YİRMİNCİ MEKTUB DERS – 1
(1980 ANKARA)
Hulusi Bey: Muhterem hocamız uzağa gitmeseler iyi olur. Bize manevi yardım etsinler. Yani manevi müzaharetinize de ihtiyacımız var. Manevisine de maddisine de.
Ala resuline salavat.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَٓائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَ شِفَٓائِهَا وَ نُورِ اْلاَبْصَارِ وَ ضِيَٓائِهَا وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْ
اَمِينَ
Buyurun, kim okuyacaksa okusun.
-: Mektubat.
Hulusi Bey: Arada ikindi namazını cemaat ile yine kılmak şartı ile. Bin sünnet bir farzın yerini tutar mı? Bin nafile bir farzın yerini tutar mı?
-: Tutmaz Efendim.
Hulusi Bey: Tutmaz.
-: Okunması arzu edilen yerler varmış da. Siz tabi siz kendi tensibinize bir parça okuyun. Zamanımız var nasıl olsa. Siz okuyun bir parça.
Said Özdemir Abi: Elhamdülillahi Rabbilâlemin esselatü vesselamü alâ Resulina Muhammedin ve alâ alihi ve sahbihi ecmain
لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ
(Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı, pek çok fazileti bulunan ve bir rivayet-i sahihada ism-i a’zam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyenin onbir kelimesi var. Herbir kelimesinde
Hulusi Bey: Bir rivayet-i sahiha. Yani hadisle sabit olması lazım değil mi?
Said Özdemir Abi: Evet efendim! Hadislerde var efendim.
Hulusi Bey: Yerini gördün mü, yeri?
Said Özdemir Abi: Hadis-i şeriflerde var. Bu hatta şafiler her akşam
Hulusi Bey: Zaten Şafii de var. Şafii’nin dışında göremiyorum.
Said Özdemir Abi: Evet. Sabah namazlarından sonra ve akşam namazlarından sonra on’ar defa okunması sünnet.
Hulusi Bey: Bizim bir mollamız var şeyde Muş’ta. El Hac Muhammed Doğan. Belki görmüşsündür.
Said Özdemir Abi: Evet görmüşüm efendim.
Hulusi Bey: O zata da şey ettim bulamadım dedi. Dedim sen Şafii’sin şafii kitaplarına bak.
Said Özdemir Abi: Hadis kitaplarında var efendim.
Hulusi Bey: Mutlaka var.
Said Özdemir Abi: Evet.
Hulusi Bey: Üstad şey ettikten sonra, ona benim şüphem yok da, ona dedim kendisi şafii olduğu için, daha evvel bulması lazım. Bulamadım dedi. Fakat bulunmazsa söylemez, olmasa söylemez. Mesela at, merkube binildiği zaman okunması sünnet olan. O hünnes künnes meselesi, onu okumuştu.
سُبْحَانَ الَّذ۪ى سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ
O cevve seyahatinde. Bizde zaten maşaallah seyahat ediyoruz, bakıyoruz orada bi karmakarışık bir şeyler var. Fakat o karmakarışıklık içerisinde ne hikmetler var, ne kadar ince manalar olduğunu Risale-i Nurun penceresinden bizi seyrettiği zaman görebiliyoruz. Bakın diyor. Bizde de göz var zannediyorduk. Fakat semavata baktığımız zaman böyle acayibi göremiyoruz. Demek ona gösteriliyor, o da bize öğretiyor. Ne ise araya girdik.
Said Özdemir Abi: Her bir kelimesinde hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhid-i rububiyet, hem bir ism-i a’zam noktasında bir kibriya-i vahdet ve bir kemal-i vahdaniyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatların izahını sair Sözlere havale edip, bir va’de binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde; “İki Makam”, bir “Mukaddime” ile ona bir fihriste yapacağız.)
Mukaddime
Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.
Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur.
Hulusi Bey: Şimdi biz zat-ı alinizden, yine eski muhterem bir vaiz olarak dinlemek istiyoruz. Vaazı yalnız okumak değil.
Said Özdemir Abi: Estağfurullah Efendim biz!
Hulusi Bey: Okuduğunuzun cemaate izahını da sizden istiyoruz.
Said Özdemir Abi: Sizden bekliyoruz, muhterem ağabeyim. Sizden istiyoruz.
Hulusi Bey: Yok, yok.
Said Özdemir Abi: Kardeşlerimizle birlikte rica ediyoruz. Bazı cümlelerin izahını rica ediyoruz.
Hulusi Bey: Ben yalnız onu rica ediyorum. Benim gibi olan yoktur bunlar, hepsi maşallah genç dimağlar çabuk alırlar. Fakat bizim kafamız çok eskimiş, pürüzlü mürüzlü şeyler var.
Said Özdemir Abi: Efendim esasında sizde çok büyük ilmi hakikatler var. Bunların bu bir vesile ile izahını rica ediyoruz.
Hulusi Bey: Böyle yerleşemiyor yani, oturmuyor şey. Herhalde birkaç defa söylenmek, biraz dikkat etmek lazım. Şimdi eskiden zat-ı aliniz için söylemiyorum.
Said Özdemir Abi: Estağfurullah
Hulusi Bey: Vaaz kürsüsünde oturan zatlar, tembih için dikkati çekmek için yaparlardı. O önlerindeki tahtaya vururlardı. O tahtaya vurmak, dikkati çekmek için. Yani dikkat edin. Mevzu öyle baştan savulacak yahut kulaktan geçip vızzzz gidecek sözlerden değildir. Herhalde dikkate değer, mütefekkirane okunmaya layık derslerdir. Siz de böyle okuyun. Bunun içinde biraz ağır okumak lazım. Okuyana göre değil, benim gibi kafası eskimiş olanlara göre. Şimdi bakıyorum maşaallah hepsi genç, ooo hemen şıp yapışıyor. Tekrarları daha ziyade kuvvetleştiriyor. Fakat benim kafam almıyor pek kolay kolay. Yerleştirmek için biraz ağır okunması lazım gelir. Eğer hocamız ağır okuyamazsa, hocalığın muktezası. Biz onu mecbur edelim, rica edelim diyelim ki şurayı bir daha lütfedin.
Said Özdemir Abi: Estağfurullah. Nereyi okuyalım efendim. O okuduğumuz yeri?
Hulusi Bey: Et-tekrârü ahsen.
Said Özdemir Abi: Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi
Hulusi Bey: Kat’iyyen bil ki: Yani şüphesiz inan ki: Evet.
Said Özdemir Abi: Hilkatin en yüksek gayesi
Hulusi Bey: Yani yaratmanın, yaratılmanın en yüksek gayesi nedir?
Said Özdemir Abi: ve fıtratın en yüce neticesi
Hulusi Bey: Evet onları böyle ayırırsak, sonundaki şeyi araya koyarız.
Said Özdemir Abi: İman-ı billah
Hulusi Bey: İman-ı billahtır
Said Özdemir Abi: Evet.
Ve insaniyetin en âlî mertebesi
Hulusi Bey: İman-ı billahtır.
Said Özdemir Abi: Ve beşeriyetin en büyük makamı,
Hulusi Bey: İman-ı billahtır.
Said Özdemir Abi: İman-ı billah içindeki marifetullahtır.
Hulusi Bey: Ondan sonra ki İman-ı billah içindeki
Said Özdemir Abi: Marifetullahtır.
Hulusi Bey: Marifetüllah geçti. Marifetüllahtan murad nedir? Benim anladığıma göre, tanımaktır. Allah’ı tanımaktır. Allah’ı tanımak, Allah’ı tanımak acaba mümkün müdür, mümkün ise nasıl tanıyabiliriz ve tanımanın hakikati nasıl olur? Bunun üzerinde duralım. Hele hele müşahhas değildir ki, hiçbir şeye ne benzer ne benzetilebilir. Şu halde Cenab-ı Hakkı tanımak için elbette bir şey olacaktır. Marifet, marifetullahtan bahsediyor. İman-ı billahtan sonra, marifetullahtan bahsediliyor. Onu tanımak için tek ne var elimizde? Onun esması var, sıfatı var. O esma ve sıfatını bilirsek eğer, o zaman Rabbımızı o isimlerle o sıfatlarla tanımak mümkün olur. Evet, güzel isimleri var, kudsi sıfatları var bunları bilirsek Rabbımızı tanımış oluruz. Yok, ben ona da razı değilim. Ya ne olacak, illa zat-ı’nı eşyayı görür gibi, eşhası görür gibi göreyim bu mümkün değil. O bir zat için mümkün oldu. O da Leyle-i Mi’racta Habib-i Zişana müyesser olmuştur. Ondan başka nebi ye dahi müyesser olmamıştır. Benim anladığımı söylüyorum, ama benim anladığım ne olacak diyeceksin. Şimdi sen çizmeden yukarı çıkma demeye hakkın var.
Said Özdemir Abi: Estağfurullah, rica ederim. Siz buyurun devam edin.
Hulusi Bey: Mademki bana eski vaiz diyorsun, öyle ise bu şeyi bırak ki ben söyleyeyim.
Said Özdemir Abi: Estağfurullah, dinliyoruz.
Hulusi Bey: Peki biz sizi dinleyelim diyoruz, siz sükût ediyorsunuz yahut geçiyorsunuz. İşte bilenler sükût ederse bilmeyenler perdeyi yırtarlar ileri çıkarlar, sivrilirler. O zaman kafalarına bir tane vurmak lazım gelir ha.
Said Özdemir Abi: Estağfurullah,
-: Esma ve sıfatın nasıl talim edeceğiz Efendim?
Hulusi Bey: Belli. Evet, La ilahe illallah’ı herkes bilir. La ilahe illallah ne demektir?
-: Allah birdir, başka Allah yoktur.
Hulusi Bey: O öyle işte. Biz diyoruz bak, Üstad da bu tevhide çok devam ederdi. Kendisinden gördüğümüz vaziyet bu. La İlahe illallah, La İlahe illallah, La İlahe illallah dediği zaman. Ey La Rezzeka illallah der, orada bir durur. Yani La İlahe illallah, La İlahe illallah derseniz bu ezbercilik değil. Orada bir ismin şeyi üzerinde duruyoruz. La Rezzeka illallah, La Rahmana illallah, La Malike illallah. Fakat ilk geceki dersimizin bende bıraktığı intibadan küçük bir perdedir. O kendi kendine okuyor kıbleye karşı. Evradına devam ediyor, bizde arkasında dinleyici. Öyle kelime-i Tevhidi okuyor. La İlahe illallah, La İlahe illallah. Arada bir, Ey La Rahmana illallah. Orada Ey, bir ihtar var orda ha. Kul! Yani o La İlahe illallah’ı esmasını da, sıfatını da o La İlahe illallah’ın içerisinde derhatır etmek, hatırlamak. Daha yoksa illa Allah bana görünsün dersen, görünse de göremeyiz. Zaten görünüyor, ama göremiyoruz.
“مَنِ اخْتَفَى بِشِدَّةِ ظُهُورِهِ”
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan Allah. Şimdi güneş varken, güneşe bakayım güneş var mı, yok mu? Bakmaya kim ihtiyaç hisseder? Var mı böyle bir ihtiyaç hisseden olur mu?
-: Olmaz.
Hulusi Bey: Etrafı aydınlatmış, sabahın ruşenliği ortalığı kaplamış vaziyette iken acaba güneş doğdu mu, doğmadı mı? Bakayım güneşi göreyim dersen gözün kamaşır, sulanır filan, şüphe mi ettin? Güneş onun o misafir hanesinde bir lamba, bir soba vaziyetinde. Misafirleri ısıtıyor, onların gıdalarını ağaçların dallarında, bostanların içerisinde kazan gibi onları pişiriyor. Bir musahhar memur. Ha şimdi Cenab-ı Hak şemsi, kameri, nücumu insanlar için teshir etmiş ama nücuma, kamere giden var fakat güneşe gitmek için hiçbir teşebbüs de bulunan hiç gördünüz mü? Kamere gitmek için müşteri çok orda. Hatta orayı parsellemek, parselleyip yani bütün servetimi vereceğim kamerden bir arsa alayım orada yaşayayım. Sanki kıyamet koparsa kamere sirayet etmeyecek o zelzele-i kübra.
اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظ۪يمٌ
den kamer müstesna mı kalacak?
-: Kalmaz Efendim!
Hulusi Bey: Buyur.
Said Özdemir Abi: Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 193) ONYEDİNCİ MEKTUB (YİRMİBEŞİNCİ LEM'ANIN ZEYLİ) (ÇOCUK TA'ZİYENAMESİ) DERS-3 başlıklı makalemizde ÇOCUK TA'ZİYENAMESİ hakkında bilgiler verilmektedir.