’e hadim olmasını, kal’a olmasını istiyor.”
Ben burada “müsbet milliyet anlayışımın nasıl olmak gerektiğini iyice anlayamıyorum.” Mesela; Türk soyunun kendine has bazı özellikleri var “kahramanlık, hamiyet perverlik ve bunlar gibi” özel zevkleri, özel yapısı var. Bunları İslamiyet’e kal’a olabilecek şekilde geliştirmek şeklinde düşününce bunun içine kavmiyetçilik girer mi? Mesela; Türk diline, Türk örfüne özel bir zevkle bağlanmak nasıl olur? Fakat bu İslamiyet’e zararlı olmayacak bilakis hadim olacak şekilde olmak şartıyla.
Bugün belli hudutlar içinde hayat-ı içtimai ile ilgili olarak “Bu sürünün çobanı olduğumuza göre; Bir Mısırlı Müslüman ile bir Türkiyeli Müslümanın müsbet milliyetçilik anlayışı nedir?
Evet, o benim Müslüman kardeşimdir. Burasını çok iyi biliyor, seviyorum. Fakat onun özel hasletleri ile benim özel hasletlerim tabiatı ile var değil midir? Ben Türk diline hizmet ederken o’da kendi dilinin gelişmesine hizmet etmeyecek mi? Yoksa esas olan bu ayrılığı da yıkıp bir dili mi kabul etmek?
İslamiyetsiz bir Türk milliyetinin olmayacağını şüphesiz anlıyorum. “Senin milliyetin İslamiyet’le imtizaç etmiş ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın!” Şüphesiz buna canımla bağlanıyorum. Fakat buradaki milliyet tabiri millet karşılığımı yoksa içtimai bir anlamda olan milliyetçilik karşılığı mıdır? Çünki Üstad Hazretleri “Ben her şeyden evvel Müslümanım” diyor, Şüphesiz bin kere şüphesiz. Fakat Üstad hz. bazen milliyet fikrini İslamları parçalamak için Avrupalıların soktuğu bir frengi illeti kabul ediyor. Bunun böyle olduğu devir vardı. Nitekim koca Osmanlı devleti gürledi gitti. Fakat bugün “dessas Avrupa” aşağılık bir duygu aşılayıp devletleri yemek için “Şu millet tarihte hiçbir zaman varlık göstermemiştir. Bundan sonrada devlet olamaz.” gibi müdafaada bulunup bizleri bu aşağılık hislere boğup yemek istiyorlar. Bizde buna karşı milletimizi tarihi misaller vermek ve mefahirimizi gözler önüne sermek suretiyle müdafaa edersek hatta bu cihetle İslamiyet’ten önceye de inersek acaba müsbet milliyetçilik anlayışından ayrılmış olur muyuz? Görülüyor ki bu milliyetçilik müdafaası İslam’a karşı materyalist felsefeden gelmiyor bilakis Frenklere karşı oluyor.
İşte Muhterem Efendim! Mukaddesatımızdan feda etmemek cihetiyle milliyetçilik anlayışımızın nasıl olması gerektiği şüphesiz Üstad Hazretleri çok gerçek olarak izah etmiştir. Fakat bizler ancak şerhlere akıl erdirecek kudretteyiz.
“Türkün hakiki bütün mefahir-i milliyesini taşıyan İslamiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz.”
Burada acaba müsbet milliyetçilik tabirinin karşılığı İslam milliyeti midir? Yoksa İslam milliyeti, müsbet milliyeti içine alan geniş daire midir? Yukarıda arz ettiğim gibi bir Mısırlı ile benim durumum bu ölçü karşısında nedir?
Muhterem Efendim! Önce Allah’tan sonra Üstadımın ruhaniyetinden ve sizlerden özür diler, kusurlarımızın affını istirham ederim. Bizler sistemli dini tedris görmediğimiz için büyük bir dağınıklık içindeyiz.
Beni aydınlatırsanız, Üstadın bu husustaki görüşlerinin geniş bir şerhini yaparsanız beni ve benim gibileri kurtarmış olursunuz. Hürmetler ederim efendim.
Çok kusurlu bir kardaşınız
(D. Yavaş Gençlik kitap evi
Öğretmen İsmail Bakır, İstiklal okul öğretmeni, Denizli)
CEVABİ MEKTUP
ب
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Uzun ve kıymetli mektubunuzu vaktim ve halim müsait olmadığı bir zamanda aldığımdan cevabını geciktirdim, kusura bakmayınız. Bizi bir doktor sanarak sizi içten üzen şeyleri nakil ediyor ve şifa arıyorsunuz. Meselenizde doktorluk yapacak durumda değilim. Ancak bence bir teveccüh olan müşaverenizi kabul ve kendisine emniyet olunanla istişare edilir, kaidesine uyarak düşüncelerimi kısa notlar halinde kayda çalışacağım muvaffakiyet Allah’tandır.
1 – Mukaddes kitabımız olan Kur’an’ı Hâkim; Ehl-i imana her hususta rehber ve mürşittir. Yaş ve kuru her şey onda mevcuttur. Nitekim İsra suresi 82. Ayeti Kur’an’ın müminlere suri ve manevi şifa ve rahmet olduğunu bildiriyor. Bu hususta başka ayetlerde vardır.
Kur’an’ı kendimize mütehassıs bir doktor ve ayetlerini şifa verici tiryaklar kabul edip dertlerimizi ve yaralarımızı o şifalı kutsi ilaçlarla tedaviye çalışmalıyız.
2 – Millet, kavim, milliyet ve kavmiyet meselesinden gelen derdimizi Kur’an’a arz ediyoruz bakıyoruz ki; Hucurât suresinin 13. ayeti “Ey insanlar biz sizi bir erkek ve bir kadından Yani Âdem ve Havva’dan yarattık. Şubeler, kabileler kıldık ki bir birinizle bilişesiniz ve ayırt edilesiniz. Allah yanında sizin en şerefli ve değerliniz en çok Allahtan korkanınızdır buyruluyor.” Bu manaya uygun olarak Muallim Cudi adlı bir zatın 1920 yılında Tevhid-i Efkâr gazetesinde neşredilmiş olan Kur’an’ı Kerim ve Muhammed Aleyhisselam adlı parlak bir şiirin son satırlarını burada yazmayı uygun buldum,
Hak sevdi onu, O sevdi Hakkı
Hubbün O hakiki müstehakkı
Akvama muhabbeti aş etti
Bir sofraya koydu, kardeş etti
Cem’etti kabail ve şuûbu
Bir kıbleye bağladı kulûbu
Mevlâya muhabbeti müsellem
Sallallahü aleyhi ve selem.
3 – Ehl-i imanın itikadı şudur ki: Ölüm yok olmak değildir. Hayatın şekil değiştirmesidir. Hayat; En büyük İlahi bir nimettir. Hayata layık gören Hayy u Kayyum olan Allah bu büyük nimetini geri almaz, belki çeşitli safhalardan geçirir. Ana rahmindeki istihaleler bu âleme geldikten ölünceye kadar olan değişiklikler malumdur. Öldükten sonra hayatın berzah âlemindeki devresi başlıyor. Ölümle o hayata intikal edilince İlahi memurların berzah âlemine geçecek hayat yolcusundan pasaport yoklaması nev’inden sorgularına çekilmek vardır.
Bu sorgunun önemli maddeleri:
Rabbin, peygamberin, dinin, kitabın, mezhebin, zürriyetin, milletin, kıblen kimdir ve nedir? Ne olacaktır?
Bu soruların doğru cevapları;
Rabbim Allah, peygamberim Hazreti Muhammed, dinim İslam, kitabım Kur’an, mezhebim ehl-i sünnet vel cemaat, Âdem Aleyhisselamın zürriyetindenim, İbrahim Halilullah Aleyhisselamın milletindenim, Kıblem Beytullah olan Kâbe’dir, olacaktır.
Bu soruların birine yanlış cevap vermek, Allah korusun telafisi mümkün olmayan bir azabı çekmeye sebeptir. Öyle ise bu suallerin cevaplarını ölmeden evvel benimsemek lazımdır.
Eğer “İbrahim Aleyhisselamın milletindeniz” denilmek nedendir? denilirse; Kur’an’ın Nahl suresi 120. ayeti müşkilimizi halleder. Bu ayette “Hazreti İbrahim hayrı öğretirdi bir ümmette olan güzel huylar onda toplanmıştı hepsi küfürde iken yalnız o mümin idi.” Aynı surenin 123. ayetinde “Ya Muhammed (sav) biz sana bütün batıl dinlerden ayrılmış İbrahim Aleyhisselamın milletine tevhitte yavaşlık ve güzel muamele ile hakka davette ve delilleri getirmede ona tabi olmayı vahyettik, O (yani İbrahim Aleyhisselam) müşriklerden olmadı. Muvahhidlere mukteda idi.” (Hazreti Muhammedin, İbrahim aleyhisselamın milletine tabi olmaya Allah tarafından irşad olunması, Ümmeti Muhammed için İbrahim milletinden demek sebebini açıklamaktadır.)
Ali İmran suresi 67. ayetinde “İbrahim Aleyhisselam Yahudi ve Nasranî değil idi. Belki pak Muvahhid ve kötü akidelerden ayrılmış Allah Teâlâ’ya halis Müslim idi ve müşriklerden de değil idi.” Aynı surenin 68. ayetinde de “İnsanların İbrahim Aleyhisselama hassetten en yakini, zamanında ona tabi olan ümmetleri ile Muhammed Aleyhisselatu Vesselam ve ona iman getiren ümmetleridir. Şanı azim olan Allah müminlerin velisi ve yardımcısıdır.”
Bu Kur’ani ayetler ehl-i imana kavmiyet ve milliyeti değil imanı ve Kur’an’ı esas tutarak İbrahim Aleyhisselam milletindeniz demelerine kâfidir.
Hucurât suresinin 10. ayetinde “Müminler birbirleriyle kardeştirler. İki kardeşinizin arasını ıslah edin, Allah’tan korkup hükmüne muhalif olarak ihtilaf etmeyiniz ki Rahmet olunasınız.” buyruluyor. Öyle ise mümin kardeşini sever ve sevmelidir.
Tarih bakımından Türklerin 1000 sene İslamiyet’e bayraktarlık etmiş olmaları ve İstanbul’u fetih eden Fatih Sultan Mehmet’in ve ordusunun Hazreti Peygamberin methine mazhariyetleri İslam dininde olduklarının bir neticesi ve bizlere şükran vesilesidir.
4 – Bazı misaller:
Misal – A: Bir mümin, Müslüman Türklerin İslamiyet’e hizmetlerini şükür vesilesi yapar. Fakat Türk’tür diye Cengiz, Atilla veya Hülagü’nun milli düşünce ile hunharlıklarını beğenmez. Timur’un Osmanlı Türklerine karşı zararlı hareketini kabul eder, bir tarafı tahrip ederken diğer taraftan dine hizmetini takdir eder. Ve erbabının Timur’da buldukları kumandanlık evsafını inkâr etmez.
Misal – B: İmam-ı Azamın dedesinin Mecusi iken ihtida etmiş olması, Hazreti Peygamberin ümmetimin kandilidir dediği bir zata ehemmiyet vermemeği asla icab ettirmez. Çünkü Müslümanların pek değerli bir imamıdır.
Misal – C: Hazreti Ömer’in millet itibariyle Arap’tan ve Kureyş’ten olduğuna delil İslam âlemine emsalsiz hizmetlerine ve bütün milletlere ve hükümetlere örnek, adaletli idaresine bakılarak aynı zatın bir zaman müşrik olduğuna asla bakılmaz. Mümin böyle bir hataya sapmaktan ciddi olarak sakınır.
5 – Okuduğunuzu yazdığınız eserlerde (Risale-i Nur*) müşkilinizi hal edecek çok kıymetli bahisler vardır. Bunlardan konu ile ilgili Kur’an’ın ve hikmet-i tabiiyyenin içtima-i hayata verdikleri terbiyelerin muvazenesinde; Kur’an’ın cemaatlerin rabıtalarını unsuriyette değil, uhuvveti sağlayan din, sınıf ve vatanı esas tutmakta olması bile meselemiz için kâfidir, kanaatındayım. Malumunuz olan eserlere müracaatla bilginizi genişletmek mümkündür. Hürmetler ederim.
* (naşir tarafından konulmuştur.)
Hayır duanıza muhtaç bir kardeşiniz,
İbrahim Hulusi Yahyagil
Orjinali indirmek için tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 171) DÖRT MÜŞKİL SUALE VERİLEN CEVAPTIR başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.